Ömür Boyu Yenileme Garantisi

Ömür Boyu Yenileme Garantisi

SEDDK, Özel Sağlık Sigortaları Yönetmeliği’nde bazı değişiklikler yaptı. Bu değişiklikler, bir yılı aşkın bir süredir sektörde tartışılıyordu. Yönetmelik değişikliği; ömür boyu yenileme garantisi, bekleme süresi ve veri paylaşımı gibi bazı öne çıkan başlıklarda kendini göstermektedir.  Başta sigortalılara yönelik olan olumlu değişikliklerin etkileri, önümüzdeki dönemde yaşanacaktır.

Geçtiğimiz hafta, Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK), Özel Sağlık Sigortaları Yönetmeliği’nde bazı değişiklikler yaptı. 20 Ekim 2025 tarih ve  33053 sayılı Resmî Gazete’de yer alan bu değişiklikler, bir yılı aşkın bir süredir sektörde tartışılıyordu.

2025 Eylül Türkiye Sigorta Birliği verilerine göre, 146.7 milyar TL. prim üretimi ve 9 milyonu aşan özel sağlık sigortalı bulunmaktadır. 1 Ocak 2026’da yürürlüğe girecek olan bu Yönetmelik  değişikliği; ömür boyu yenileme garantisi, bekleme süresi ve veri paylaşımı gibi bazı öne çıkan başlıklarda kendini göstermektedir.

Ömür Boyu Yenileme Garantisinde Asgari Koşullar Belirlendi

Ömür boyu yenileme garantisi, belirli şartlar yerine getirildiğinde, sigorta şirketinin müşterisine yaşadığı sürece sağlık sigortasını aynı şartlarda yenileyeceği sözünü vermesi olarak tanımlanır. Ömür boyu yenileme garantisi verme sürecinin işleyişi şirketlere göre değişmektedir. Dolayısıyla, kişi özel sağlık sigortası sigorta şirketinin belirlediği şartlarda poliçesini yenilerse, ömür boyu yenileme garantisi alınmış olur, özel sağlık sigortası da tedavi masraflarını karşılar.

Yönetmelik değişikliğiyle, sigorta şirketleri 60 yaş altı sigortalıların tamamına ömür boyu yenileme garantili sigorta poliçe sunmak için; ara vermeden en az 3 yıl şirketin sigortalısı olma ve bu sürede ödenen tazminatların sigortalının ödediği prime oranının yüzde 80’in altında kalması şartı ile aranacak. Sigorta ettirenin talebine göre de, ömür boyu yenileme garantisi içeren veya içermeyen poliçeler oluşturulabilecek.

En basitiyle, kişi üç yılın toplamında 1 milyon lira prim ödeyip, sigorta şirketi de bu kişi için üç yılda toplam 850 bin liralık sağlık harcaması yaptıysa, sigorta şirketi kişiyi ömür boyu yenileme garantisinden yararlanamayacak.

Sigortalıya ömür boyu yenileme garantisi alan sigortalının, artan sağlık harcamaları nedeniyle;

hem sigorta kapsamı daraltılamayacak,

hem katılım payı yükseltilemeyecek,

hem de sürprim olarak bilinen bir önceki yıldan daha fazla bir prim (ek primödemesi mümkün olmayacaktır.

Şartlar Sigortalı Lehine Değişebilecek

Ömür boyu yenileme garantisinin şartlarındaki değişiklikler aynı planda kalınması durumunda sigortalı aleyhine olursa yapılamayacak, farklı güvence gibi anlaşılabilecek şekilde değişikliklere izin verilmeyecek. Sigorta poliçelerinde yenilemeye bağlı avantajlar sunulması durumunda, ömür boyu yenileme garantisinden farkına ilişkin bilgilendirme yapılacak.

Sigortacı ömür boyu yenileme garantisini ilk kez verdiği poliçede, değerlendirme şartlarına uygun olanlara bu güvenceyi verecek, ilgili şartları açıkça belirtilecek ve daha önce de belirtildiği gibi daha sonra sigortalı aleyhine değiştiremeyecek.

Grup poliçesi kapsamındaki sigortalılara katılım sertifikası verilecek, grup kapsamında ömür boyu yenileme garantisi alarak ayrılan sigortalılar, özel şartlarda belirtilen süre içinde başvururlarsa, sigortalılıkları şirketin aynı veya en yakın bireysel poliçelerinden biriyle sürdürebilecek yani sigortalının ömür boyu yenileme garantisi devam edebilecek.

Sigorta Şirketi Değişse de Ömür Boyu Yenileme Yenisinde Sürecek

Sigorta şirketleri arası geçişe yönelik düzenlemelerde, sigortalı kazandığı hakların devamını başka şirkete geçişinde isteyebilecek, geçişe ait şartlar, özel şartlarda belirtilecek, geçişe esas bilgiler şirketler arasında doğrudan paylaşılamayacak. Şirket, böyle bir durumda, sigortalıya ait gerekli verileri, 5 iş gününde Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi’ne iletecek. Sigortalının kazandığı hak ve yükümlülüklerinin hastalık ve sağlık sigortası branşında faaliyette bulunan başka bir şirkete geçişi ve sözleşmenin geçiş yapılan şirkette devamı talep edilebilir. Geçiş işlemi, yeni şirketin koşulları çerçevesinde ve kabulü hâlinde gerçekleşecek. Daha geniş kapsamlı bir sigorta poliçesi isteği durumunda ise, ömür boyu yenileme garantisini sağlayan yeni şirket teminat içeriğini yeniden değerlendirilecek.

Bekleme Süresi İlk Sigorta Döneminde Uygulanacak

Poliçe başlangıcından itibaren sigortalının bazı sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için geçmesi gereken süre, bekleme süresi olarak tanımlanır ve bu sürede belirli teminatlar kullanılamaz. 3 aydan 12 aya kadar değişmekle birlikte, doğum, göz ve diş gibi teminatlarda daha uzun süre örnekleri de vardır. Bu süreler, sigorta şirketi poliçe şartlarına göre farklılıklar gösterebilir.

Yönetmelik değişikliğine göre, belirlenen bekleme süreleri ve bu kapsamdaki rahatsızlıklar poliçede belirtilecek, her bir teminatın yalnızca ilk sigorta dönemini içerecek, aynı teminatla yenilenen poliçelerde tekrar uygulanmayacak. Bekleme süresi tamamlandıktan sonra yeni bir sigorta şirketine geçildiğinde, SEDDK tarafından belirlenmiş özel durumlar dışında, bekleme süresi uygulanmayacak. Bekleme süresi dolmadan yeni bir sigorta şirketine geçildiğinde ise yenisinin uygulayacağı bekleme süresi öncekinde düşülecek. Bekleme süreleri gerektiren poliçelerde ise şartları SEDDK belirleyecek.

Kişisel Bilgiler 10 Yıl Saklanacak

Yönetmelik gereği, sağlık sigortası ile ilgili geçmişe ilişkin sigortalı verileri, Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu ve/veya kişinin beyanından alınarak oluşturulacak.

Sigorta şirketi; risk değerlendirmesi, tazminat ve yenileme garantisi analizlerini bu verilerle yapacak. Merkez’de  tutulan kayıt ve sağlık bilgileri, sigortalılığın bitiminden itibaren 10 yıl süreyle tutulacak, süre sonunda veriler, silinecek, yok edilecek veya anonim hale getirecektir.

Bu sıralananlar, özel sağlık sigortacılığında köklü değişiklerdir. Başta sigortalılara yönelik olan olumlu değişikliklerin etkileri, önümüzdeki dönemde yaşanacaktır. Bu etkiler; özel sağlık sigortalı sayısının artışında yaşanabileceği gibi, genel sağlık sigortasıyla risk paylaşımına ilişkin olarak ve de özellikle tamamlayıcı sağlık sigortasında görülebilecektir. Ömür boyu yenilemede şirketler arası geçişlerde ve bekleme süresinde yaşanabilecek sorunların da, ortak akıl ile çözülmesi her zaman mümkün olabilecektir. Süreçte emeği geçenlere, düşünen ve tasarlayanlarla tüm katkı sağlayanlara içtenlikle teşekkür ediyorum.

Veri Artık Yeni Oksijen

Veri Artık Yeni Oksijen

Geçtiğimiz hafta katıldığım toplantılarda hep vurgulanan bir konuyu aktarmak isterim; veri. Türkiye Sigorta Birliği’nin Uluslararası Sigortacılık Zirvesi, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektörlüğü’nün Nöron Platformu ile TÜSEB’in  İTÜ ev sahipliğindeki “Sağlıklı Verilerin Güvenli Olarak Toplanması ve Paylaşımı” çalıştaylarının ortak kesişim alanını hep veri konusu oluşturmuştu. Öyle ki, yazımın başlığını oluşturan “Veri Artık Yeni Oksijen” sözü de o kesişim alanında değinilen bir kavramdı.

Digital Gelecek

Hafta, Türkiye Sigorta Birliği’nin düzenlediği Uluslararası Sigortacılık Zirvesi ile başladı. Konusu “Digital Gelecek” olan bu toplantılar dizisinde, sigortacılık alanında teknolojik değişimlerin sektörü nasıl etkileyeceği tartışıldı.

Sigorta sektörünün en saygın etkinliklerinden biri olan Uluslararası Sigorta Zirvesi, bu yıl dördüncü kez sektör profesyonelleriyle buluşmuş oldu. Sektörün önde gelen isimleri, dijitalleşmenin de içinde olduğu oturumlarda; bir yandan bilgilerini bir yandan da güncel gelişmelerle deneyimlerini paylaştılar.

Nöron Platformu

Haftanın son iş gününde, Proje Yürütücüleri arasında bulunduğum; Sağlık Bakanlığı, TÜSEB ve TÜBİTAK yetkilileri, akademisyenler, endüstri temsilcileriyle İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektörlüğü’nde düzenlenen Nöron Platformu Çalıştayı’nda, “Nöron Hasarı İlişkili Hastalıkların Tanı, İzlem ve Tedavisine Yönelik Biyobelirteç ve İleri Teknolojik Uyarı Sistemlerinin Geliştirilmesi Projesi” değerlendirildi.

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa yürütücülüğünde; Dokuz Eylül Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi, RTA Laboratuvarları, SABİOTEK (Sağlık Biyoteknolojisi Mükemmeliyet Ortak Uygulama ve Araştırma Merkezi), İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) ile birlikte çalışılmaktadır.

TÜBİTAK 1004 Projesi kapsamında 2023-2027 yıllarını içeren bu proje ile ilgili, nöron (sinir hücresi) hasarına yol açan hastalıkların tanı, tedavi ve izleminde kullanılacak biyobelirteç ve ileri teknolojik uyarı sistemlerinin geliştirilmesi amacına yönelik çalışma gruplarıyla verinin de içinde olduğu doyurucu tartışmalar yapıldı.

Sağlıklı Verilerin Güvenli Olarak Toplanması ve Paylaşımı

Hafta sonu ise, tam gün süren bir başka çalıştayda, İTÜ ev sahipliğinde, “Sağlıklı Verilerin Güvenli Olarak Toplanması ve Paylaşımı” değerlendirildi. TÜSEB Türkiye Sağlık Veri Araştırmaları ve Yapay Zeka Enstitüsü (TÜYZE) öncülüğünde, kamu, akademi ve özel sektörden ulusal ve uluslararası 130 uzmanın katılımıyla yapılan etkinlikte; sağlık verilerinin güvenliği, kalitesi, anonimleştirilmesi ve küresel ekosistemdeki yeri kapsamlı olarak değerlendirildi.

Çalıştayın “Perspektif Konuşmaları” bölümlerinde, sağlık verisi ekosistemine hem küresel hem de ulusal düzeyde yaklaşımlar tartışılırken, bir yandan İngiltere’nin sağlıkta veri güvenliği ve anonimleştirme konusundaki uygulamalarını paylaşıldı, diğer yandan da Türkiye deneyimi kendi alanlarından yetkin isimlerce aktarıldı.

Odak Grup Toplantılarında ise yönetimsel, ekonomik, hukuki ve teknik bakışla, sağlık verisinin yönetimi ve paylaşımında karşılaşılan sorunlara disiplinler arası çözüm önerileri geliştirilmesi tartışıldı.

Önümüzdeki dönemde raporlanacak bu çalışmalar, takip eden birkaç ay içinde yapılacak karar toplantısıyla, mevzuat önerisi de dahil ilgili karar vericilere eylem planı olarak sunulacaktır.

Veri “Yeni Petrol” Değil “Yeni Oksijen”

ABD ortalama yaşan yıl 79, bunun sağlıklı geçen yılı ise 63. Bu demektir ki, yaşamın son 16 yılı hastalıklarla geçiyor. Sağlıklı yaşam yıllarını yöneten de, hastalıklı yılları yöneten de temelde veri. İşte geçtiğimiz hafta üç ayrı toplantıda gündeme gelen veri ile ilgili panelistlerin dile getirdiği akılda kalıcı birkaç sözü aktarmak isterim;

“Veriyi Doğru Kullanan Toplumlar, Geleceğini Yöneten Toplumlardır”

“Veriyi güvenli, etik ve inovatif biçimde anlamlandırabilen toplumlar geleceğini yönetir”

İşte bugün sağlıkta atılacak her yeni adımı, her yeni kararı ve her müdahaleyi yönlendiren temel fikir, verinin sağlığı yönetmekte oynayacağı kaldıraç rolünü önemsemekten geçiyor. Çünkü veri, sağlık yönetiminde doğru kullanıldığında; tanı ve tedavi süreçlerini hızlandırdığı gibi, ilaç ve tıbbi cihazda yenilikçiliği geliştiriyor, kişiselleştirilmiş tıbba yönelimi hızlandırıyor,

Doğal olarak sağlık harcamalarını daha etkili ve daha verimli bir sürece dönüştürüyor.

Aslında, paylaşılan dünya deneyimi de bu örneklerle dolu. Önemli olan, paydaşlar arasında net ve güvene dayalı paylaşımı esas alan model kurgulanması olmuş.

Aranılan Olma

Bu alanda yaptıkları ve onlara yönelik alınan ödüller düşünüldüğünde, Türkiye’nin e-Nabız gibi 160’a yakın dijital sağlık uygulamasıyla güçlü dijital sağlık altyapısından söz etmemek mümkün değil. Akademi-kamu-özel iş birliği anlayışıyla, bu güçlü altyapının daha da ileriye taşınması, özellikle küresel düzeyde vazgeçilmez bir oyuncu olunması hiç de zor değil.

Ancak, verinin yönetişimi için hızla bazı düzenlemelere de geçilmesi gerekli. Toplantılarda ilgili tüm paydaşlar, veri paylaşımına olan ihtiyaca ve bunun önemine vurgu yaptı. Akademisyenler, hizmeti sunan kurumlar, ilaç ve tıbbi cihaz endüstrisi ile sigorta sektörü gibi, tüm dijital sağlık altyapısına tam entegrasyon için açık çağrıda bulundular. Sadece on yılı aşkın bir süredir,  tamamlayıcı sağlık sigortasının entegrasyonu için istekte bulunulduğu unutulmamalıdır.

Unutulmaması gereken bir başka nokta da, kaliteli ve doğru sağlık verisini yöneterek yenilikçiliğe dönüştürenlerin; sağlık dışında da çevrelerinde aranılan olabilecekleridir. Aranılan olma; kurum, sektör, hatta ülke olacak kadar geniş boyutta düşünebilir, böylece de gelecekte lider olunabilir. Herkesin yaptığını değil, yapmadığını yaparak, bu yolda sağlam ve tutarlı adımlarla hedeflerine daha kolay ulaşabilirler.

Bitirirken bir noktayı daha vurgulamak isterim; veri temalı bu Çalıştayların düşünülmesinde, düzenlenmesinde, gerçekleştirilmesinde emeği geçen, katkı ve katılımlarıyla destek sağlayan her yönetim düzeyindeki tüm çalışanlara teşekkürler. Sağlık sektörünün veriye dayalı yönetimine yönetimindeki katkılarının en kısa sürede yaşanması dileğiyle…

Yönetici ve Lafın Tamamı…

Yönetici ve Lafın Tamamı…

Geçtiğimiz hafta sonu, 47. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde, 31.03.1989-23.06.1991 tarihleri arasında 815 gün, 38. SAĞLIK BAKANIMız olarak görev yapan Halil Şıvgın vefat etti. 11 Ağustos 2025 tarihinde, Ankara Kocatepe Camii’nde cenazesine katıldığım Bakanım, 1990 yılında Gümüşhane Sağlık Müdürü iken Bakanlık merkezine alarak sağlık yöneticiliği kariyerim ve sağlık reformu sürecine ilişkin görevlerimde kalıcı izler bırakmıştı. Bu hafta, yaklaşık 36 yıl sonra, o izlerden bazılarını paylaşmak istedim.

Geriye Ne Kaldı?

Mesleğimde 42. yılıma girdiğim şu günlerde, kamu ve özel sektör çalışanı, Bakanlık merkez ve taşra bürokratı ve akademisyen kimliğimle, çok değişik konumlarda yirmi birinci Sağlık Bakanı ile çalışmaktayım.

2020 yılında yayınlanan Bakanlığın 100. kuruluş yıldönümü nedeniyle yazdığım “Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları” adlı kitabım Önsöz’ünde de bu kalıcı izlerin bazılarından söz etmiştim (https://halukozsari.com/wp-content/uploads/2023/11/SAGLIK-BAKANLIGININ-100-YILINDA-SAGLIK-BAKANLARI.pdf).

Aynı kitabın 72.sayfasında Halil Şıvgın’ın Sağlık Bakanlığı Döneminde yapılan bazı düzenlemeler şu başlıklar altında sıralanmıştır;

  1. Bakanlıklarda ve Bağlı Kuruluşlarda Avrupa Topluluğuyla İlgili Birimler Kurulması ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerinde Değişiklik, Kanun Hükmünde Kararname, 1989.
  2. Birinci Sağlık Taraması, 1989.
  3. 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 1989.
  4. 11.4.1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 41. Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna 7 Ek ve 3 Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun, 1989.
  5. DPT Sağlık Sektörü Master Plan Etüt Çalışması, 1989-1991.
  6. Sağ-Kur Sistemi Kurulma Hazırlıkları, 1990.
  7. Milli Sağlık Politikası, 1990.
  8. Dünya Bankası Kredili Birinci Sağlık Projesi, 1990.
  9. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1990.

1989 yılındaki Birinci Sağlık Taraması, 1989-1991 yılları arasındaki DPT Sağlık Sektörü Master Plan Etüt Çalışması, 1990 yılında yapılmaya başlanan Sağ-Kur Kanunu hazırlıkları, yine aynı yıl Milli Sağlık Politikası yayınlanması ve Dünya Bankası Kredili Birinci Sağlık Projesi İkraz Anlaşması Halil Şıvgın’ın Bakanlığı döneminde başlamış ve devam etmiş çalışmalar oldu.

İsabetli Arabanın Camını Tıklatma

1989 yılı Ağustos ayında dönemin Başbakanı Merhum Turgut Özal, aynı zamanda Gümüşhane Milletvekili de olan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu ile Sağlık Bakanı Merhum Halil Şıvgın’ın içinde olduğu 8 Bakan ile Gümüşhane’ye gelmişti.

Valilik ziyareti sonrası,  öğle yemeği verilen Gümüşhane’nin köklü ailelerinden Erkan Kocatürk’ün Harşit Çayı kenarındaki konağının bahçesinde ev sahipliği yaptığı öğle yemeğine gidilecekti. Valilik yakınındaki aracıma bindiğimde, arabanın camını tıklatan bir kişi oldu. Ankara’dan geldiğini söyleyen, Sağlık Bakanı Danışmanı Dr. Gaffar Yakın Bey, yemek yenilecek yere nasıl gidileceğini soruyordu. İsabetli bir arabanın camını tıklattığınıİl Sağlık Müdürü olarak aynı yere gittiğimi söyleyerek davet ettim. Dolayısıyla, olabilecek en doğru arabadan yardım rica etmiş oldu. Böylelikle, Gaffar Yakın Bey ile 36 yıldır sürmekte olan ve zamanla karşılıklı saygı sevgiyle abi – kardeş ilişkisine dönüşen köklü samimiyetimizin temeli o gün atılmıştı.

Çorba İçilirken Tatlı Yemek

Emniyet Müdürü ve Jandarma Alay Komutanı, ziyaretten 10 gün kadar önce, o yemekte servis  yapmak üzere İl Müdürlüklerinden destek personel rica etmişti. Sağlık Müdürlüğü’nden görevlendirdiğimiz ekip arkadaşlarımdan Rahmi, yemek yenecek yerde bize yer ayırmıştı. Sadece yer ayırsa iyi, öyle hızlı servis yaptı ki, yan masalarda çorba içilirken biz tatlımızı yiyorduk. İki yıl sonra Afyonkarahisar Milletvekili olan Bakan Danışmanı Gaffar Yakın Bey, Bakanların masasına götürerek beni Sağlık Bakanı Halil Şıvgın ile tanıştırdı.

İlk tanışmamız orada gerçekleşmişti. Gümüşhane sağlık hizmetleri ile ilgili birkaç soru soran Bakan Bey, yemek devam ederken yakında sağlık kuruluşu olarak nerelere gidebileceğimizi sordu. Sonra da sırayla park etmiş makam arabalarına bakarak kendine tahsis edilmiş olan aracın aralarda kaldığını ve çıkmasının mümkün olmadığını fark etti. İsterse en önde duran polis eskortuyla da gidebileceğimizi belirtince, Emniyet Müdürü izniyle polis eskortunda hastane ziyareti yaptık. Makam arabası beklerken, polis eskortundan inen Bakan’ı görünce Başhekim Bey dahil hastane çalışanlarının şaşkınlığı sanki dün gibi gözümün önünde…

Kooperatif Taksiti

Yine aynı araçla dönerken, Merhum Halil Şıvgın, Sağlık Müdürü olarak geçen dört buçuk  senenin yeterli olduğunu, artık Bakanlık merkezde yöneticilik yapmamın çok daha doğru olacağını Danışmanı Gaffar Yakın’a söyledi. Sanıyorum tereddüt duyduğumu hissetmiş olacak, bana dönerek “Yoksa istemiyor musun?” dediğinde, bir anda “Üç yıldır kooperatif taksiti ödediğimiz, iki yılımız kaldığı, Gümüşhane’de lojmanda oturduğumuz, Ankara’da lojman puanımızın ilk gittiğimizde düşük olacağı, ekonomik olarak zorlanabileceğimiz… ” gibi cümleler ardı ardına ağzımdan dökülüverdi.

Oysa ki, aracın arka koltuğunda zaten üç kişiydik; bir yanımda Bakan Bey, diğer yanımda Danışman Gaffar Yakın Bey oturuyordu. Nasıl olsa söylediklerimi düşünürlerdi. Bu sözlerimin üzerine Rahmetli’nin, “Gaffar, her gün bir çok tayin isteği ve muhatapları ile karşılaşıyorum, ben Bakanlığa yönetici olarak alayım diyorum, bana kooperatif taksiti diyor” sözleri Bakanlığa geldikten sonra da uzun süre espri konusu olmuştu.

Ankara’da Bürokrasi Deneyiminin İlk Yılları

Tabii ki, Bakan Bey’in dediği oldu ve bir yıl sonra Ankara’ya geldim, yeni kurulan Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü’nde çalışmaya başladım. Bürokraside Ankara deneyimimin başladığı bu yıllar benim için en az Gümüşhane Sağlık Müdürü olduğum günler kadar önemliydi. Aynı yıl, İkraz (borçlanma) Anlaşması imzalanan Dünya Bankası kredisiyle yürütülecek Birinci Sağlık Projesi için koordinatörlük kurulmuştu.

Neden bir yıl sonra Ankara’ya geldiğim, kötü bir anı maalesef. Gaffar Yakın Bey’in Ankara’ya döndükten sonraki hafta telefonla tayinimi söylediği gün, Rahmetli Eşim kendi kullandığı arabamızla bir trafik kazası geçirmiş ve iki aya yakın süre ayaklarında kum torbalarıyla (traksiyon) Gümüşhane Devlet Hastanesi’nde yatmıştı. O yüzden Ağustos 1989’da yapılan o teklif, Mart 1999’da gerçekleşmişti.

1989 yapılan Sağlık Taraması sonuçları, İl Sağlık Müdürleriyle birlikte dönemin Dünya Sağlık Teşkilatı Başkanı Dr. Asval’ın da davetli olduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde 1990 yılında yapılan bir toplantıyla değerlendirilmişti. O toplantıda beni gören Bakan Bey, öğleden sonra kendisine gelmemi istedi. Bakanlığa gittiğimde, benim geleceğimi Özel Kalem Müdiresi Vefa Çilesiz Hanım’a söylediğini gördüm. Makam’a girdiğimde, önce eşimin yürümeye başlayıp başlamadığını sordu ve sonra da ikinci kez Bakanlığa tayin teklifini yaptı. Bu defa, fikrimi bile almayacak kadar kafasına koymuştu sanki.

Bir gün sonra Ankara’dan dönüşümde benim ve eşimin tayin kararları artık çantamdaydı. Ali Tekin Çelebioğlu’ndan görevi devir alan Gaffar Yakın Bey, Sağlık Projesi Genel Koordinatörü olmuştu. 1990 yılı Mayıs ayında Bakanlığa geldiğimde ilk kurulan ekipte; o dönemde Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi olan ve altı yıl kadar sonra Türk Tabipleri Birliği Başkanı olan Rahmetli Füsun Abla (Sayek), Niyazi Çakmak ve 2000’li yıllarda Afyonkarahisar Milletvekili olan Mahmut Koçak vardı.

Gaffar Yakın Bey artık Gaffar Abi olmuştu. O zamanlar Ankara Sıhhiye’de  Mine Mağazası’nın üstü olarak bilinen binanın 4. katı koordinatörlüğe tahsis edilmişti. 2000’li yıllardan bugüne Sağlıkta Dönüşüm olarak bilinen Sağlık Reformlarının temeli de, o proje kapsamındaki araştırmalarla şekillenmişti. Sağ-Kur Kanunu, bugün Genel Sağlık Sigortası olarak bilinen kanunun, 1990 yılında hazırlanan versiyonuydu. Hatta, beş yıl sonra ikincisi imzalanacak Dünya Bankası Projesi’nin  Washington’daki müzakerelerinde de bulunan Füsun Abla ve Niyazi Çakmak’ın, Birinci Sağlık Projesi sonrasında sağlık reformlarına katkısı burada da devam etmişti.

“Yönetici Lafın Tamamı Anlatılmadan Anlayan Kişi”

Bakanımız Halil Şıvgın, o dönemde bir yıl önceki Sağlık Taraması sonuçlarından Eylem Planı oluşturmak üzere bir Çalışma Grubu kurmuştu.  Çalışma Grubu’nda Füsun Abla ve Niyazi Çakmak ile birlikte Sağlık Projesi ekibinin de içinde olduğu bu grubun çalışması çok beğenildi.

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisans Programına da aynı yıl başlamıştım. Hiç aklımda yokken, Gaffar Abi’nin ısrarı ile başladığım bu programın doktora ile devamının, akademik kariyerim için bir temel oluşturacağını yaşayarak öğrenmiş oldum.

1989-1991 yılları arasında yaşadıklarımın Halil Şıvgın ile ilgili bazı kısımlarını paylaşmaya çalıştım. Doğaldır ki bir çok şahidi olan bu sürecin Merhum’un öznesi olduğu birkaç olayı aktardım. Sağlık yönetiminde Bakan düzeyinde aldığım ilk uygulamalı derslerden birisini anlatarak bitirmek istiyorum. Başlığa da taşıdığım bu ders, bir toplantıda Merhum Halil Şıvgın’ın, “Yönetici lafın tamamı anlatılmadan da öngörülerde bulunarak anlayan kişidir” anlamına gelen tekerlemesidir.

Bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de, bürokrat olarak beraber çalıştığımız, otuzlu yaşlarımın o ilk günlerini tatlı bir hüzünle hatırlayacağım. Merhum Bakanım Halil Şıvgın’ı daima saygıyla hatırlayacağım, Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun. Sağlık sektörü ve ailesine engin sabırlar diliyorum.

Kronik Hastalıklar ve Sağlık Sigortacılığı Risk Değerlendirmesi

Kronik Hastalıklar ve Sağlık Sigortacılığı Risk Değerlendirmesi

Kronik hastalıklar, son dönemde sıklıkla kullanılan adıyla bulaşıcı olmayan hastalıklar; nüfus artışı ve ortalama yaşam süresi uzamasıyla birlikte, hasta olunma (morbidite) ve ölüm (mortalite) sayısı giderek artan bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de 2024 yılı nüfusunun yüzde 10’unu aşan kısmı yaşlı bireylerden oluşmakta, bunun en az üçte birinde bir kronik hastalık bulunmaktadır.

Kronik hastalıklar, son dönemde sıklıkla kullanılan adıyla bulaşıcı olmayan hastalıklar; nüfus artışı ve ortalama yaşam süresi uzamasıyla birlikte, hasta olunma (morbidite) ve ölüm (mortalite) sayısı giderek artan bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Dolayısıyla, yaşlı nüfusun sağlığına olumsuz etkileri nedeniyle bir halk sağlığı sorunu olarak da kabul edilmektedir. Doğaldır ki, sıklığıyla ve getirdiği ek yüklerle ülkelerin sağlık politikasında da hep gündemde kalmaktadır.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de 2024 yılı nüfusunun yüzde 10’unu aşan kısmı yaşlı bireylerden oluşmakta, bunun en az üçte birinde bir kronik hastalık bulunmaktadır.

Risk Faktörleri

Sağlık Bakanlığı 2017 yılında ilkini yayınladığı “Türkiye Hanehalkı Sağlık Araştırması: Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Risk Faktörleri Prevalansı” çalışmasının ikinci fazı olarak nitelendirdiği 2023 araştırmasında (https://hsgm.saglik.gov.tr/media/attachments/2025/05/12/turkiye-hanehalki-saglik-arastirmasi-2023.pdf)  2017-2023 çalışmaları karşılaştırılmaktadır. Mayıs 2025 tarihli bu yayın, izleme değerlendirme mekanizması olarak karar vericilere yol gösterici boyutta büyük önem taşımaktadır. Hazırlanmasından yayınına, emeği geçen Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü ekibine teşekkür ediyorum.

Dünya Sağlık Örgütü, Kronik Hastalıklarla İlgili Risk Faktörü İzleme Yaklaşımı, kısa adıyla STEPwise olarak bilinen bu yöntemle, kronik hastalıklar ve risk faktörleri için veri toplama ve analizi konusunda standartlaştırılmış bir süreç de geliştirmiştir.

Temel risk faktörlerini kapsayan anket  kapsamında;

  • tütün kullanımı,
  • alkol tüketimi,
  • fiziksel aktivite eksikliği,
  • sağlıksız beslenme gibi ana davranışsal risk faktörleri sorgulanmaktadır.

Ek olarak;

  • aşırı kilo ve obezite,
  • yüksek kan basıncı,
  • yüksek kan şekeri ve
  • anormal kan lipid değerleri gibi temel risk faktörleri de incelenmektedir. Hatta, bazı genişletilmiş modüller yoluyla, bu risk faktörleri; diş sağlığı, cinsel sağlık ve yol güvenliği gibi çeşitli konuları değerlendirilebilecek şekilde genişletilebilmektedir.

Sağlık Bakanı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu ve dönemin Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Ofisi, Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Sağlıklı Yaşam Program Yöneticisi Prof. Dr. Toker Ergüder, yayının önsözlerini yazmış.

15 yaş ve üstü bireylerle hane halkı temelli bu çalışmada, 6017 kişi katılımı ve toplam cevaplılık oranı yüzde 80,9 olan, Eylül-Kasım 2023 arası, üç aşamalı bir STEPS anketi uygulandığını belirtmektedir;

  1. Sosyodemografik ve davranışsal bilgiler,
  2. Boy, kilo ve tansiyon gibi fiziksel ölçümler,
  3. Kan şekeri, hemoglobin A1c, kolesterol düzeyleri ve ortalama günlük tuz tüketimi.

Araştırma bulgularına göre, Türkiye’de 15 yaş ve üzeri nüfusa yönelik çarpıcı sonuçlar şu ana başlıklarla özetlenebilir;

  • Yüzde 34,8’i tütün ürünü kullanıyor, bu oran erkeklerde yüzde 46,1, kadınlarda yüzde 23,6,
  • Her beş kişiden dördü (yüzde 81,0) yaşam boyu alkol tüketmemiş, yüzde 10,2 son 30 günde alkol kullanmış, yüzde 5,9 son 30 günde en az bir kez tek seferde altı ya da daha fazla standart içki tüketmiş,
  • Meyve ve sebze tüketiminde yüzde 87,9 olan günde beş porsiyondan daha az meyve ve sebze tüketimi nedeniyle kişiler bulaşıcı olmayan hastalıklar açısından yüksek risk altında, bu oran erkekler için yüzde 88,2 kadınlar için yüzde 87,6,
  • Nüfusun yüzde 32,1’i Dünya Sağlık Örgütü sağlık için fiziksel aktivite tavsiyelerini (haftada 150 dakikadan az, orta yoğunlukta fiziksel aktivite ya da eşdeğeri) karşılamamakta,
  • Nüfusun yüzde 16,7’sinin kan basıncı düzeyinin ve yaklaşık üçte birinin kan glukozu düzeyinin hiç ölçülmediği belirlenmiş,
  • 50–70 yaş arası her beş kişiden üçü hiç gaitada gizli kan testi yaptırmamış,
  • 30–65 yaş arası kadınların yarıdan fazlası yüzde 54,2 servikal kanser taraması, 40–69 yaş arası kadınların beşte üçü mamografi yaptırmış,
  • Ortalama beden kitle indeksi (BKİ) erkeklerde 26,5 kg/m2, kadınlarda 27,5 kg/m2 olarak hesaplanmış, nüfusun yüzde 35,5’i fazla kilolu (BKİ≥25 kg/m2), yüzde 25,4’ü obez olarak saptanmış (BKİ≥30 kg/m2), obezite, kadınlarda yüzde 30,8, erkeklerde yüzde 20,2 (kadınlarda erkeklere göre 1,5 kat daha fazla) bulunmuş,
  • Hipertansiyon nedeniyle ilaç kullananlar da dahil olmak üzere sistolik kan basıncı 120,3 mmHg, diyastolik kan basıncı 77,9 mmHg olup, yaklaşık her beş kişiden birinin hipertansiyonunun olduğu görülmüş,
  • Ortalama açlık kan glukozu değeri 88,0 mg/dl ve yaşla birlikte artmakta,
  • Ortalama total kolesterol düzeyi 163,5 mg/dl, bu değer kadınlarda 171,1 mg/dl, erkeklerde 155,7 mg/dl,
  • Erkeklerin yüzde 43,4’ünde ve kadınların yüzde 56,1’inde HDL kolesterolü optimal düzeyin altında,
  • Günlük ortalama tuz tüketimi 9,9 gram (erkeklerde 11,3 g/gün ve kadınlarda 8,5 g/gün), 40–69 yaş arası nüfusun yüzde 12,7’sinde on yıllık Kalp Damar Hastalığı riski yüzde 30’un üzerinde, risk erkeklerde yüzde 15,6, kadınlarda yüzde 9,7,
  • Birleşik risk faktörleriyle ilgili olarak, nüfusun yüzde 3’ten azında belirtilen risk faktörlerinin hiçbiri bulunmazken, yüzde 44,8’inde 3–5 risk faktörü vardır.

2017 ile 2023 çalışması karşılaştırıldığında saptanan bazı çarpıcı değişiklikler şunlardır;

  • Toplumda fiziksel aktivite konusunda gelişmeler olduğu görülmesine karşın, normal bir haftada meyve tüketilen ortalama gün sayısı her iki cinsiyette de azalmış,
  • Beden Kitle İndeksi ile ilgili göstergelerin tümünde olumlu değişiklikler gözlenmiş; obez bireyler yüzde 28,8’den yüzde 25,4’e düşmüş, obez bireyler yüzdesindeki azalma eğilimine en önemli katkı kadınlardan gelmiş (2017 yüzde 35,9; 2023 yüzde 30,8),
  • Yüksek kan basıncı (140/90 mmHg’dan fazla) olan ve tansiyon tedavisi almayan kişilerin yüzdesi 2017’de yüzde 57,1 iken 2023’te yüzde 44,2’ye düşmüş,

Bulguların Sağlık Sigortacılığı Risk Değerlendirmesindeki Önemi

Teknik gibi görülen ancak hepimizin sağlığını yönetme sorumluluğu gereği izlememiz gereken bir kavramdan söz etmek istiyorum; beden kitle indeksi. Orjinali BMI yani Body Mass Index olan bu kavramda; kilonun boyun karesine bölümü ile çıkan sonuçla ideal kiloda olup olmadığınızı anlayabilir ya da ne durumda olduğunuzu görebilirsiniz. Vücut yağ miktarının bir göstergesi olarak değerlendirilir ve obezite durumunun belirlenmesini sağlar. Dolayısıyla kişinin sağlıklı bir kiloda olup olmadığının tespitine yarar. Buna göre;

  • 5’a kadar bir değer zayıf,
  • 5 – 24.9 arasındaki bir değer normal kilolu,
  • 0 – 29.9 arasındaki bir değer fazla kilolu,
  • 0 – 34.9 arasındaki bir değere 1. derece obezite,
  • 0 – 39.9 arasındaki bir değer 2. derece obezite (aşırı obez),
  • 40 ve üstü bir değer 3. derece obezite olarak değerlendirilir.

Tüm bunlar aslında, sağlık hizmeti karar vericilerinin değerlendirmesi gereken önemli ölçütlerdir. İster finansman öncelikleri, ister hizmet sunumu, isterse mevzuat geliştirme açısından olsun; sağlık yönetiminin her düzeyinde dikkate alınmayı gerektirir. Merkezi yönetim düzeyinde de, yerel yönetim düzeyinde de, stratejik veya operasyonel açıdan değerlendirmeye alınırlar.

En önemlisi de, sağlık sigortacılığı risk değerlendirmesi aşamasında bu yaklaşımların dikkate alınmasıdır. Sağlığı koruma ve geliştirme için teşvik mekanizmaları ile kamu ve özel sağlık sigortacılığında risk paylaşımı oluşturma modelleri kurma bu açıdan çok değerli olacaktır. Bu bakışla, geleceğe yönelik projeksiyonlarda olduğu kadar geçmişe yönelik karşılaştırmalarda da “Türkiye Hanehalkı Sağlık Araştırması: Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Risk Faktörleri Prevalansı-2023” satır satır sayfa sayfa analiz etmek gerekir. Çünkü bulaşıcı olmayan hastalıklar yalnızca bugünün değil geleceğin de sağlık yönetimi gündeminde hep olacaktır. Kamu sağlık sigortacılığında bütünleşik sağlık hizmetleri boyutuyla, özel sağlık sigortacılığında tazminat prim oranı gerçekleşme ve öngörülerinde bu analizler dikkatle takip edilmelidir.

İnsani Gelişme Son 35 Yılın En Düşük Seviyesinde

İnsani Gelişme Son 35 Yılın En Düşük Seviyesinde

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı her yıl insani gelişmişlik raporu yayınlamaktadır. 2025 Mayıs ayında yayınlanan son raporda, insani gelişmişlikte yaşanan ilerlemenin yavaşladığı ve son 35 yılın en düşük seviyesine geldiği tespiti yer almaktadır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (United Nations Development Programme, UNDP), her yıl insani gelişmişlik raporu yayınlamaktadır (https://hdr.undp.org/human-development-report-2025). 2025 Mayıs ayında yayınlanan son raporda, insani gelişmişlikte yaşanan ilerlemenin yavaşladığı ve son 35 yılın en düşük seviyesine geldiği tespiti yer almaktadır.

Bir Tercih Meselesi: Yapay Zeka (YZ) Çağında İnsanlar ve İhtimaller” adlı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2025 İnsani Gelişme Raporu’nda, sağlık ve eğitimle birlikte gelir düzeyi açısından ilerlemeleri kapsayan ve İnsani Gelişme Endeksi (İGE) olarak bilinen göstergeler bütününde analiz ediliyor.

2024 yılına yönelik öngörüler, dünyanın dört bir yanındaki bölgelerde İGE ilerlemelerinin durakladığını ortaya koyuyor. 2020-2021 dönemindeki krizlerin ardından kalıcı iyileşmeler yerine, ilerlemenin beklenmedik derecede zayıf kaldığı ortaya konuluyor.

Küresel insani gelişmedeki bu zayıf durum, 1990 yılından bu yana ilk kez gerçekleşen bir özellik olarak aktarılıyor. Küresel düzeydeki yavaşlamaya ek olarak, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki eşitsizliklerin giderek derinleştiği de gösteriliyor.

Yapay Zeka ve Yeni İş Fırsatları

UNDP Başkanı Steiner, “Yaşamımızın birçok yönünde hızla ilerlemeye devam eden yapay zekanın gelişmeye yönelik potansiyelini de değerlendirmeliyiz. Neredeyse her gün yeni yetkinlikler ortaya çıkıyor; yapay zeka her derde deva olmayacaksa bile, bizim yapacağımız tercihler, insani gelişmeyi yeniden canlandırarak yeni yollar ve olasılıklara kapıyı açma potansiyelini taşıyor.”

Rapor’a göre, insanların yüzde altmışı yapay zekanın yeni iş fırsatları oluşturacağından umutlu, hatta yapay zekanın gelişmeyi yeniden nasıl canlandırabileceği de gösteriliyor. Yapay zekanın getirebileceği değişikliğe yönelik anket sonuçlarına göre, cevaplayanların yarısı, yapay zekanın işlerinde otomasyon yaratacağını düşünüyor. On cevaptan altısı ise yapay zekanın günümüzde belki de var olmayan işlere ilişkin fırsatlar oluşturarak kendi istihdamlarında olumlu etkilenme bekliyor.

Yüzde 13 cevap, yapay zekanın iş kaybına yol açabileceği belirtirken, düşük ve orta İGE değerlerine sahip ülkelerde yüzde 70 cevap yapay zekanın üretkenlikleri artıracağı, üçte ikisi önümüzdeki yılda yapay zekayı eğitim, sağlık veya iş amacıyla kullanmayı bekliyor.

Yapay zekaya insan odaklı bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğini savunan raporda, anket sonuçlarına göre, dünya genelinde insanların bu tür bir “sıfırlamaya” hazır olduğunu gösteriyor.

Eyleme geçilmesi gereken üç kritik alan şöyle açıklanıyor:

  • İnsanların yapay zeka ile rekabet etmek yerine onunla iş birliği yaptığı bir ekonomiyi inşa etmek,
  • Yapay zekanın tasarımdan uygulanmasına kadar, yaşam döngüsüne insan iradesini yerleştirmek,
  • Eğitim ve sağlık sistemlerini 21. yüzyılın gereklerini karşılayacak şekilde modernleştirmek.

Yapay zekayı demokratikleştirme sürecinin devam ettiği belirtilerek, anketi cevaplayanların yaklaşık beşte biri, yapay zekadan yararlandıklarını bildiriyor. İnsani gelişme düzeyi daha düşük ülkelerde üçte ikinin önümüzdeki yıl içinde eğitim, sağlık veya iş alanında yapay zekayı kullanmayı beklediğine dikkat çekiliyor. Oluşabilecek yeni olasılıklardan hiç kimsenin mahrum kalmaması için, elektrik ve internet açıklarının kapatılması öneriliyor.

“İnsani gelişmeye yönelik bu teknolojik geçişin mirasını, önümüzdeki yıllarda yapacağımız tercihler tanımlayacak” tespitinde bulunan UNDP İnsani Gelişme Raporu Ofisi Direktörü Pedro Conceição; “Doğru politikalar oluşturulduğunda ve merkeze insanlar alındığında, yapay zeka, çiftçilerden küçük işletme sahiplerine kadar herkesi güçlendirecek yeni bilgi, beceri ve fikirlere açılan son derece önemli bir köprü olabilir” görüşünü savunuyor.

Türkiye Yerini Korudu

Rapora göre, Düşük İGE ile Çok Yüksek İGE düzeyine sahip ülkeler arasındaki eşitsizlikler üst üste dört yıldır artmaya devam ediyor. Bu durum, zengin ve yoksul ülkeler arasındaki eşitsizliklerin azalacağını değerlendiren uzun vadeli eğilimin de terse çevrilebileceğini gösteriyor.

2025 İnsani Gelişme Raporu’nda yer alan 2023 İnsani Gelişme Endeksi’ne (İGE) göre, Türkiye 0,853’lük İGE değeri ile “çok yüksek insani gelişme” kategorisindeki yerini koruyor. 2025 İGR verilerine göre, Türkiye’nin 1990 yılında 0,598 olan İGE değeri 2023 yılında 0,853’e yükselerek yüzde 42,6 oranında artış gösterdi. Bu dönemde, Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi 9,3 yıl; beklenen öğrenim süresi 10,9 yıl; ortalama öğrenim süresi 4,5 yıl ve gayrisafi milli hasıla yüzde 170,9 oranında arttı.

0.756 dünya, 0.916 OECD ortalaması olan bu sıralamaya göre, Türkiye 193 ülke arasında 51. olarak yer almaktadır. Bulunduğu sınıf, 74 ülkenin sıralandığı çok yüksek İGE düzeyidir. İzlanda, Norveç, İsviçre,  Danimarka, Almanya ilk 5 içindeki ülkelerdir.

Sonucu Yargılamak Yerine Süreci Değerlendirmek

UNDP İnsani Gelişmişlik Raporu 2025 tespitleri dikkate alındığında, Başkan Achim Steiner’in “Küresel çapta yaşanan bu çalkantının ortasında, gelişmeyi artırmak için acilen yeni yollar araştırmalıyız” vurgulaması önemlidir.

Hatta, “On yıllardır, 2030’a kadar dünyada çok yüksek insani gelişme düzeyine ulaşma yolunda ilerledik; ancak bu yavaşlama, küresel ilerleme açısından son derece gerçek bir tehdide işaret ediyor, eğer 2024’te bu kadar yavaş kaydedilen ilerleme ‘yeni normal’ haline gelirse, 2030 hedefi onlarca yıl ötelenebilir, o zaman, dünyamız daha güvensiz, daha bölünmüş, ekonomik ve ekolojik şoklara karşı daha kırılgan hale gelecektir” öngörüsü bu vurguyu daha da dikkate değer yapmaktadır.

Küresel insani gelişmedeki bu zayıf artış, özellikle sağlık sektörü için önemsenmelidir. Sağlıklı toplumların üretkenliği ve refaha katkısı inkar edilemez bir gerçektir. Sonucu yargılamak yerine süreci değerlendirme ilkesinden hareketle bu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Bu yüzden, UNDP İGE çalışmalarının başlatıldığı 1990’lı yıllardan bugüne gerçekleşen bu en düşük artış, başta sağlık yöneticileri için bir alarm olarak algılanmalıdır. Her düzeyde sağlık yönetimi karar vericilerine uluslararası karşılaştırma fırsatı veren ve küresel bakış kazandıran bu tür raporlar, sadece tatil dönemlerinde okunacaklar listesinde yer almamalıdır. Bu tür raporlar karar verme dayanaklarımızı sağlamlaştırmalı, tutarlı adımlarımızı güçlendirmelidir.