Çocukların ‘Parmak Uçları’ Sağlam Kaldı

Çocukların ‘Parmak Uçları’ Sağlam Kaldı

Tip 1 Diyabetli Çocukların sürekli glikoz takip sistemleri yani sensör aracılıyla kan şekeri izlem sistemi ile ilgili geçen hafta karar çıktı ve sensörlerle ilgili düzenleme 12 Aralık 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Sonuç olarak, sensörlerin ödenmesi SGK ödemesi kapsamına alındı.

Geçtiğimiz haftaki yazımda, bu hafta için “Sigortacılıkta Gelecek Senaryoları: 2040’a Giden Yolda Olası Yönelimler” adlı raporun özellikle yapay zeka açısından yaklaşımlarını paylaşacağımdan söz etmiştim. Ancak geçen hafta, 25 Kasım 2024 tarihli “Parmak Uçlarımız Bize Kalsın” başlıklı yazımda değindiğim konu ile ilgili önemli bir gelişme olduğundan, o konuyu gündeme getirmenin daha doğru olacağını düşündüm. Sigortacılıkta yapay zeka konusunda yapılanları önümüzdeki hafta paylaşacağım.

Sensörler SGK Kapsamında

Tip 1 Diyabetli Çocukların sürekli glikoz takip sistemleri yani sensör aracılıyla kan şekeri izlem sistemi ile ilgili geçen hafta karar çıktı ve sensörlerle ilgili düzenleme 12 Aralık 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı (https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2024/12/20241212-7.pdf). Sonuç olarak, sensörlerin ödenmesi SGK ödemesi kapsamına alındı.

Ödemenin ana başlıklarını şu şekilde özetlemek mümkün;

  • 2-18 yaş grubu çocuklar için aylık 3500 TL geri ödeme yapılabilecek, sensör ücreti aylık 3500 liradan fazlaysa kullanıcı farkını vererek alacak,
  • En az bir çocuk endokrin uzmanın olduğu yıllık sağlık kurulu raporu yeterli olacak,
  • Reçeteyi çocuk endokrin uzmanı, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı (pediatrist), aile hekimi yazabilecek,
  • Yapılan hesaplara göre, ülkemizdeki tip 1 diyabetli çocuklara yılda 1 milyar, ayda 100 milyon TL civarında bir destek verilmiş olacak,

Koruyucu Sağlık Hizmetlerinde İzleme Aracı

Yaklaşık 30 bin çocuk ve ailesinin hayatını kolaylaştıracak bu yenilikle, hem diyabet maddi yükü hafifletilecek hem de çocukların yaşam kalitesini artacaktır. Her yıl yaklaşık 2 bin çocuğun daha bu tanıyı aldığı ve parmaklarının günde neredeyse 10 kez delinerek kan şekeri ölçümü ile gereken doz insülin almak durumunda olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Onun için de, Tip 1 Diyabetli çocuklar ve anne-babaları ile doktorları “Sensörlerimizi ödeyin, parmaklarımız bize kalsın” diyordu. Cilt altı glikoz izlem cihazlarıyla parmak delinmeden cilt altından her 5 dakikada bir yani günde 288 kez şeker düzeyi ölçülebiliyor.

Yıllar önce, çocuğuna Tip 1 Diyabet teşhisi konulmuş bir annenin “insülin tedavisinde üç ana, üç ara öğün ile yatarken de olmak üzere toplam yedi kez çocuğunun parmağını deldiğini, hatta şeker ölçüm çubuklarının parasının yüzde 80’ini kendimiz ödüyoruz” sözlerini duyduğumda çok etkilendiğimi hatırlıyorum.

Sensörlerin SUT kapsamına girmesi, koruyucu sağlık hizmetleri adına çok önemli bir izleme aracı olacak.

Uzmanları; ödeme miktarının yükseltilmesi, 18 yaş üstü tip 1 diyabetliler, gebe diyabetliler ile kronik hipoglisemisi olan çocukların da kapsanmasında yarar olduğunu vurguluyorlar.

Sensör teknolojisi ile glikoz seviyelerini izleyen cihazlar, sadece diyabetlilerin yaşam kalitesini artırmıyor uzun dönemde diyabetle ilişkili komplikasyon risklerini de azaltıyor. Uzun yıllardır konuya ilişkin çaba gösterenler, genel olarak oluşabilecek yararları şu başlıklarla özetliyor;

  • 24 saat sürekli glikoz izleme yoluyla diyabet yönetiminde kapsamlı bir takip sağlanabilir,
  • Her an ve her yerden takip edilebilen kan şekeri değerleriyle, hasta ve hasta yakınları diyabet yönetiminde bilgiye dayalı kararlar alabilir,
  • Kan şekeri dalgalanmaları önlenerek düşük veya yüksek kan şekerinin olası riskleri azaltılabilir,
  • Özellikle gece veya uykuda olabilecek kan şekeri düşüklüğü paniği önlenebilir ve diyabete bağlı stres azaltılabilir,
  • Parmaktan kan alma yoluyla yapılan sık ölçümlerin sıkıntısı ve özellikle çocukların tedirginliği ortadan kaldırılabilir,
  • Uzun dönem diyabet komplikasyonları yüzde 40 azaltılabilir.

Yıllar Süren Mücadele

Konuya yıllarını veren, Prof. Dr. Şükrü Hatun, önceden “Dünyada diyabetli çocukların sağlığı ile uğraşan birçok uzman, diyabetli çocukların uzun dönemli kan şekeri dengeleri ve komplikasyonların önlenmesi bakımından tanıdan sonraki ilk altı ayın önemli olduğunu ve mümkünse bütün çocuklarda tanıdan hemen sonraki günlerde sensör takılmasını öneriyor. Sensörler son 10 yılda diyabet tedavi ve izleminde en çok fark yaratan gelişme ancak ülkemizde kullanım oranı çok düşük. Diyabet teknolojilerine ulaşımda düşük sosyoekonomik düzeydeki aileler çok büyük zorluk yaşıyor, çaresiz ve üzgünler. Eğer tip 1 diyabetli çocukların sensörlere eşit erişimi konusunda bir adım atılırsa, tedavide ve yaşam kalitesinde fark yaratan ürünlere sadece imkanı olanların değil, bütün çocukların ulaşması sağlanmış olacak” diyordu.

Diyabetli Çocuklar Vakfı Başkanı Şükrü Hatun Hoca, bu hafta ise “Yedi yıldır bu anı beklediğimizi söylesek yalan olmaz, çünkü bu sevinçli haberin ülkemizde yankılanacağını ve ülkemizdeki tip 1 diyabetli çocukların bakımına büyük katkıda bulunacağını biliyorduk” diyerek sevincini paylaşıyor.

Başta Şükrü Hatun Hoca olmak üzere, bu süreçte emeği geçen tüm ilgililere özel teşekkür etmek gerekiyor.

Sağlık Sigortaları Ödeme Listeleri

Uzaktan sağlık hizmetlerinin izlenmesindeki yenilikleri amacına uygun kullanabilmek için, kısa sürede daha çok alana müdahale etmek gerekir. Bunları yapmak için atılacak her yenilikçi adım, teknolojiyi takip ile ivme kazanabilir.

Ancak bir başka kalıcı adım da, kamu veya özel sağlık sigortaları ödeme listelerinde yer alması ile atılabilir. Çünkü, sağlığın uzaktan takibini destekleyen teknolojiler, daha az maliyetle daha kaliteli sağlık hizmeti sonucunu doğuracaktır.

Daha da akılcı bir hamle olarak, toplumun genel sağlık düzeyini yükseltmek için sağlığı geliştirici ve koruyucu müdahalelere öncelik verilmelidir.

Zaten 2006 yılında yasalaşan 5510 sayılı Kanun 63.Maddesi’nde Finansmanı Sağlanan Sağlık Hizmetleri ve Süresi başlığı altındaki ilk hizmet olarak “Kişilerin hastalanmalarına bakılmaksızın kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile insan sağlığına zararlı madde bağımlılığını önlemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri” yer almaktadır. 18 yıl önce yapılan bu düzenlemeye de uygun olarak, çocukların parmak uçları sağlam kaldı türünden örnekleri çoğaltmak daha kolay olacaktır.

Sigortacılıkta Gelecek Senaryoları

Sigortacılıkta Gelecek Senaryoları

Geçtiğimiz ay, “Sigortacılıkta Gelecek Senaryoları: 2040’a Giden Yolda Olası Yönelimler” adlı bir rapor yayınlandı. Dayanağı, Economist Impact, SAS sponsorluğunda yaptığı kapsamlı bir araştırmadan kaynaklanıyor. Rapor, küresel anlamda, sigorta sektöründe 2040 yılına kadar karşılaşılabilecek süreci araştırmış ve dört farklı senaryoda derlemiş. Genel olarak, küresel iş birliği ve teknolojinin sigortacılığa etkileri gündeme getiriliyor.

Geçtiğimiz ay, “Sigortacılıkta Gelecek Senaryoları: 2040’a Giden Yolda Olası Yönelimler” adlı bir rapor yayınlandı.  Dayanağı, Economist Impact, SAS sponsorluğunda yaptığı kapsamlı bir araştırmadan kaynaklanıyor. 14 Kasım 2024 tarihli raporun özeti, Türkiye Sigorta Birliği web sitesinde yer alıyor. Raporun tamamına ulaşılabiliyor (https://impact.economist.com/perspectives/financial-services/the-path-to-2040-four-possible-scenarios-for-insurance). Bu hafta bu rapordan alıntıları önümüzdeki hafta da özellikle yapay zeka açısından yaklaşımları paylaşacağım.

Rapor, küresel anlamda, sigorta sektöründe 2040 yılına kadar karşılaşılabilecek süreci araştırmış ve dört farklı senaryoda derlemiş. Genel olarak, küresel iş birliği ve teknolojinin sigortacılığa etkileri gündeme getiriliyor.

Belirsizlikle Mücadele

İlk bölümde, sigorta sektörünün bir dönüm noktasında olduğundan söz edilerek, temelde risk yönetimiyle ilgilenilen sektörün, önümüzdeki yıllarda evrimini bile değiştirecek bir çok belirsizlikle mücadele edildiği ifade ediliyor. İklim değişikliğinin doğurduğu hava olayları ve doğal afetlerin sıklığının artarak devamı, jeopolitik değişkenlikler, demografik yapıda yaşanan farklılaşmalar gibi nedenlerin sektörü önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak zorluklarla yüz yüze getirebileceği vurgulanıyor.

Belirsizlikler artarken risklerin azaltılamaması sonucunda, bu risklerin karşılanabilirliği  konusunda baskıların yoğunlaştığı ifade ediliyor. Özellikle de düşük gelirli haneler ile iklim risklerine sahip bölgelerde görülen bu durumun diğer piyasalar için de geçerli olduğu örnekleniyor. Bu kapsamda, 2020’den 2023’e kadar, ABD, İngiltere, Avustralya ve Japonya gibi büyük pazarlarda ev sigortası primlerinin harcanabilir gelirlerden daha hızlı artığı ve sigortayı daha az uygun hale getirdiğinden söz ediliyor.

Teknolojik gelişmelerin de sigortacılığın geleceğini şekillendirmede rol oynadığına değiniliyor. Daha fazla bağlantılı sensör ve cihazlar, kişiselleştirilmiş özellikleri ağır basan teminatlar, gerçek zamanlı risk değerlendirmelerin önleyici bakım için yeni fırsatlar doğurduğu aktarılıyor.

Sigortacıların da, yapay zekayı daha fazla kullanarak operasyonlarını kolaylaştırdığı, karar vermeyi geliştirdiği ve risk yönetimini iyileştiren yenilikçi hamlelerden yararlandığına dikkat çekiliyor. Böylelikle, teknolojik gelişme hızının bölgeler arasında değişiklik göstereceği ve eşitsizliklerin derinleşebileceği öngörüsünde bulunuluyor.

Bu zorluklara ek olarak, sigortalı beklentileri ve düzenleyici mekanizmalarla birlikte sigortacılar için bazı riskler ile fırsatların birlikte değerlendirilme gereğinden söz ediliyor. Öngörülebilirliğin azaldığı bu tür ortamlarda, sektörün stratejik olarak gelişme yeteneğinin yeniden şekillenebileceği tahmini yapılıyor. Geleneksel riskten kaçınma eğiliminin ötesine geçilerek yeni ürünler ve yenilikçi iş modelleri esnekliği gösterilebileceği ifade ediliyor.

2040’a Giderken Senaryolar

Senaryo planlamasının, stratejilerin uzun vadeli hedeflerle uyumlu hale getirilmesine yardımcı olacağı vurgulanarak, dayanıklılık ve çevikliğin teşvik edileceği öne çıkarılıyor.

Sigorta sektörünün geleceğini şekillendirebilecek dört farklı yol ortaya konuluyor. 2040’a kadar kullanıcı odaklı teknolojik inovasyonların, sektörün iklim dayanıklılığına odaklanmasına fırsat tanıyabileceği öne sürülüyor.

Ancak, sigorta sektörünün yalnızca en zengin kesimler için erişilebilir bir lüks haline gelme olasılığı da olduğu belirtiliyor. Sektördeki potansiyel değişimler ve bu değişimlere uyum sağlamada teknoloji ile iş birliğinin nasıl bir rol oynayacağı ele alınıyor.

 Economist Impact Kıdemli Analisti Edwin Saliba, ortaya konulan senaryoların geleceği tahmin etmek değil, sigorta şirketlerine olası gelecek hakkında bilgi sunmak ve onları bu geleceğe daha iyi hazırlanmak için konumlandırmak amacıyla hazırlandığını belirtiyor.

Araştırmaya göre, zorlukların üstesinden gelmek için global iş birliği ve teknolojik ilerleme hızına belirleyici olacak. Doğal olarak zorlukların başında, iklim krizine yer veriliyor.

SAS Küresel Sigorta Baş Danışmanı Franklin Manchester, “Sigorta sektörünün 2040’a kadar çökmesi mümkün. Bu da sigortacıları artan risklere ve dayanıklılığa yönelik hazırlık yapmaya zorlamalı” öngörüsünde bulunuyor.

Senaryo 1: İzolasyon ve Düzensiz Teknolojik Büyüme

İlk senaryo, izolasyona dayalı küresel politikalar ve sınırsız teknolojik gelişmeler olabilir. Gelişmiş ülkelerin daha çok çevreci teknolojilere yatırım yapabileceği, gelişmekte olanların ise bundan olumsuz etkilenebileceği tahmin ediliyor.

Bu senaryoya göre, sigorta sektöründe eşitsizlik artabilir ve riskli bölgelerdeki sigorta boşluğu büyüyebilir.

Senaryo 2: Kullanıcı Odaklılık ve İklim Dönüşümü

Dijital kimlikler ve veri gizliliği konusundaki düzenlemeler, küresel işbirliğini artırarak, sigorta şirketlerinin önlem odaklı yaklaşım sergilemesine yol açabilir. Teknoloji kullanımının artışıyla demokratikleşmesi, sigortacıların kullanıcılarına kişiselleştirilmiş ürünler sunmasına fırsat sağlar.

Bu senaryoda sigorta, proaktif bir şekilde iklim değişikliğiyle başa çıkmayı teşvik edebilir.

Senaryo 3: İklim Direnci ve Kurumsal Sürdürülebilirlik

Büyük ekonomiler sürdürülebilirlik ve afetlere müdahale politikaları hayata geçirirken, sigorta şirketleri de risk modellemelerini ön planda tutabilir.

 Bu senaryoda, düşük gelirli ülkeler yaşam kaynaklarını korumaya çalışabilir, gelişmiş ekonomiler iklim riskine dayalı finansal ürünleri devreye alabilir.

Senaryo 4: Yetersiz İnovasyon ve Küresel Çatışmalar

Kamunun ve özel sektörün iş birliği yapmaması sonucunda, küresel çatışmalar artabilir ve iklim değişikliğiyle mücadelede zayıf performans sergilenebilir.

Böylece, sigorta sektörü, doğrudan etkilenmiş olan bölgelerde korunma açığı yaşayabilir ve yerel topluluklar kolektif risk havuzlarına yönelebilir.

SAS Risk, Suistimal ve Uyumluluk Çözümleri Sigorta Lideri Thorsten Hein, sektördeki kayıpların hızla artabileceğine dikkat çekiyor.  “Sigorta sektörü, hızla değişen bir dünyada hayatta kalmak ve gelişmek için yapay zeka gibi teknolojilere yatırım yapmalıdır. Aksi takdirde, ‘insanları koruma’ amacını yerine getirememe riskiyle karşı karşıya kalabilirler” şeklinde uyarmaktadır.

Tüm bu senaryoların detayları raporda aktarılıyor. Zaten Türkiye Sigorta Birliği özetinde de ana başlıklarıyla yer almış. Thorsten Hein uyarısından da yola çıkarak, önümüzdeki hafta yapay zeka açısından özellikle sağlık sigortacılığı özelinde bazı yaklaşımları paylaşacağım.

Değer Temelli Fiyatlandırma

Değer Temelli Fiyatlandırma

Sosyal sağlık sigortacılığı yani ülkemiz özelinde Genel Sağlık Sigortası primleri, sağlık finansmanının tek kaynağı olmamalıdır. Ne yazık ki böyle bir yanlış algı var, düzeltilmelidir. Prim sağlık hizmetlerinde tek finansman kaynağı değildir. Kaynak oluşturmada, çeşitlilik sağlanmalıdır.

Geçtiğimiz hafta, moderatör olduğum bir Panel’de “Değer Temelli Fiyatlandırma ve Geri Ödeme: Türkiye İlaç Sektöründeki Zorluklar ve Fırsatlar” tartışıldı. Ghent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde Sağlık ve Refah Ekonomisi Kıdemli Profesörü olan Lieven Annemans’ı yıllar önce “Ekonomist Olmayanlar İçin Sağlık Ekonomisi” kitabıyla tanımıştım. Değer temelli fiyatlandırma konusunda vurguladığı başlıklar nedeniyle, kendisine bir kez daha saygı duydum. Bu haftaki yazımda, sempozyumun izleyebildiğim bölümlerinde öne çıkan bazı başlıkları paylaşmak aktarmak ve kısa arayla Değer Temelli Fiyatlandırma konusuna tekrar değinmek istiyorum. Toplantının ev sahibi olan Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği AİFD, eminim izin veren konuşmacıların sunumlarını da web sitesine yükleyecektir. Siteyi takip edip bu sunumları incelemenizi tavsiye ederim.

Sağlık Yatırımlarının Refahı Güvence Altına Alma Potansiyeli

Sempozyumun ana konuşmacısı Prof. Dr. Ostwald, “Geleceği Şekillendirmek: Değer Temelli İlaç Sistemlerinde Ortaya Çıkan Trendler ve Fırsatlar” başlıklı bazı tespitlerde bulundu. Berlin Steinbeis Üniversitesi Liderlik ve Yönetim Fakültesi Ekonomik Araştırmalar ve Yönetim Bölümü’nde ders veren Prof. Ostwald, Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılasının yalnızca yüzde 4,4’ünü sağlığa yatırdığı için, G20 ülkeleri ile kıyaslandığında en alt seviyelerde olmasının, yatırım yapmak için çok büyük bir fırsat olduğunu vurguladı.

Sağlık yatırımlarının oluşturacağı büyüme ve daha yüksek üretkenlikleenflasyonla mücadeleye de katkı sağlayacağından söz etti. Sağlığa yatırımın bu yönüyle sosyoekonomik yüke karşı mücadele anlamına geldiğinin altını çizdi. Sağlık ekonomistlerinin hep tartıştığı, üretim harcaması mı yatırım harcaması mı konusuna enflasyonla mücadele açısından yaklaştı.

Daha Fazla Sağlık Kazanımı Daha İyi Ödüllendirme

Değer Temelli Sistemlere Küresel Bakış başlıklı konuşmasında Prof. Dr. Lieven Annemans, değer temelli fiyatlandırma için, daha iyi bir katma değer oluşturma ve daha fazla sağlık kazanımının mutlaka daha iyi bir ödüllendirme ile olacağını anlattı.

Kanıtların bazen yeterli ikna edicilikte olmayabileceğini vurgulayarak “paranın karşılığı” sorusunun bir eşik değer ihtiyacını doğurduğunu belirtti. Dünya Sağlık Örgütü’nün, kişi başına gayri safi yurtiçi hasılanın 1 ila 3 katı eşikler önerdiğini aktardıktan sonra, dünya deneyimiyle örnekler verdi.

Bitirirken de; değer bazlı fiyatlandırma tercih edilir ama eşik olmadan net ‘oyun kuralları’ olamayacağını, farklı sistemlerin ‘değerin değerini’ farklı şekilde yorumlayabileceğini ifade etti.

Paydaşlar Arasında Özellikle Hasta Katılımı

Bir diğer konuşmacı, yıllar önce Ankara Numune Hastanesi’nde mikro ölçekte (hastane) sağlık teknolojisi değerlendirme (HTA) örneğini uygulayan ve halen Health Technology Assessment International (HTAi) Başkanı olarak görev yapan Doç. Dr. Rabia Sucu idi. Uluslararası düzeyde yurtdışında ülkemizi temsil eden Dr. Sucu, aynı zamanda merkezi ABD’de bulunan küresel sivil toplum kuruluşu MSH (Management Sciences for Health) Sağlık Politikası ve Finansmanı Kıdemli Baş Teknik Danışmanıdır.

Değer ölçüm yöntemlerini aktardığı sunumunda; hastalar, sağlık profesyonelleri ile birlikte hizmet sunucular, satın alıcılar, ödeyiciler, politika yapıcılar, endüstri ve akademi alt başlıklarında 7 ana paydaş sıraladı. Değer ölçüm yöntemleri konusunda örnekler verirken, bu paydaşlar arasında özellikle hasta katılımına dikkat çekti.

İlaçların değerlendirilebileceği ortak değer kriterleri listesi de aktardı ve 23 alt başlıkta örnekledi. Bu kriterlerden en az 3 en fazla 7’sinin dikkate alınmasının altını çizdi. Bunların seçiminde ise; temel, anlaşılabilir, ölçülebilir, gereksiz olmayan (çakışma veya çift sayma), problemi yakalayabilecek en az sayıda ve bağımsız olunmasının uygun olacağını vurguladı. “Karmaşık olanı değil basiti tercih edin” tavsiyesi de çok değerliydi.

Sadece dünya deneyimi değil, Türkiye’de neler planlandığı ve yapıldığı hatta uygulama aşamasında olan projeler de gündeme getirildi. Yakın döneme kadar bu konuda üst düzey teknokrat olarak görev yapan sektörün yakından tanıdığı bir isimle, halen görevde olan yine bir üst düzey teknokrat, mevcut durum ve geleceğe yönelik vizyonlarını paylaştı. Dinleyenlerin ilgiyle izledikleri bu bölümde; dün, bugün ve  yarın için değer temelli fiyatlandırma değerlendirmeleri yapıldı. Hatta, yakın dönemde yurtdışında yapılan bir uluslararası toplantıda verilen örneklerin bir kısmından daha iyi bir noktada olduğumuz aktarıldı.

Dr. Mehmet Öz’ün Değer Temelli Sağlık Hizmetine Yaklaşımı

Bu arada, Panel sırasında da dile getirdiğim bir duyumu paylaşmak isterim. Seçilmiş ABD. Başkanı’nın Medicare ve Medicaid’in yönetiminden sorumlu yapacağını açıkladığı Dr. Mehmet Öz, pilot uygulamalarla değer temelli sağlık hizmetine aşamalı geçiş konusunda değerlendirmeler yapıyormuş. Dr. Öz, ABD’de hükümet görevine aday gösterilen ilk Türk kökenli isim oldu. Uygulama örnekleri de, değer temelli fiyatlandırma konusunda zaten uygulanmakta olan dünya deneyimine, sosyal sağlık sigortacılığı açısından kısa dönemde önemli katkılar sağlayabilecektir.

Toplantının açılış konuşmalarını yapan üst düzey bürokratların, Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program Yıllık Program gibi resmi dokümanları dayanak gösterdiler. Genelde değer temelli sağlık hizmeti, özelde ise değer temelli fiyatlandırma için olumlu öngörülerde bulundular. Bu umut verici gelişmelerin, kısa sürede ve giderek artan kararlılıkla yürürlüğe girmesi, ülkemizdeki yenilikçi sağlık hizmetlerine gerçekçi yaklaşımın da bir göstergesi olacaktır.

Sadece girdi ve sadece sonuçlara dayanmayan, tam tersi yapılan müdahaleyle gerçekleşen sağlık durumundaki iyileşmelerin başarı göstergesi kabul edildiği değer temelli sağlık hizmeti yaklaşımı, yenilikçi sağlık hizmetlerinde bir kaldıraç etkisi görecektir. Sağlığa koruyucu ve geliştirici boyutuyla ele alan, hastalık oluşunca hastalıkların gerçekçi yönetimiyle gerçekleşen kazanımlar öne çıkacaktır. Kazanım odaklılıkta kişinin kendi sağlığını yönetmesi benimsenecektir. Ekosistemdeki tüm paydaşların ortak çabaları çözümü kolaylaştıracaktır. Sağlık finansmanında sürdürülebilirlik kaygıları azalacaktır.

Yenilikçi Tedaviler Fonu

2016 yılından bugüne, sürekli gündeme getirdiğim bir görüşü birkaç hafta arayla tekrar hatırlatmak istiyorum. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ilgili bir komisyonunda görevli olduğum dönemde savunmaya başladığım bu görüş, Yenilikçi Tedaviler Fonu kurulmasına ilişkindir. Yalnızca ilaç için değil, nadir hastalıklardan onkolojiye ve hatta öncelikli seçilebilecek kronik hastalıklara kadar, her türlü teşhis ve tedavide bu fondan yararlanılabilir. Memnuniyetle görüyorum ki, fon kurulması görüşü, sisteme yönelik fikri olan kara verici yetkin isimlerin de giderek desteğini alıyor.

Daha önce de vurgulamıştım; IQVIA tarafından hazırlanan Türkiye İlaç Sektörü Raporu 2023’de, 2018-2021 arasında Avrupa İlaç Ajansı (EMA) tarafından ruhsat onayı alan ilaçların, 2023 Ocak ayı itibariyle ülkelerdeki erişilebilirlik oranları karşılaştırılmıştı, buna göre Türkiye’de yenilikçi ilaca erişim oranı son dört yılda yüzde 20’den yüzde 6’ya gerilemiş, 2023 yılı itibariyle sadece 10 yenilikçi tedaviye erişim sağlanabildiği belgelenmişti (https://www.aifd.org.tr/wp-content/uploads/2023/12/IQVIA_TURKIYE-ILAC-SEKTORU_RAPORU_.pdf).

Sosyal sağlık sigortacılığı yani ülkemiz özelinde Genel Sağlık Sigortası primleri, sağlık finansmanının tek kaynağı olmamalıdır. Ne yazık ki böyle bir yanlış algı var, düzeltilmelidir. Prim sağlık hizmetlerinde tek finansman kaynağı değildir. Kaynak oluşturmada, çeşitlilik sağlanmalıdır. Kayıt dışılık azaltılmaya çalışılsa da, kaynak  oluşturmak için, prim ve prime destek olan vergiler yetmeyebilmektedir. Özellikle nüfus ve hastalık yapısındaki yaşanan değişiklikler sürdürülebilirlik sıkıntısını daha da artırmaktadır. Yenilikçi tedaviye erişimde, bu yetersizliğin daha da göze çarpar hale geldiği, yukarıda açıklanan raporda ifade edilmektedir. Dünya deneyiminde, ülkelerin kendi önceliklerine göre bu konuya farklı çözümler getirdiği bilinmektedir. İngiltere’de kurulan Kanser İlaçları Fonu (Cancer Drugs Fund-CDF) örneklenmektedir.

Amaç sağlıkla ilgili yeni vergi koymak asla değildir. Yeni bir vergi oluşturmadan da bu fon yapılandırılması rahatlıkla sağlanabilir. Sağlığa zararlı ürünlerden alınmakta olan vergilerin hesaplanacak bir bölümü buraya aktarılabilir. Hatta, bütçe kanununa eklenebilecek tanımlayıcı bir madde ile bile süreç hızlandırılabilir. Sağlık Bakanlığı’nın hastalık yüküne göre belirleyeceği alanlar yıllara göre seçilir. Kaynağı toplayan, harcayan ve denetleyen yapılar birbirinden ayrılarak, fonların kullanımına ilişkin geçmişteki kötü deneyimler gibi örnekler de önlenebilir.

Parmak Uçlarımız Bize Kalsın

Parmak Uçlarımız Bize Kalsın

Toplumda yaygın olarak bilinen Diyabet (diabetes mellitus), bulaşıcı olmayan hastalıklar içinde sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Takibi ise gün içinde tekrarlayan kan şekeri ölçümleriyle yapılır. Kan şekeri ölçümü,  çocuklarda parmaktan kan alınmasıyla yapılır. Onun için de “Parmak Uçlarımız Bize Kalsın” sloganı geliştirilmiştir. Yakın zamanda “parmaktan ölçüm gerektirmeyen” sistemler, ABD’de FDA tarafından da onaylanarak, glukoz izleminde yeni bir döneme geçilmiştir.

Ekim ve Kasım ayları anma ve kutlamaların arka arkaya geldiği günleri içeriyor. Bu yüzden de son birkaç haftadır, o dönemlerin sağlık süreçlerine saygı gereği, bazı hatırlatmalarda bulundum. Bu hafta, güncel bir konuya değineceğim.

Uzaktan hasta izleme konusunda gelinen nokta ve olası geleceği aktararak başlayıp, güncel bir konu olan Tip 1 Diyabetli Çocukların sensor aracılıyla kan şekeri izlem sistemiyle örnekleyeceğim. “Parmak Uçlarımız Bize Kalsın” sloganı, bu kapsamda 14 Kasım Dünya Diyabet Günü nedeniyle, 2018 yılında kullanılmış bir mesajdı.

UZAKTAN İZLEME

Sağlığın uzaktan izlenmesinde, sadece hastalar değil, teknolojide ulaşılan nokta sayesinde, sağlıklı kişilerin günlük aktiviteleri de takip edilebilmektedir. Hatta uzaktan tıbbi müdahale, laboratuvar gibi sağlıkla ilgili birçok işlem bile uzaktan yapılır hale gelmiştir.

Fiziksel aktivite, kalp atışı sayısı, oksijen satürasyonu gibi bazı klinik göstergelerle ilgili gerçek zamanlı bilgi üreten ve aktaran mobil cihazlara ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Hasta monitörleri ile klinisyenlere ihtiyaç duydukları bilgiler, sadece bir ekrana dokunularak anlaşılması kolay biçimde düzenlenebilmektedir.

Hasta bakımında ortaya çıkabilecek acil durumlarda ise gerekli tıbbi ekibe ve hasta yakınlarına bilgilendirme yapılarak, hastaya ulaşma ve müdahale süresi en aza indirilmekte, ilgili araçlarla iş akışı basitleştirilmektedir.

Bu bağlamda, dijital giyilebilir cihazlar, sağlıklılığın ve hastalık oluştuktan sonraki dönemin takibinde kullanılmaktadır. Bu sürecin bir diğer önemi de, sektörde yaygınlaştıkça, toplanan sağlık verilerinden klinik araştırmalarda yararlanılmasının artmasına fırsat oluşturmasıdır.

Yenilikçi uzaktan tanı tedavi araçları ve sensörler, teknolojiden yararlanarak, kişilere ve hastalara bakım biçimini görüntüleyerek, amacına daha uygun hasta takibini bir yandan teşvik ederken, diğer yandan önleyici müdahalelerin de uygulanabilmesine seçenekler sağlamaktadır.

Uzaktan hasta izleme (Remote Patient Monitoring, RPM) cihazları, hastaların akut veya kronik durumlarını hem hastane hem de klinik ortam dışından izlenmesine, raporlamasına ve analizine yardımcı olur. Böylelikle durumun gerçek zamanlı olarak bilinmesi yoluyla ön alıcı (proaktif) klinik kararların alınmasında kritik bir rol oynar.

Öte yandan, uzaktan hasta izleme cihazları yoluyla kişiler kendi sağlıklarıyla anlık etkileşim içinde kendi sağlıklarını daha iyi yönetebilirler. Dolayısıyla, bu sayede kalıcı olumlu sağlık sonuçları görme olasılığı çok daha fazlalaşır.

Sadece dünya genelinde değil Türkiye’de de özel sağlık kuruluşlarında kurulan özellikli merkezlerin tanıtımında “21.Yüzyılın Teknolojileriyle Yönetin” başlıkları kullanılır olmuştur. Bu başlıklar altında, yeni nesil cihazlar yoluyla kontrol ve komplikasyonsuz sağlıklı yaşam mesajı verilmektedir.

TİP 2 DİYABET VE SENSOR  

Toplumda yaygın olarak bilinen Diyabet (diabetes mellitus), bulaşıcı olmayan hastalıklar içinde sıklığı giderek artan bir hastalıktır. Çoğu zaman da, belirtiler iyice ortaya çıkıncaya kadar hastalığın farkına varılmaz.

Diyabet, genel olarak kan şekeri metabolizmasının bozukluğu olarak bilinir. İnsülin seviyesinin çok düşük olması, hücreler üzerindeki insülin etkisinin azalması sonucu kandaki ve idrardaki şeker seviyesi yükselir. Diyabetin ana formları Tip 1 ve Tip 2 Diyabettir. Yani çoğunlukla yaşam tarzı kaynaklı ve yetişkinlerde rastlanan Tip 2 Diyabet ile otoimmün hastalıklar arasında sayılan ve çocuklarda rastlanan Tip 1 Diyabet.

Yüksek kan şekeri seviyeleri kan damarlarına, sinir sistemine ve çeşitli organlara zarar verebilir. Bu zararın temel nedeni, uzun süreli yüksek kan şekerinin neden olduğu diğer metabolik değişikliklerdir. Dolayısıyla diyabetin teşhisinin erken aşamada konması ve tutarlı bir şekilde takip ve tedavisi çok önemlidir.  Takibi ise gün içinde tekrarlayan kan şekeri ölçümleriyle yapılır. Kan şekeri ölçümü,  çocuklarda parmaktan kan alınmasıyla yapılır. Onun için de “Parmak Uçlarımız Bize Kalsın” sloganı geliştirilmiştir.

Yakın zamanda “parmaktan ölçüm gerektirmeyen” sistemler, ABD’de FDA tarafından da onaylanarak, glukoz izleminde yeni bir döneme geçilmiştir. ABD’de okul öncesi ve okul çağındaki çocuklarda kullanımının yüzde 25’i aştığı bilinmektedir. Alarm özellikleri ile kan şekerindeki düşüş ve yükselişleri önceden haber veren, sensorlar aracılığıyla uzaktan takip ile ailelerin çocuklarının sosyal hayatını etkilemeden takipleri yapılabilmektedir.

Türkiye’de kullanım artmakla ama beklenen hızda bir artış olmamaktadır. Genel Sağlık Sigortası geri ödeme listesinde henüz yer almaması bunun ana nedeni olarak belirtilmektedir. Yıllardır bu konuda duyarlılık oluşturmaya çalışan, 35 yıldır kendisini tanıdığım saygın bilim insanı büyüğüm Prof. Dr. Şükrü HATUN, geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesabında 44 maddede süreci özetledi. Dilerim Şükrü Hoca, en kısa sürede, buna 45. Maddeyi ekleyerek bu sistemlerin geri ödeme kapsamına alındığını da duyurur.

Sağlığın uzaktan izlenmesindeki yeniliklerin birçoğunu etkili kullanabilmek için hala alınacak epeyce mesafe var. Çünkü teknoloji tek başına yeterli olmuyor; kamu veya özel sağlık sigortası geri ödeme sistemleri de bu sürece destek olmalıdır. Sağlığın uzaktan izlenmesini destekleyen teknolojilerden yararlanarak daha düşük maliyetlerle kaliteli bir sağlık hizmeti verilebilir, hizmete ulaşılabilirlik iyileştirilebilir. En önemlisi de toplumun sağlık düzeyini yükseltmek için sağlığı geliştirici ve koruyucu modellerin teşviki ile erken müdahale fırsatı oluşturulabilir.

Bu arada, uzaktan sağlık hizmeti geri ödemesi kapsamının artırılmasına olan ihtiyacı da hatırlatarak tamamlamak isterim.

Hocaların Hocası Nusret Fişek

Hocaların Hocası Nusret Fişek

Bu hafta Toplum Hekimliği ve Sağlık Yönetimi üstadı olarak bilinen Nusret Fişek Hoca’mızdan söz etmek istiyorum. Çünkü 3 Kasım 1990, Prof. Dr. Nusret Hasan Fişek’in ölüm yıldönümüdür. Halk Sağlığı alanında bugün emekli olmuş saygın Hocalarımızın önüne alan açan Nusret Fişek, ülkemiz sağlık sistemine hiç silinemeyecek kalıcı izler bırakmış bir bilim insanıdır.

Türkiye’de öncelikle Halk Sağlığı önderi olarak tanınan Nusret Fişek Hoca aynı zamanda, Cemil Çiçek ve Nafiz Kurt ile birlikte en kısa süreli Sağlık Bakanı olarak görev yapan (25 Ağustos-5 Eylül 1960) üç isimden birisidir. Kim bilir belki de bu yüzden, görev yaptığım dönemdeki Bakan katında (şimdi Ankara Valiliği olan bina) çerçeveli Sağlık Bakanı fotoğrafları arasında 24. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sağlık Bakanı olarak fotoğrafı yer almamıştı. Nusret Hoca’nın Sağlık Bakanı olarak da görev yaptığını, 2020 yılında yazdığım “Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları” kitabıma (https://halukozsari.com/wp-content/uploads/2023/11/SAGLIK-BAKANLIGININ-100-YILINDA-SAGLIK-BAKANLARI.pdf) hazırlanırken öğrenmiştim.

Hocaların Hocası

Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü’nden sonra Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapan Nusret Fişek ile Bakanlık görevlerinden yaklaşık 30 yılı aşkın bir süre sonra tanıştırılan Sağlık Müdürlerinden biri olmak, yaşamımda iz bırakan onur duyduğum deneyimlerimden biriydi.

Gümüşhane Sağlık Müdürü olduğum dönemde, Ankara’da bir Bakanlık toplantısında bulunuyorduk. İçinde olduğum bazı Sağlık Müdürleri ile birlikte Nusret Hoca ile tanıştırılmaya götürülmüştük. Hacettepe Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptığı oda, emekli olduktan sonra da, öğrencisi olan Hocalar tarafından kendi kullanımına sunulmuştu. Vefatı sonrası, Yüksek Lisans ve Doktora yaptığım dönemde kendisinden sonra gelen Anabilim Dalı Başkanlarının bu odasına her girdiğimde, gözümün önünden gitmeyen bir sahneyi paylaşmak isterim. Kahve makinasından konuklarına kahve ikram etme alışkanlığı olan Hocaların Hocası, bizlere de aynı nezaketi yaşatmıştı. Anlattığı konular, verdiği öğütler zaten değer biçilmezdi, ama bizlere yaşattığı bu zarafeti unutmak mümkün değildi.

Babası Kurtuluş Savaşı Komutanı Tümgeneral Hayrullah Fişek olan Nusret Fişek, 1938 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştu. 1941’de Bakteriyoloji Uzmanı olmuş, 1946 yılında Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu Sağlık Yönetimi ve İlişkili Disiplinler eğitimi almıştı. 1952’de Harvard Üniversitesi Tıp Bilimleri Felsefe Doktoru, 1955’de ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Doçenti, 1966’da Halk Sağlığı Profesörü olmuştu.

1966-1971 arası Hacettepe Üniversitesi Mezuniyet Sonrası Eğitim Fakültesi Dekanı olmuş, 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı görevine başlamış, 1983-1990 yılları arasında Türk Tabipler Birliği Başkanı olarak çalışmıştı.

Nusret Fişek Adıyla Hatırlanan Bazı Sağlık Düzenlemeleri

Sağlık belleğimizin hiç çıkarılamayacak kadar derinlerine yerleşen 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun hazırlıkları, yasalaşma ve pilot uygulama süreçleri, Hocamızın en unutulmaz eserlerinden biridir. Öyle ki, bu yasanın getirdiği model, sadece bizlerin sağlık belleğinde değil, yasalaştıktan tam 17 yıl sonra, Dünya Sağlık Örgütü Alma-Ata Bildirgesi’ne de temel oluşturmuştur.

554 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun süreci, Hacettepe Üniversitesi Toplum Hekimliği Enstitüsü ile Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü ile Çubuk Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nin kurulması bu düzenlemeler içinde ilk akla gelenlerdir.

İlki 1963’de yapılmaya başlanan, nüfus ve sağlık ilişkilerini irdeleyen Türkiye Nüfus ve Sağlık  Araştırması’nın yönlendiricisi ve uygulayıcısı olmuştur. Demografi eğitiminin kalitesi için sadece yurt dışı uzmanlarla çalışmamış, öğrencilere yurt dışında eğitim yapma fırsatı sağlamıştır.

Bilinen özellikleriyle, 1961 yılında yasalaşan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun;

  • nüfusa dayalı,
  • yaygın,
  • sürekli,
  • entegre,
  • kademeli,
  • il içinde bütün ve katılımlı sağlık hizmeti ilkesiyle
  • sağlık evi-sağlık ocağı-ilçe/il hastaneleri yapılanmasına dayanmaktaydı.

Az bilinen ve bir kısmının da taslakta yazıldığı halde yasalaşmadığı söylenen 224 Sayılı Kanun finansal ilkelerine değinmekte ayrıca yarar olacaktır;

  • Madde 2- Karma finansman modeli; prim + kamu kurumları bütçeleri + kullanımda cepten ödeme,
  • Madde 4- Sosyalleştirme kapsamında çalışmayan sağlık personelinin mesleklerini serbest olarak icra edebilmesi,
  • Madde 5- Hastanın ücretini ödemek koşuluyla, istenilen sağlık personelini ve kurumunu seçme hakkı,
  • Madde 14- Bağlı oldukları sağlık ocaklarına başvuranların her tür sağlık hizmetinden parasız yararlanması…

Epidemiyoloji’den Toplum Hekimliğine Sağlık Yönetimi’nin her alanında silinemeyecek izleri olan ve yetiştirdiği Hocalarla her zaman anılan Nusret Fişek Hocamızın ölüm yıldönümünde, sadece sıraladığım bu başlıkları bile hatırlamak çok önemli. Yaşıtım olan bu öğretici düzenlemelerin, gerçeklebilenleri oldu ama halen tartışılıyor olanları da var, keşke uygulamaya geçirip sonuçlarını değerlendiriyor olabilseydik. Keşke, döneminin bu ileri görüşlülüğünü kendi dünyalarımızla sınırlamasaydık…

Son Söz

Türkiye’de sağlık yönetimi alanının bırakın bilinmesini, konuşulmazken bile, 1946 yılında Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu Sağlık Yönetimi ve İlişkili Disiplinler eğitimi almış olmak, ülkesine döndüğünde de aşamalar halinde uygulamaya geçirmek işte böyle olabiliyor. Son sözüm de, Hacettepe Sağlık İdaresi Yüksekokulu kuruluşuyla ilgili olacak.

Nusret Hoca önderliğinde, “Sağlık İdaresi Yüksekokulu dünyadaki sağlık yönetimi gelişim ve değişim sürecine paralel olarak 1963 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurulmuştur. Daha sonra 5.6.1970 tarih ve 800 Sayılı Hacettepe Üniversite Senatosu kararı ile Hastane İdaresi Yüksekokulu kurulmuş ve 1975 yılına kadar lisansüstü eğitim vermiştir. 6.11.1975 tarih ve 75-816 Senato kararı ile Lisans programı da açılarak okulun adı “Sağlık İdaresi Yüksekokulu” olarak değiştirilmiştir. Sağlık Bakanlığına bağlı okul ile Hacettepe Üniversitesine bağlı okul, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa dayalı olarak çıkarılan 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tek bir okul olarak Hacettepe Üniversitesi içinde birleştirilmiştir.” Tırnak içinde aktarılan bu cümleleri özellikle yorumsuz olarak dikkatlerinize sunuyorum. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü web sitesinden alınan bu cümleler, Nusret Hoca’nın Sağlık Yönetimi konusunda yaptıkları konusunda söylenecek söz bırakmıyor (https://sid.hacettepe.edu.tr/tr/menu/tarihce-53).

34 yıl önce vefat eden Nusret Fişek Hoca’mızı rahmet ve minnetle anıyorum, sağlık sektörüne getirdiği vizyonun önünde saygıyla eğiliyorum.