Dünyada Simit Ekonomisi Yaklaşımı ve Sağlığa Olası Etkileri

Kate Raworth, yazar, bir ekonomist. Oxford Üniversitesi’nde akademisyen, aynı zamanda Amsterdam Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde de görevli, uygulama profesörü. İnsanın temel ihtiyaçları ile dünyanın sınırlılıkları arasında denge kurduğu ifade edilen bir ekonomik modeli tartışmaya açmış. “Simit Ekonomisi” ile olarak bilinen bu model ile ekonominin geleceğine ilişkin yeni bir bakış getirmiş. Donut Ekonomi kavramında görselleştirilmek istenen; çörek, halka, simit, can yeleği gibi benzetmelerle tanımlanmış. Karşı çıkanlar da var, destekleyenler de…

Uzun tatili de fırsat bilerek, yıllar önce okuduğumda etkilendiğim bir kitabı, sağlık sektörü için bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak üzere tekrar gözden geçirdim. Bugünden başlayarak birkaç yazımda, ülkemizin de içinde olduğu örneklerle sağlık sistemine olası etkilerini aktaracağım.

Okuduğum kitabın adı; Doughnut Economics: Seven Ways to Think Like a 21st-Century Economist. Yazarı, Kate Raworth. Kitap, küresel salgından neredeyse 3 yıl önce, 2017 yılında yazılmış. Aslında, ilk kez yazarın 2012 tarihli İnsanlık için Güvenli ve Adil Bir Alan adlı makalesinden geliştirilmiş bir öneriymiş. Türkçeye de çevrilmiş, adı Simit Ekonomisi: 21.Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu.

Yazar, bir ekonomist. Oxford Üniversitesi’nde akademisyen, aynı zamanda Amsterdam Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde de görevli, uygulama profesörü. İnsanın temel ihtiyaçları ile dünyanın sınırlılıkları arasında denge kurduğu ifade edilen bir ekonomik modeli tartışmaya açmış. “Simit Ekonomisi” ile olarak bilinen bu model ile ekonominin geleceğine ilişkin yeni bir bakış getirmiş. Donut Ekonomi kavramında görselleştirilmek istenen; çörek, halka, simit, can yeleği gibi benzetmelerle tanımlanmış. Karşı çıkanlar da var, destekleyenler de var. Ekonomistlerin bir kısmı bu modeli, 21. yüzyılın kısıtlılıklarına uygun bir bakış olarak niteliyor.

7 KRİTİK YOL

Modelin merkezindeki halka sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlara erişimi sınırlı olanları, kabuk denilebilecek dış halka ise ekolojik tavanları simgeliyor. Bu iki halka, hem ekolojik açıdan güvenli hem de sosyal yönden adil bir şekilde insanlığın gelişebileceği bir alan olarak tanımlanıyor. Sosyal bir temel ile ekolojik bir bakıştan oluşan modellemede geleneksel ekonomi anlayışına 7 kritik yol öneriliyor.

Bunlar;

  1. Hedefi değiştirmek,
  2. Büyük resmi görmek,
  3. İnsanın doğasını geliştirmek,
  4. Sistemi kavramak,
  5. Bölüştürmek için tasarlamak,
  6. Yenilemek için oluşturmak,
  7. Büyüme kavramına karşı duyarlı olmaktır.

Model’e göre, bu kapsamda;

1.Hedef, sadece gayrisafi milli hasıla artışı yerine temel haklar olmalı, 2. Tek tip piyasa yerine her anlamda insan ve çevresinin birbirine bağımlı olduğu bir ekonomi üzerine odaklanılmalı, 3. İnsanın sosyal çevresine bağımlı bir varlık olduğu unutulmamalı, 4. Ekonominin arz-talep eğrileri ötesinde dinamik yapısı olduğu bilinmeli, 5. Geleceğin ekonomisi, sadece gelir dağılımında değil, teknoloji, yeni fikirler gibi alanlarda da paylaştırıcı olmalı, 6. Büyümeyle oluşabilecek kıtlık, daha kirli çevre, kimyasal bozulma gibi tahrip edici endüstriyel ekonomilerden döngüsel ekonomiye geçiş dikkate alınmalı, 7. Büyüme tartışılamaz olarak görülmemeli,

Model tasarımında, yapılan işler ve yapan kurumların; 1. Varlık nedenleri ve neye hizmet ettiği sorgulanması, 2. Amaç ve değerleri arasındaki uyumun irdelenmesi, 3. Amaca yönelik ilerlemenin hangi yönetişim araçlarıyla ve nasıl ölçüleceğinin belirlenmesi, 4. Mülkiyetin (sahiplik) kime ait olacağının düşünülmesi, 5. Finansman yapısının kuruluşun amacına mı yoksa finansmanın kendisine mi hizmet ettiğinin doğru değerlendirilmesi, tavsiyelerinde bulunuluyor.

KAMUNUN KURAL KOYUCU GÜCÜ

Sağlık hizmetleri açısından bakıldığında, alışılmıştan farklı bu görüşlerin örtüşeceği birçok alan kolaylıkla bulunabilir. Özellikle, çok bilinen Dünya Sağlık Örgütü sağlık tanımı hatırlandığında, ortak alanların nitelik ve nicelik açısından önemi de artacaktır. “Sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, fiziksel ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali” tanımı bu kesişim alanının ne kadar geniş olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca bu genişlik sağlığın, kendisi dışında ne kadar çok tarafı ilgilendiren bir hizmet olduğunu da göstermektedir.

Bu bağlamda, salgınla birlikte daha da artan kamunun kural koyucu gücüne değinmeden geçmek olmaz. Dünya ülkelerinin tamamında, kamunun sağlık alanındaki hem hızlı hem de derin etkiler oluşturan kararları, toplumsal hafızada tazeliğini korumaktadır. Sosyal devlet anlayışı, salgın döneminde sağlık alanını daha çok ilgilendirmiş, kaynakları daha baskın şekilde yönlendirilmiştir. Sosyal temel ilkesi ile önerilen geleceğe dönük ekonomik model arayışları, salgın öncesi dönemde bile tartışılmış olmaya başlanmasına rağmen, salgın döneminde daha kolay kabul edilir olmuştur. Toplumların alıştıklarından fazla ölçüde kamu kaynağının sağlığa ayrılması daha fazla beklenir olmuştur, belki de bundan sonra artarak sürecektir.

ALGIYI ÖLÇMEDEN ÖNGÖRMEK GEREKEBİLİR

Salgın sonrasında önemi artan sağlıkla ilgili kamusal düzenlemeler konusunda artan bu duyarlılık, ülkemizin de içinde bulunduğu pek çok ülkede, farklı örneklerle kendini göstermiştir. Kamu kaynaklarıyla finansal desteğin yatak başına karşılıksız olarak hastanelere aktarıldığı örneklerden, yoğun bakım hastalarına kamu özel ayrımı yapılmaksızın hizmet verildiği örneklere, özel fiyat tarifeleri oluşturulmasından kronik hastalıkların ilaçlarını doğrudan eczanelerden alınabilmesine kadar pek çok uygulama bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu uygulamaların bir bölümü halen devam ederken bir bölümünün aşamalı kaldırıldığı, bir bölümünün de geçerliliğinin yılsonuna kadar uzatıldığı değişik uygulama örnekleri vardır.

Ulusal ve uluslararası boyutta sağlıkla ekonomi ilişkisine, tek başına maliyet açısından bakmak kuşkusuz tercih edilebilecek bir yol değildir. Gerek sağlık politikası yapanlar, gerek uygulayanlar ve gerekse de yararlananlar açısından değerlendirildiğinde; alınan kararların sektöre etkilerini irdelenirken bütün boyutları dikkate alınmadır. Hizmetten yararlananlarda oluşabilecek algıyı bazen ölçmeden de öngörmek gerekebilir. Çünkü olayın kullanıcı memnuniyeti boyutu, kısa dönemde olumsuz etkilenebilir. Sadece salgın yönetimi kapsamında yapılanları değiştirirken değil, sağlık sigortacılığında karar alırken bunları düşünmekte yarar olacaktır. Dünya ve Türkiye örnekleriyle, simit ekonomisinin 7 kritik yol bakışının sağlık sektörüne olası etkilerini önümüzdeki haftalarda değerlendirmeye devam edeceğiz.

Sigortacılık Etki Analizi ve Milli Gelir İlişkisi

Son 10 yıla bakıldığında, yüzde 15 büyüdüğü kolaylıkla görülebilecek olan sigorta sektörünün, büyüme eğilimini önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğine yönelik beklenti sadece öngörülerden oluşmuyor. Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Sigorta Birliği ile Boğaziçi Üniversitesi “Türkiye Sigortacılık Sektörü Ekonomik Etki Analizi” çalışması açıklandı. Bu çalışmaya göre de, sigorta sektörünün güçlü potansiyeli vurgulanıyor.

Türkiye Sigorta Birliği, 2022 yılı birinci çeyrek sonuçlarını açıkladı. Sektörün prim üretiminin yaklaşık yüzde 74 büyüdüğü görülüyor. Hayat ve emeklilik sigortalarının teknik kârının yüzde 25’lik artışla 806 milyon TL, mali gelirlerle birlikte net kârındaki artışın yüzde 33 ile 1,9 milyar TL olduğu görülüyor. Kaza, yangın, tarım, araç sigortası gibi kategorilerin yer aldığı ve oluşan maddi hasarlar sonucunda kişilere tazminat verilen hayat dışı sigortalarda ise yüzde 121 oranda düşerek 423 milyon TL teknik zarar oluştuğu anlaşılıyor.

İnsanların yaşam kalitelerini artırmak amacı ile yapılan hayat sigortası kategorisinde sağlık sigortaları da yer alır. Zarar olmamasına rağmen teknik kârlılığın düştüğü sağlık sigortalarında, 2022 ilk çeyreğinde geçen yıl 682 milyon belirlenen teknik kâr, bu yılın ilk çeyreğinde 447 milyon TL olarak açıklandı. Aynı dönem için, ödenen tazminatların toplanan prime bölünmesiyle hesaplanan tazminat prim oranı ise yüzde 74’den yüzde 89’a yükselmiş gözüküyor, yani yüzde 20 artmış.

ETKİ ANALİZİ

Son 10 yıla bakıldığında, yüzde 15 büyüdüğü kolaylıkla görülebilecek olan sigorta sektörünün, büyüme eğilimini önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğine yönelik beklenti sadece öngörülerden oluşmuyor. Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Sigorta Birliği ile Boğaziçi Üniversitesi “Türkiye Sigortacılık Sektörü Ekonomik Etki Analizi” çalışması açıklandı. Bu çalışmaya göre de, sigorta sektörünün güçlü potansiyeli vurgulanıyor.

Etki Analizi, kavram olarak, belirli nedenlerle oluşan değişikliklerin, iş ihtiyaçlarına olan etkisinin değerlendirildiği sistematik bir süreç olarak tanımlanır. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı kısa adıyla TEPAV, 2007 yılında, Avrupa Birliği Müktesebatına Uyum Sürecinde Etki Analizi Kapasitesini Güçlendirerek, Çevre Başlığında Uygulama ve Farkındalık Yaratma adıyla bir Proje yapmıştı. Proje, çevre konusuna özel gözükse de, sıralanan ilkelerin etki analizi çalışması açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.

Proje Raporu’nda, etki analizinin; bir karar alma aracı değil, karar alma sürecinin niteliğini ve etkinliğini arttırıcı bir araç olarak değerlendirilmesi saptaması yer almaktadır. Böylelikle, başarılı politikalar geliştirilebileceği ve daha iyi düzenlemeler yapılabileceği vurgulanmaktadır. Bu yolla, daha iyi yönetişim ilkeleri olan hesap verilebilirlik, şeffaflık ve tutarlılık ile örtüşmenin sağlanabileceğine de değinilmektedir.

Bu kapsamda, bir de Kontrol Listesi önerilmektedir. Politika değişikliğinin toplum üzerindeki olası etkilerinin hesaplanması, düzenleme ortamının iyileştirilmesi ve daha tutarlı bir hale getirilmesi için oluşturulduğundan söz edilmektedir. Kontrol Listesi sorularından bazıları aşağıda örneklenmektedir. Bunlar arasında;

  • Karar alıcının müdahalesi gerekli midir?
  • Bu düzenleme devletin hangi organları tarafından yürütülmelidir?
  • Düzenlemenin faydaları maliyetlerini karşılamakta mıdır?
  • İlgili tüm paydaşlar düzenleme sürecine dahil edilmiş midir?
  • Düzenleme hangi mekanizmalarla uygulamaya konulacaktır?

PENETRASYON ORANI

Sigorta sektörünün büyümesi için sözü edilen bir diğer kavram da, penetrasyon oranıdır. Kavram, ekonomide genel olarak, mal veya hizmetin potansiyel alıcılara ne oranda nüfuz ettiğini gösterir. Hizmetten yararlanma oranı şeklinde de kullanılır. Penetrasyon analizleri pazarlama politikasının belirlenmesinde önemli bir araç olarak görülür.

Türkiye sigortacılık sektörü penetrasyon oranı yüzde 2,2 olarak hesaplanmaktadır. Bilindiği gibi, milli gelir bir ülkede belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin net parasal değeridir. Eşdeğer ülkelerdeki gibi penetrasyon oranının yüzde 4,5 olması durumunda, milli gelire ek katkısının 421 milyar TL olabileceği yetkililerce daha yakın dönemde açıklanmıştır. Ek katkının milli gelirdeki büyüme oranı ise yüzde 7,5 olarak ifade edilmektedir.

Tüm bu başlıkları, sigorta sektörünün Türkiye ekonomisine oluşturabileceği katma değeri hep birlikte ve bir kez daha düşünmek adına sıralamaya çalıştım.

Katma değer, sadece sigorta sektörü çabasıyla gerçekleşmeyecektir. Bu durumda, daha çok bilgiyi yönetmek için kullanılan “birlikte çalışabilirlik” yaklaşımıyla çalışılması en etkili yol olacaktır. Bu kavramı, sanki bir orkestra şefinin orkestrasındaki tüm virtüözlerin uyumlu ve aynı notaları çalma birlikteliği gibi düşünmek gerekir.

Etki analizi kontrol listesinde önerildiği gibi, sigorta sektörünün tüm paydaşları, düzenleme süreçlerinin her aşamasında değerlendirilmelidir. Yüzde 7,5 olarak belirtilen milli gelire ek katkı, sigorta sektörü ile milli gelir ilişkisini somutlaştırmaktadır. Sağlık sigortacılığının da içinde olduğu öncelikli branşlar belirlenerek birlikte çalışmanın modelleri oluşturulabilir. Büyüyen ekonomi, artan refah, sigortalılık bilincinin artışına da beraberinde getirebilecektir. Birbirini tetikleyen bu etkilerle, penetrasyon oranının eşdeğer ülkelerdeki gibi yüzde 4,5 olması için uzun dönemli hedefler konulması gerekmeyebilir.

Yönettiğim Kurumun Rolü Ne Olacak?

Sağlık alanında, çıktı olarak mal üretiyor olabilirsiniz; ilaç, tıbbi cihaz, sarf malzemesi örneklerinde olduğu gibi tedarikçi olabilirsiniz. Çıktınız hizmet üretimi olabilir; sağlık hizmeti sunucusu veya finansörü olabilirsiniz. Hatta yerel, ulusal veya uluslararası politika yapıcı olabilirsiniz. Sonuçta, ister aile hekimliği yapın, ister hastane yönetin, ister sağlık sigortacılığı yapın değişimleri izlemek ve ona göre iyileştirmeler yapmak zorunda olacaksınız.

Yöneticiler, genellikle başlayan her yılı, her ayı, her haftayı, hatta her günü yeni bir dönem olarak görmek zorunda kalabilirler. Sağlık hizmetinin hangi alanını yönetirlerse yönetsinler, sağlık yöneticileri için bu zorunluluk daha da fazla olabilir. Örneğin, 2019 yılında hiç olmayan salgın yönetimi, sadece son iki buçuk yılda, sağlık sigortası yöneticisinden hastane yöneticisine her düzeydeki yöneticiyi çok etkiledi.

Sağlık hizmetlerinde kural koyanlar bir anda kuralları değiştirdi, hizmet kullanıcıları isteklerini erteledi, tedarik zincirlerinde beklenmedik oyuncu değişiklikleri gerçekleşti. Sağlık alanında ani yaşanan bu süreç dışında, doğal olarak hızlı ilerleyen bir değişim zaten vardı. Çünkü sağlık teknolojisindeki hızlı değişimler, maliyet artışının getirdiği sürdürülebilirlik kaygıları ile kullanıcıların isteklerinde ortaya çıkan çeşitlenmeler sürekli artıyordu. İşte tam bu noktada yöneticiler kendilerine şu soruyu sordular; “Bu yeni dönemde yönettiğim kurumun rolü ne olacak?”

Bu soru hep sorulacaktır, hep sorulmalıdır da… Bu sorunun bugün için en bilinen cevap, en kısa ifadesiyle bilgiyi yönetmek olmaktadır. Cevabın iki kelimede özetleniyor olması, basitliği anlamına gelmemektedir.

BİLGİYİ YÖNETMEK

Verileri işleyerek bilgiye dönüştürme ve onları da karar alma süreçlerinde kullanabilme hiç kolay olmamaktadır. Yöneticilerin meta veri deposu olarak adlandırılan büyüklüklerde bilgiyi yönetmeleri, her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Süreçlerin her aşamasında dijitalleşme gereği sürekli artmaktadır. Bu artış sadece içeriğin görüntülenmesini değil insanlarla birlikte hareketini de gerektirmekte, böylelikle verilerin yüklendikleri veri tabanlarının sabit yerlerde saklanması yerine kişilerle birlikte taşınabilmesini zorunlu kılmaktadır. Öyle ki, kişinin sağlık bilgilerine; sigortacısının da, sağlık kurumunun da, hatta kural koyanın da (gerektiğinde önceden belirlenmiş etik ve kişisellik kurallarına uyularak) ulaşma baskıları oluşmaya başladı. Baskılar zaman zaman her konumdaki sağlık kurumları yöneticilerini etkiler hale bile geldi.

Bu anlamda giderek daha da fazla kullanılması öngörülen araçlar geliştirildi. Uzaktan sağlık ve/veya hasta takibi, 5G teknolojilerinin kullanımı, artırılmış gerçeklik araçları, makine öğrenmesi ve 3D yazıcılar gibi dijital ağırlıklı araçlar; bu yönetim modelinin içindeki araçlardan sadece bazıları olarak sıralanabilmektedir. Daha geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik uygulamalı tanıtımları yapılıyordu.  Bilim dünyasındaki ortak adıyla Augmented Reality (AR) ve Virtual Reality (VR) olarak tanımlanan bu kavramlar, artırılmış ve sanal gerçeklik olarak bilinmektedir. Temeli, teknoloji kullanılarak oluşturulan kurgular ile gerçek ve hayalin birleştirilmesine dayanır.

Tüm bu örneklerin yaşamımıza hatta sağlık alanına girdiği tarihler düşünüldüğünde, çok değil bir kuşak öncesinde bile olmadığı kolayca hatırlanacaktır.

SAĞLIK HİZMETLERİNİ İYİLEŞTİRME ENSTİTÜSÜ

Sağlık alanında değişim ve iyileştirmeye odaklanmış pek çok ulusal ve uluslararası kurum var. Bugün sizlere bir model de geliştirmiş olan uluslararası  bir kurumdan söz etmek istiyorum: Institute for Healthcare Improvement (IHI), Sağlık Hizmetlerini İyileştirme Enstitüsü. 1990’lı yıllardan bugüne, dünyada sağlık hizmetlerinde daha iyi sonuçları ilerletmek ve sürdürmek için çalışmakta olan bir kuruluş. Taze fikirler toplayan ve sağlık hizmetlerini daha iyiye doğru değiştirmek isteyen herkes, desteklediği ifadeleri kendi web sitelerinde yazıyor.

Boston merkezli Sağlık Hizmetlerini İyileştirme Enstitüsü’nün İyileştirme Modeli isimli geliştirdiği modelin özü; planla-yap-çalıştır-uygula ardışık eylemleri yoluyla, değişikliklerin küçük ölçekte test edilmesine dayanmaktadır. Ülkelerde çok sayıda sağlık kuruluşu, bu süreç ve sonuç iyileştirmelerinde kullanılan bir dizi önlemden yararlanmaktadır. Yapılan değişikliklerin ne boyutta iyileştirmeye yol açıp açmadığı bir çizelge yoluyla ölçülerek test edilmektedir. Böylelikle, oluşturulan önlemlerle uygulanan değişikliklerin; hasta ve toplum deneyimi ile kişi başına maliyetler açısından değerlendirilmesi yapılmaktadır.

DEĞİŞİME ODAKLANMAK

Genel anlamda düşünülürse, her alanda değişen koşullara uymak için, hem bilmek hem de değişim sürecini ilerletmek gerekir. Dolayısıyla, süreç veya çıktısındaki değişkenlikler varyasyonlarla ilişkilidir. Çıktı yani ürün, mal ya da hizmet olabilir. Üretim sürecindeki kalite ve maliyet varyasyonlarını yöneterek farklılıkları azaltmak, öngörülebilir sonuçlara yol açarak kötü sonuçların doğma olasılığını da düşürecektir. Genel olarak varyasyonları yönetebilmek için üç yol önerilir. Varyasyonlar azaltılabilir, telafi edilebilir veya avantaja dönüştürülerek yararlanılabilir.

Sağlık alanında da bundan farklı bir süreç işlememektedir. Sağlık alanında, çıktı olarak mal üretiyor olabilirsiniz; ilaç, tıbbi cihaz, sarf malzemesi örneklerinde olduğu gibi tedarikçi olabilirsiniz. Çıktınız hizmet üretimi olabilir; sağlık hizmeti sunucusu veya finansörü olabilirsiniz. Hatta yerel, ulusal veya uluslararası politika yapıcı olabilirsiniz. Sonuçta, ister aile hekimliği yapın, ister hastane yönetin, ister sağlık sigortacılığı yapın değişimleri izlemek ve ona göre iyileştirmeler yapmak zorunda olacaksınız.

Bir yandan değişim dalgası sürerken, bir yandan da değişimin dijital dönüşümü  gerçekleşmektedir. Uygun dijital sağlık stratejisi uygulama ihtiyacı da kamu özel farkı olmaksızın her sağlık kuruluşunda artmaktadır. Çünkü sağlık hizmetlerinin evrensel ilkelerini gerçekleştirebilmek için değişen koşullarla uyumlu stratejiler geliştirmek gerekecektir. Erişilebilir, kapsayıcı, kaliteli, hakkaniyetli, sürdürülebilir gibi alanlara odaklanıldığında zorlukların üstesinden gelinebileceğinde tüm paydaşlar görüş birliği içindedir.

Bunun için, sağlık alanında da; bilgiyi yönetmeye odaklanılmalı, yenilikler desteklenmeli, işbirlikleri teşvik edilmeli, proaktif olunmalı, veriler etik ve evrensel standartlarda işlenerek paylaşılmalı, tüm paydaşların sağlık okuryazarlığı güçlendirilmelidir.

Tepe Yöneticilerin Sağlık Sektörü Öngörüleri

Çok değil, 10 yıl gibi yakın bir gelecekte, uzun dönemli değer oluşturan sağlık alanlarına yatırım yapmaya odaklanmış tepe yöneticilerin başarı hikayelerine tanık olabiliriz. Bu tanıklığın uluslararası örneklerle de güçlenmesini beklemek iyimserlik sayılmamalıdır.

Sağlık sektörüne yönelik beklentiler, zaman zaman yapılan araştırmalarla öngörüler olarak paylaşılmaktadır. Bu öngörülerin kiminde hizmetten yararlananların, kiminde hizmete kaynak sağlayanların, kiminde yöneticilerin beklentileri gündeme gelir. Danışmanlık şirketleri ve araştırma firmaları, belli dönemlerde birlikte çalışarak, belirledikleri hedef kitlelere, nicel veya nitel araştırmalarla ulaşarak görüşlerini alır.

Bu yıl içinde, dünya genelinde 2.000’i aşkın tepe yönetici (CEO) ile yapılan Ernst and Young (EY) Global CEO Outlook 2022 Araştırması sonuçları yayınlandı. Araştırma; Covid-19 pandemisi sonrası, büyüme arayışlarının öne çıktığı dönemde, CEO’ların yüzde 54’ünün yapmakta oldukları iş alanı yatırımları, dijital dönüşüm ve sürdürülebilirliğe öncelik verme eğiliminde olduklarını gösteriyor.

CEO’LAR YATIRIMA ODAKLANDI

CEO’lar, uzun vadeli değer oluşturan alanlara yatırım yapmaya odaklandıklarını ifade ediyor. Yüzde 79 katılımcı, tedarik zincirlerinde ayarlama yaptığını veya yapmayı planladığını belirtiyor. Sağlık ve yaşam bilimleri alanı şirketleri CEO’ları yüzde 62 oranında, salgın sonrası şirketlerinin daha güçlenme veya öncesine göre değişiklik yaşamadığını belirtiyor.

Bu yıl içinde yapılan bir başka araştırma Price Waterhouse Coopers (PwC) tarafından gerçekleştirilmiş. Yapılan bu araştırma ile özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerden oluşan 250 katılımcıya çevrimiçi anket uygulanmış. Yeni Denklem’in Yeni Trendleri adıyla KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından elde edilen sonuçlar kamuoyu ile paylaşılmıştı. Öne çıkan başlıkları özetlemeden önce, geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz KONDA Kurucusu ve 40. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Tarhan Erdem’e Allah’tan rahmet ve sevenlerine sabırlar diliyorum.

DİJİTALLEŞME GELİŞİMDE ROL OYNAYACAK

Araştırma özet sonuçlarına göre;

  • Katılımcılar, ilk üç sırada; yüzde 90 oranında teknolojinin insan hayatına olumlu etkisini, yüzde 79 oranında bilginin yaygınlaşacağını, yüzde 73 oranında ise sağlık sistemlerinin olumlu etkileneceğini belirtmiş,
  • 10 yıllık gelecekte dünyada yüzde 96, Türkiye’de yüzde 81 ile dijitalleşme, gelişimde önemli rol oynayacak faktörlerin arasında ilk sırada yer almış,
  • Tıp ve genetik teknolojileri dünyada yüzde 92 ile gelişimde üçüncü sıradayken, Türkiye’de yüzde 53 ile beşinci sırada yer almış,
  • Dünyanın önümüzdeki 10 yılda yüzde 35 ile beşinci sırada sağlık sektörü öncülüğünde gelişeceği düşünülürken, sağlık sektörü için Türkiye’de yedinci sırada yüzde 20’lik bir oran öngörülmüş,
  • Büyük veri analizinin öneminin artacağı beklentisi, yüzde 93 oranıyla, gelecek 10 yılda dünyada gerçekleşebileceği düşünülen ilk başlık olmuş.

TEKNOLOJİ DESTEKLİ SAĞLIK

Bu iki araştırma sonuçları, aslında, tepe yöneticiler düzeyinde, salgın sonrası dönemde teknoloji destekli sağlık alanı öngörülerinde ortak bir bakışı ortaya koymaktadır. Bu ortak bakışın ana fikri, dijitalleşme olmaktadır.

Dijitalleşme ana fikri, dünyada ve Türkiye’de farkında olunan ortak bir beklentidir. Farkındalık, sadece yatırımcıların önceliklerinde değil, kamu yöneticilerinin mevzuat hazırlık süreçlerinde ulaştıkları noktayla da belirgin bir biçimde görülebilmektedir.

Sağlık sektörünün bilgiyi yönetme konusundaki duyarlılığı, tedarik zincirlerinde bile değişikliği beraberinde getirmiştir. Buna ayrıca, tepe yöneticilerin yarısından fazlasının yapmakta olduğu alanda dijital dönüşüm ile birlikte sürdürülebilirliğe öncelik verdiklerini de eklemek gerekir.

Böylelikle çok değil, 10 yıl gibi yakın bir gelecekte, uzun dönemli değer oluşturan sağlık alanlarına yatırım yapmaya odaklanmış tepe yöneticilerin başarı hikayelerine tanık olabiliriz. Bu tanıklığın uluslararası örneklerle de güçlenmesini beklemek iyimserlik sayılmamalıdır.

Sağlıkta da Yenilikçilik ve Başarı

Sağlık alanında, yenilikçiliğin sürdürülebilir olması aslında bir zorunluluktur. Yeni teknolojilerden yeni ilaçlara, yeni yönetim araçlarından alternatif geri ödeme yöntemlerine kadar her alanda yeni iş modelleri gerekir. Yeni iş modelinin temeli birlikte çalışmayı yönetebilmekten geçer. Birlikte çalışma yollarını, paydaşlarıyla ufuk taraması gibi yaklaşımlarla tartışmak, daha sonra hızlı ilk örnekleri ortaya koymak gerekir.

Yenilikçilik daha yaygın tanımlanmasıyla inovasyon, her sektörün yaşamına gireli epeyce bir süre geçti. Yenilikçilik tanım olarak, Latince’de yenilik anlamına gelen innovare kelimesinden türemiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde, yenileşim olarak yer alır. Konuyla ilgili taramada çıkış noktasının değer oluşturmaya dayandığı görülür. Aslında kısaca değer katan bir yenilik biçiminde açıklanmasına da sıklıkla rastlanılır. Yenilikçilikte, akla gelmesi bile mümkün görünmeyen fikirlerden onların yapılmasına ve patentinin alınmasına kadar uzanan zorlu bir süreç yaşanır.

ZORLU SÜREÇ

Zorlu sürecin ilk aşaması, yenilikçilik için çalışanlarla onlara finansman sağlayıcıları arasındaki bilginin eşit olmamasıyla başlar. İster firma, ister sektör gözüyle bakılsın, konuya verimlilik açısından yaklaşılır. Yani çok bilindiği gibi, en az girdiyle en fazla çıktıya ulaşma yaklaşımıyla değerlendirilir.

Bu durum, bilgi eşitsizliğini daha da derinleştirebilir. Hatta yatırımcılar, alınan risk ile ödenecek parayı karşılaştırdığında, parasını bazen katlanılamayacak kadar yüksek bulabilir. Bu yüzden, siyasi ve bürokratik karar vericiler, vergi teşvikleriyle yenilikçiliği kolaylaştırmaya çalışırlar. Fikri mülkiyet gelirleri de dünya ölçeğinde bu kolaylaştırıcılıkların bir başka yolu olarak bilinir.

Yenilikçi düşünme yoluyla; yeni fikirlerle sorunlara çözüm aramaya daha fazla yatırım yapan yeni yatırımcılar ortaya çıkabilir. Yenilikçilikte; ilk kez yapılana değil, kullanıcıya değer katana yapılan yatırım kavramı öne çıkar.

SAĞLIK HİZMETİ KISITLILIKLARI

Buraya kadar yazılan başlıklar, tüm sektörler için geçerli genel bakışı içermektedir. Oysa, konu sağlık olduğunda, bu başlıklara bazı kısıtlılıklar da eklenir. Bunların başında, sağlık hizmetinde kamusal düzenleme fazlalığı ile bilgi asimetrisi gelmektedir.

Kamusal düzenleme gerekliliği, hangi yönden bakarsanız bakın vardır; sağlık hizmetlerinin finansmanından sunumuna, yönetiminden satın almasına kadar… Dünyadan veya kendi ülkenizden bakarsanız da vardır. Kişisel veya toplumsal açıdan bakarsanız da vardır. Çünkü, ana fikir, kamunun sağlık hizmetlerindeki düzenleyici rolüdür.

Kamunun bu rolü bazen bir orkestra şefi gibi, bazen de tüm kararları veren bir güç gibi ortaya çıkabilir. İki uç gibi görünen böyle bir rol dağılımı, özellikle yatırımcılar için, sağlık sektörüne yönelik ilk kısıtlılık olarak ifade edilir.

İkinci kısıtlılık bilgi asimetrisidir. Sağlık hizmetini verenle kullanıcısı arasında bilgi hiç bir zaman eşit olmaz. Bu yüzden de, aradaki bilgiyi ve onun paylaşımını arttırmaya yönelik düzenlemeler oldukça dinamik bir süreçle gerçekleşir. Süreç, kişiyi bilgilendirmeden yapılacak her türlü sağlık müdahalesi için onay almaya kadar uzanan adımları içerir.

Sağlık sektörünün bu kısıtlılıklarının üstüne, ne yazık ki ekosistem bakışıyla değerlendirilemeyen ölçek büyüklüğü yaklaşımı da eklenmelidir. Böylece, kısıtlılığın ne denli ciddi bir açmaza dönüşebileceği daha rahat görülecektir.

ÇÖZÜMLER

Sağlıkta yenilikçilik adımlarına çözüm olarak genelde; ölçek büyütme, daha yalın süreçler ile yeni iş modelleri oluşturulması gibi başlıklar sıralanır.

Ölçek büyütmenin temeli, ölçek ekonomisi mantığına dayandırılır. Bilindiği gibi, ölçek ekonomisi, üretim artarken maliyetin düşmesi olarak ifade edilir. Mantığı, büyüyen paydanın savunulmasına dayanır. Dolayısıyla, sağlık alanında yenilikçilik ne kadar büyür ve yaygınlaştırılırsa, maliyeti ucuzlar ve daha fazla kişi tarafından kullanılır. Sağlık sigortacılığı da, sağlık hizmeti sunma da, hatta sağlık hizmetinin planlanması da böyle bir yaklaşımla değerlendirilmelidir.

Ekosistemde bir yandan ölçek büyütülürken, diğer yandan da tüm oyunculara eşite yakın oyun alanı oluşturma ilkesi tartışılmaktadır. Bu görüşü destekleyenler olduğu kadar, açmazların çözümüne değil, daha karmaşık hale gelmesine neden olacağını savunanlar da vardır. Sağlık sektörünün tüm oyuncularına kendi içlerinde hizmet yarışına girebilecekleri ortamlar sunma tercihi, bunun doğal bir sonucudur. Kamusal düzenleyicilere bu yönde tavsiye iletenler, sunulan ortamlarda objektif ve şeffaf bir izleme değerlendirme mekanizması olması gerekliliğinde ısrar ederler.

KAMU ÖZEL AYRIMI YAPMADAN KAMU YARARI

Yenilikçilik için ekonomik açıdan büyütülebilecek ölçek, kamunun orkestra şefliğinde, kuralları herkese eşit uygulayan, özerk bir özel sektör desteğiyle gerçekleşebilir. Böylelikle, pilot uygulamaları başarıyla tamamlayan özel sektör, kamuya uygulanabilir bir örnek sunabilir. Sağlık hizmetleri bu örnekler arasında, gerek gelişen teknolojinin daha fazla kullanımı, gerekse de kişilerin her geçen gün değişen ihtiyaçları nedeniyle önemli bir yer tutmaktadır.

Bakış açısının temeli, sunulan hizmetin sahibinin kim olduğuna değil, hizmetin veriliyor olmasıdır. Ön koşul ise, hizmete ulaşamayanın özellikle finansal açıdan desteklenmesidir. Tıpkı tamamlayıcı sağlık sigortası primi ödeyemeyene kamu desteği sağlayan Fransa örneği gibi…

Sağlık alanında, yenilikçiliğin sürdürülebilir olması aslında bir zorunluluktur. Yeni teknolojilerden yeni ilaçlara, yeni yönetim araçlarından alternatif geri ödeme yöntemlerine kadar her alanda yeni iş modelleri gerekir. Yeni iş modelinin temeli birlikte çalışmayı yönetebilmekten geçer. Birlikte çalışma yollarını, paydaşlarıyla ufuk taraması gibi yaklaşımlarla tartışmak, daha sonra hızlı ilk örnekleri ortaya koymak gerekir.

2019 yılı Ekim ayında, Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Sağlık Politikaları Merkezi ev sahipliğinde bir Çalıştay yapılmıştı. Kamu karar vericilerinin de içinde olduğu ilgili paydaşlar, ilaç ve tıbbi cihaz alanında ufuk taraması yaklaşımının ilk örneğini vermişti. Dünya örnekleri incelenmiş, Türkiye’ye özgü bir model metodolojisi çalışılmıştı.

Benzeri örneklerle, “kamu özel ayrımı yapmadan kamu yararı” ilkesi, yenilikçilikte de kritik başarı göstergesi olarak değerlendirmeye alınmalıdır. Sağlık hizmetinde yenilikçi yaklaşımların ağırlığı bu yolla artar. Ayrıca, bu hizmetlere erişimi artan sağlıklı bireyler, ekonomiye daha üretken katkılar sağlayabilir. Yapılacak düzenlemelerle, yenilikçiliğin getirebileceği yüksek maliyetler, faydalarıyla dengelenebilir. Hatta, insan kaynağı nitelik ve niceliğinin yeniden tasarımı bile tetiklenebilir.

Sigortacılıkta Nesnelerin İnterneti

Pandemi dönemi hatırlandığında, dijital dönüşümlerin hizmetlere erişimde ne kadar etkili olduğu daha net görülecektir. Mobil teknolojiler, büyük veri, yapay zeka, uzaktan çalışma gibi yenilikçi yaklaşımlar erişimi arttırma araçları arasında sıralanabilir. Sigorta sektörünü ve doğal olarak sağlık sigortacılığını bu yaklaşımlardan biri olan nesnelerin internetinden ayrı düşünmemek gerektiğini unutmamalıyız.

Bu hafta sigortacılıkta nesnelerin interneti kavramını gündeme getireceğim. İlk bakışta ‘ne ilgisi var?’ sorusu sorulabilir. Okuduğunuzda, bu sorunun cevabını bulmanızı amaçlıyorum. Kısaca sıklıkla IoT kısaltmasıyla anılan bu kavram, “Internet of Things” kelimelerinin baş harflerinden oluşur. Türkçede nesnelerin interneti olarak kullanılır.

Nesnelerin internetine geçmeden önce sigortacılık ile ilgili bazı hatırlatmalarda bulunalım. Bilindiği gibi, risk faktörlerinin oluşturabileceği zararları yönlendiren sistem, sigorta olarak tanımlanır. Risk ise zarara neden olan olayların meydana gelme ihtimalidir.

NEDEN SİGORTACILIK?

Kişiler veya kurumlar; yaygın gibi, doğal afet gibi zarara ve gelir kaybına yol açacak sonuçlardan korunmak için sigorta yaptırırlar. Bu amaçla önceden taksitlendirilmiş veya peşin olarak belirli bir para öderler. Prim olarak bilinen bu para ödemesi yoluyla risklerini de sigorta şirketlerine devrederler. Devrettikleri riskler, örneğin sağlık sigortacılığında teminat paketi olarak adlandırılır. Sağlık sigortacılığı kamu tarafından yapılıyorsa, yani ülkemizdeki gibi Genel Sağlık Sigortası varsa, taahhüt edilen hizmet temel teminat paketi olarak isimlendirilir.  Yangın poliçesinde bina veya içindeki eşya gibi kaybı ya da hasar görmesi durumunda mali zarara neden olan her şey sigorta konusu olabilir. Bunlar arasında; sağlık gibi can sigortaları ile yangın, kasko gibi mal sigortaları sayılabilir.

Dolayısıyla sigorta, riski bölmek veya parçalamak yoluyla kişiler veya kurumların ekonomik zararlarını önemsiz duruma getirir. Bir riskin sigorta edilebilmesi için bazı ön koşullar vardır. Riskin gerçekleşmemiş olması ama gerçekleşme ihtimalinin bulunması bu ön koşulların başında gelir. Bu arada riskin ne zaman gerçekleşeceği de bilinmemelidir.

TEKNOLOJİ VE SİGORTACILIK

Teknolojik ilerlemeler ile veri paylaşımı, sigortacılık alanındaki değişimi de etkilemiştir. Nesnelerin interneti olarak bilinen kavram, veri üretiminin tetikleyicilerinden biri olmuştur. Üretilen veriler arttıkça, sigortacılara risk değerlendirmesinde verilen kritik ip uçları da artmaktadır. Riskleri tahmin etme hatta erken uyarı mekanizmalarıyla önleme yoluyla sigortacılık açısından çok değerli bilgilere ulaşılabilecektir.

Böylelikle sigorta kapsamının genişlemesine bile neden olunabilir. Bir yandan genişleyen sigorta kapsamı, diğer yandan gerçek zamanlı risk azaltma çözümleri gündeme gelebilecektir. Yapay zeka ile birleşen simülasyonlar da eklendiğinde risk azaltma potansiyelinin boyutları beklenenden fazla olabilecektir.

Sonuçta; risk önlemeye yönelik güvenli davranışlar risk farkındalığını arttırarak davranış değişikliklerini destekleyebilecektir. Tüm bu süreç, orta ve uzun dönemde sigortacılığın toplum yararına daha sağlıklı yaşam tarzları geliştirmesini sağlayabilir.

NESNELERİN İNTERNETİ

Nesnelerin interneti, sigortacılığa olumlu etkileri sayesinde kurumsal ve bireysel riskler boyutunda geniş bir potansiyele sahip olabilir. Daha sağlıklı yaşam biçimleriyle kendini gösteren bu potansiyelin ulaşabileceği gelecek öngörüleri, akla gelenlerin bile ötesinde gerçekleşebilir. Ama yine de bu öngörülerden ilk bakışta şu başlıkları sıralamak mümkündür:

Başarılı risk yönetimi: Giysilere veya çevreye yerleştirilen alıcılar, risk faktörlerinin büyük bir çoğunluğunu daha belirgin hale getirebilecektir. Böylece sigorta şirketinde risk değerlendirme görevini yerine getirenler olabildiğince rasyonel net risk primi hesaplayabilecektir.

Sigortacılık süreçlerinde iyileşme: Daha fazla veri kullanımı yoluyla süreç analizleri yapılabilecektir. Bilgi işlem teknolojileri karar destek sistemlerine girdi sağlanmasını arttırabilecektir. Bu süreçler, yapay zeka yardımıyla gerçekleşen simülasyonlar sayesinde kararların doğruya en yakın verilmesine neden olabilecektir.

Yeni iş alanları geliştirilmesi: Sigortacılık ve teknolojinin birlikte kullanımı sayesinde yapılmayanların yapıldığı yeni iş ve meslek alanları ortaya çıkabilecektir.

Daha etkili sigortacı-sigorta ettiren ilişkisi: Sigortacının sigortalıya daha kolay ulaşımı sağlanmakta böylelikle aralarında daha etkili iletişim oluşmaktadır. Büyük veriyi de içeren bilgi kullanımıyla yönetişim güçlenmesi de gerçekleşebilecektir.

Artan sigortalı deneyimi: Genel anlamda sürece girmek olarak bilinen “engagement” kavramı Türkçede angaje olmak şeklinde kullanılır.  Dijital pazarlama alanında ise etkileşim oranını tanımlamak için yararlanılır. Amaç, içeriklerin hedef kitle tarafından nasıl karşılandığının hesaplanmasıdır. İşte bu oranın artışı, sigortalının kendi sorumluluğuna sahip çıkmasının da artmasına yol açacaktır.

Sürdürülebilirlik güvencesi: Yaşamımızın her alanına giren bu kavramla, yaptıklarımızın kalıcılığı ve gelecek kuşaklara aktarımı daha da kolaylaşacaktır.

ÖNGÖRÜLERİN GERÇEKLEŞMESİ

Kuşkusuz, bu öngörülerin hızlıca gerçekleşebilmesi için bazı gerekliliklerin de yerine getirilmesi uygun olacaktır;

  • Sigorta sektörünün tüm paydaşları, Sigorta IoT’si konusunda okuryazarlık düzeylerini arttırmalı ve veri odaklı hizmetlerini geliştirmelidir.
  • Teknoloji ile sigorta şirketleri “birlikte çalışabilirlik” konusunda iyi uygulama örneklerini yaygınlaştırmalıdır.
  • Insurtech olarak bilinen yapılanmalar gerekirse kamusal teşvik mekanizmalarıyla desteklenmeli, bu konudaki start-up projelerine fon sağlanmalıdır.

Koruyucu ve önleyicilik, sadece sağlık hizmetlerinde değil, sigortacılığın da içinde olduğu her alanda geçerli bir ilkedir. Bu yüzden, önleyici her türlü süreci desteklemek, ilgili araçları sistem içinde değerlendirmek giderek önem kazanmaktadır.

Pandemi dönemi hatırlandığında, dijital dönüşümlerin hizmetlere erişimde ne kadar etkili olduğu daha net görülecektir. Mobil teknolojiler, büyük veri, yapay zeka, uzaktan çalışma gibi yenilikçi yaklaşımlar erişimi arttırma araçları arasında sıralanabilir. Sigorta sektörünü ve doğal olarak sağlık sigortacılığını bu yaklaşımlardan biri olan nesnelerin internetinden ayrı düşünmemek gerektiğini unutmamalıyız.

Yönetimde Çeviklik Yaklaşımı

Sağlık gibi çok paydaşlı yapılarda, çevik yönetim yaklaşımı daha da önemsenmektedir. Çünkü, sağlık hizmetindeki çok paydaşlılık beraberinde birden fazla sektörle etkileşimi getirir. Sektörlerin başında sigortacılık gelir. Bu yüzden, sağlık sigortacılığı konusunda çalışmaya başlayanlar genelde diğer sigorta branşlarından farklılıkları üzerine yoğunlaşarak ilk deneyimlerini yaşarlar. Deneyimler, çoğu zaman zorlanılan bazı örneklerle bile hatırlanıyor olabilmektedir.

Bilgi Yönetimi… Covid-19 süreci, her ülkede farklı yaşanmışlıklara yol açtı. Yönetimde bilinenlerden farklı yaklaşım biçimlerini öğretti. İlk kez karşılaşılan ve çok hızlı yayılan bir etken; önce tanınmaya, sonra kontrol altına alınmaya, en sonunda da ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bilgi yönetiminin bu kadar kısa sürede ve bu kadar hızlı bir şekilde kavranma zorunluluğu, bilgiyi işleme alanında önem verilen kavramların yönetimin diğer alanlarına da taşınmasına yol açtı.

Çeviklik, işte böyle bir kavram olarak yaşamımıza girdi. Uygulamalar, yazılım dünyasında birkaç on yıllık zaman dilimine yayıldı. Yazılım sektörü, giderek diğer alanlarda yeni tartışılmaya başlanan bu kavramın küreselleşen dünyada tetikleyicisi oldu. Tüm sektörlerin tepe yöneticileri bu kavrama önem verdi, çalışanlarının bilgi ve deneyimini güçlendirici müdahalelerde bulundu. Sadece dünyada değil ülkemizde de, bu işe özel danışmanlık alanları oluşmaya başladı.

İngilizce Agile kelimesi ile ifade edilen çeviklik kavramı, bir örgütün yeni ortaya çıkan koşullara sağlayabildiği uyum olarak özetlenebilir. Yeni iş fırsatları amacıyla yön değiştirebilme becerisi olarak tanımlayanlar da vardır. Zihinsel çeviklik, değişimde çeviklik, insan ilişkilerinde çeviklik, sonuç oluşturmada çeviklik, algoritmik düşünme ve çevik organizasyon yapıları gibi alt başlıklarda da değerlendirilmektedir.

Fortune Dergisi eski editörü, fütürist Alvin Toffler bu konuya duyulan ihtiyacı şu sözleriyle açıklamıştır: “21. yüzyıl cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil, öğrenmeyen, öğrendiği yanlışlardan vazgeçmeyen ve yeniden öğrenmeyenler olacak.” Toffler, sürekli öğrenmenin önemi ve gerekçesini tam da çeviklik bağlamda vurgulamaktadır.

YENİ PARADİGMA: KULLANICIYA ODAKLANMAK

Yönetimde çeviklik yaklaşımında, kurumlarda görev yapanlar kendi alanlarının dışına çıkarak hizmet alanlara odaklanmaktadır. Kurumlar bu yolla değişime ayak uydurmakta, sorunlara getirdiği yalın çözümlerle başarıyı yakalamaktadır. Hatta bu yolla, başarısızlık olasılıkları en aza düşmektedir. Alışılagelmişten kopma, farklılıklar oluşturma şeklinde ifade edilen süreçler yaşanır.

Sağlık gibi çok paydaşlı yapılarda, çevik yönetim yaklaşımı daha da önemsenmektedir. Çünkü, sağlık hizmetindeki çok paydaşlılık beraberinde birden fazla sektörle etkileşimi getirir. Sektörlerin başında sigortacılık gelir. Bu yüzden, sağlık sigortacılığı konusunda çalışmaya başlayanlar genelde diğer sigorta branşlarından farklılıkları üzerine yoğunlaşarak ilk deneyimlerini yaşarlar. Deneyimler, çoğu zaman zorlanılan bazı örneklerle bile hatırlanıyor olabilmektedir.

2020 Mayıs ayında “State of Agile Report” adıyla bir rapor yayınlanmıştır. Rapor, 40 bini aşkın çalışana bir anketin analizini de anlatmaktadır. Kurumların çeviklik kazanımları içinde ilk beş başlık sıralaması şöyledir;

  • Yüzde 70, değişen öncelikleri yönetebilme yeteneği,
  • Yüzde 65, proje görünürlüğü ve enformasyon teknolojilerine uyum,
  • Yüzde 60, teslim hızı, pazara ulaştırma süresindeki azalma ve ekibin morali,
  • Yüzde 59, ekibin artan üretkenliği,
  • Yüzde 58, proje riskini azaltma.

Anket sonuçlarının önde gelen ilk beş kazanımı birbirine çok yakın oranlardan oluşmaktadır. Birinci ile beşinci arasındaki fark sadece yüzde 12’dir. Aslında bu bile çeviklik kazanımlarının, çeşitlilik ve önem dereceleri açısından geniş bir yelpaze olduğunu göstermektedir.

Benzeri çalışmalar sonucunda, paradigma değişikliği yaşanan alanların giderek netleşmekte olduğu paylaşılmaktadır. Ana başlıklarıyla belirginleşen bu alanlar;

  • Süreç ve araçlarına değil, bireyler ve aralarındaki etkileşime,
  • Kapsamlı bir arşivlemeden öte fonksiyonel bir bilgi yönetimine,
  • Sözleşme gibi usul oluşturucu müzakerelerden, kullanıcılarla işbirliklerine,
  • Planlı ve değişmeyen doğrular yerine dönüşümlere karşılık vermeye

kadar uzanan anlayış değişikliklerini beraberinde getirmiştir.

Yönetim süreçleri, alışılmış geleneksel yöntemlerin aksine, önceden kararlaştırılan planlara koşulsuz uymaya sıcak bakmamaktadır. Koşullar her an değişebilir, hatta kullanıcılar mal ve hizmetin tamamını bile değiştirmeyi gerektirebilecek beklentileri tercih edebilir. Böyle durumlarda, kullanıcıların memnuniyetini en üst düzeyde gerçekleştirebilmek için yeni tercihlerle uyum sağlanmalıdır.

YOL GÖSTERİCİ İLKELER

Çevik yaklaşımda yol gösterici ilkelerin özü, tıpkı değer temelli sağlık bakışında olduğu gibi, kişinin merkeze alınmasını sağlayan bir ekosistemi gerektirir. Ekosistem, kullanıcı memnuniyetine dayanır.

Süreçler, değişimin kişiye yönelik rekabet avantajına çalıştırılır. Süreç sahipleri, “interoperability” kavramıyla da bilinen, birlikte çalışabilirliğin bir örneğiyle iş yapar.

Motive bireyler amacıyla bir yandan ortam oluşturulur, bir yandan da çalışanların başarılarına güvenilir. Bilgi paylaşımına yönelik olarak yüzyüze iletişim güçlendirilir.

Sürdürülebilir ve tekrarlanabilir bir tempo, ekiplerin iyi tasarım konusundaki özenini arttırarak ürünün sürekli iyileştirmesi ile değişimini sağlar.

Yazılım sektöründen başlayarak diğer alanlarda daha hızlı ve geniş kapsamlı bir değişime neden olan yönetimde çeviklik yaklaşımı, her sektörü dönüştürecek bir hızla yayılıyor. Sağlık ve paydaşı sigortacılık sektörü bu dönüşümün gerisinde kalmamalıdır.

Sağlık sektörü yöneticileri bu yaklaşımın işlerliğini, getirdiği kazanımları göstererek paylaşmalıdır. Bilgi ve deneyimlerini birbirlerine aktarmalı, ortak hedeflere işbirliği içinde birlikte yürümelidir. Böylelikle, kaynak kullanımında etkililik sağlamanın da ötesinde, dönüşüme ayak uydurmanın koşulları da yerine getirilmiş olur.

Duvarsız Hastane

Duvarsız hastane yaklaşımı; hizmet sunumundan ödeme modeline, teknolojiden başta sağlık insangücü olmak üzere her türlü kaynak kullanımına, sürdürülebilirlikten hakkaniyete varıncaya kadar geniş bir etki alanı oluşturuyor. Bu geniş etki alanı, bir ekosistem olarak tanımlanabilir.

Son yıllarda benzeri anlama gelecek çok kavram konuşuluyor. Ama bu ve benzeri kavramları her konuşulduğunda, 2019 yılında okuduğum Frank Kumli’nin “2040’ta Sağlığın Geleceği” adlı makalesini hatırlıyorum. Makale, sağlık tanımı daha da genişleterek, bütünsel olarak zihinsel, sosyal, duygusal, fiziksel, finansal ve ruhsal sağlığı kapsayan genel bir iyilik halini anlatmaktadır. Oysa ki, Dünya Sağlık Örgütü sağlığı; sadece hastalık ve sakatlığın bulunmayışı değil, fiziksel ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlayalı çok yıllar oldu.

Aslında kulağa çok hoş gelen bu tanım, kapsamının çok geniş olduğu için zaman zaman tartışılmaktadır. Hatta bu kadar geniş kapsamlı böyle bir tanımın uygulamasının olamayacağı bu yüzden de teorik kalacağı bile söylenilmektedir.

2040 yılına daha 18 yıl var, bu çok uzun bir süre şeklinde düşünebilirsiniz. Oysa ki, politika belirlemek ve ona uygun planlar yaparak hedefler koymak için çok da uzun bir süre sayılmaz. Dünya Sağlık Örgütü, 2000 yılı “Herkes İçin Sağlık” hedeflerini 1973 yılında belirlemişti. Duvarsız hastane kavramı konuşuldukça, kapsamı genişleyen sağlık tanımının önemi daha fazla anlaşılacaktır.

GENİŞ KAPSAMLA UYUMLULAŞTIRILAN POLİTİKALAR

2040 yılı için bu kadar genişlemiş kapsam hedeflenmesi, doğaldır ki sağlık politikalarını da etkileyen geniş bir müdahale alanı oluşturacaktır. Devletler, sağlıkla ilişkili sektörler ve ilgili paydaşlar, müdahale alanlarına yönelik önceliklerini de sağlık tanımının bu genişleyen kapsamını düşünerek oluşturmalıdır. Sadece sağlık politikaları değil, sosyal ve ekonomik politikalar da bu değişim süreci içinde değerlendirilmelidir. Kamu kadar  özel sektör ve akademik alanda da stratejiler ve iş planları, bu yaklaşımla gözden geçirilmelidir.

Politika ve iş planlarının bu yaklaşıma uyumlulaştırılması, duvarsız hastaneyi de içeren değişim sürecinin en önemli bileşeni olarak görülmelidir. Çünkü uyumlulaştırma çabaları; iş yapma biçimlerinin değişmesini, yeni sağlık hizmet sağlayıcıların ortaya çıkmasını, yenilikçi müdahale alanlarının gelişmesini içermelidir. Sağlığı korumada ve hastalıkların tedavisiyle ödeme mekanizmalarında; daha basit ve yalın süreç yönetiminin gündeme gelmesine neden olacaktır.

DUVARSIZ HASTANE DESTEKLEYİCİSİ UYGULAMALAR

Duvarları olmayan hastane yaklaşımını destekleyen hatta teşvik eden bazı uygulamalar da olacaktır. Bunlar arasında; elektronik sağlık kaydı sistemi oluşumu, ödeme modeli değişiklikleri, kişilerin sağlık veya hastalıklarını uzaktan yönetme gibi başlıklar sıralanabilir.

Elektronik sağlık kaydı oluşturma kavramı, hizmet verilen nüfusun sağlığına yönelik klinik veriyi dijital ortamda oluşturma ve paylaşıma açma çabalarını içerir. COVID-19 pandemisi, bu çabaların öneminin daha da fazla anlaşıldığı bir dönemi yaşattı. Tüm ülkeler, beklemedikleri, anlık gelişen pandemi koşullarında, sağlık hizmetlerinin kalitesini azaltmadan erişimini arttırmanın yollarını aradılar. Sağlık alanında digitalizasyonu ve onun sağladığı düzenleyici gücü sağlık yönetiminin her alanında uygulamaya çaba gösterdiler. Sistemlerinin uyumluluğunu, toplumlarının başta kültürel değerleri olmak üzere bu değişime zorunlu olduğu bilinciyle mevzuatlarını güncellediler. Uzaktan takip ve yönetim ile kişisel bilgilerin korunmasını önceliklerine alarak davranma zorunluluğu süreçlerini yaşadılar.

Sağlık hizmetlerinin kişilere ve kurumlara ödeme yöntemlerini gözden geçirdiler. Özellikle son yirmi yılda bir çok ülke, geleneksel yöntemler yerine yenilikçi hizmet sunum ve ödeme modellerini uygulamaya başladı. Ödeyicileri ve hizmet sunucuları daha fazla değer oluşturma için teşvik edici mekanizmalara yönlendirdiler. Tıpkı, sigortacılıktaki risk yönetimi kuralları gibi sonuç odaklı finansman modellerine yöneldiler.

Doğaldır ki bu arada, sağlık hizmetlerinin dijital temelli işletim sistemleriyle birlikte çalışması süreci de yaşandı. Bir benzetme yapmak gerekirse, alfabesinden başlayarak kitabını yazmaya kadar giden eş zamanlı bir dizi eylemi içeriyordu aslında bu süreç. İlgili karar vericiler, kanıta dayalı sonuçları izlediler, değerlendirdiler, karar vermelerinin vaz geçilmezi yaptılar. Gördüler ki, bir yandan sonuçlar iyileşti, bir yandan da maliyet düştü. Sağlık sistemine aynı şikayetle yapılan tekrarlayan başvurular azaldı, hizmete erişim artarken belirlenen anahtar başarı göstergeleri iyileşti. Yalnızca doğumda beklenen yaşam süresi değil, sağlıklı geçirilen yaşam süresi, yaşam kalitesinin artması, engelliliğin azalması gibi başarı göstergeleri de izlenir hale geldi.

“BENİM İSTEDİĞİM YERE GEL” KOMUTU YERİNE “NEREDEYSEN ORAYA GELİRİM” YAKLAŞIMI

Görüleceği gibi, duvarsız hastane yaklaşımı; hizmet sunumundan ödeme modeline, teknolojiden başta sağlık insangücü olmak üzere her türlü kaynak kullanımına, sürdürülebilirlikten hakkaniyete varıncaya kadar geniş bir etki alanı oluşturuyor. Bu geniş etki alanı, bir ekosistem olarak tanımlanabilir. Ekosistem temelinde, sağlık hizmetlerini kullanıcısıyla buluşturma yatıyor. Buluşturma “benim istediğim yere gel” komutu yerine “neredeysen oraya gelirim” yaklaşımı odaklı bir zihinsel dönüşümü beraberinde getirmektedir.

Zihinsel dönüşüm; yapay zeka, nesnelerin interneti, metavers, sensör ve birbiriyle konuşan cihazlar gibi yenilikçi teknoloji araçlarıyla kullanıcıları sağlık hizmetine bağlanıyor. Sonuçta; sağlığın etkililik, hakkaniyet sürdürülebilirlik gibi kavramlarla yönetişimi gerçekleşiyor. Yenilikçi iş modelleri oluşuyor. Taraflar arasında sorumluluk ve rol dağılımı güncelleniyor. Dolayısıyla, sigortacısından hastane yöneticisine, sağlık çalışanından hizmet kullanıcısına sektörün tüm tarafları yeni rollerini biran önce benimsemek durumundadır. Bu düşüncelerle, Sigortacılık Haftasını kutluyorum, sigorta sektörünün duvarsız hastane ile uyumlu hazırlık süreçlerine de başlamasını diliyorum.

Sürdürülebilirlik ve Sigortacılık İlişkisi

Sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engel olarak, yönetilmekte zorlanılan krizlerden söz edilir. Kaynak kullanımında verimlilik ve etkililik, bu krizler ne düzeyde olursa olsun, hep olumsuz etki doğurur. Özellikle, sağlık ve sigortacılık gibi çok paydaşlı alanlardaki bu olumsuz etkiler, birey kadar toplumsal sonuçlara da yol açar. Sağlık ekonomisinde dışsallık olarak ifade edilen bu kavram, aşılanma gibi olaylarda pozitif, pasif içicilikte ise negatif dışsallık olarak tanımlanır.

Bu yazımda, global anlamda sürdürülebilirlik ve sigortacılık ilişkisinden söz edeceğimi belirtmiştim. Sürdürülebilirliği, finansal sürdürülebilirlik yaklaşımıyla değerlendirme bir yaklaşımdır. Doğaldır ki, böyle düşünenler sigortacılık için toplanan prim ile ödenen tazminat arasındaki denge temelinde finansal verileri ön planda tutacaklardır.

1987’de Birleşmiş Milletler Brundtland Raporu sürdürülebilirlik kavramını tanımlarken, bugünün ihtiyaçlarını gelecek kuşakların ihtiyaçlarından ödün vermeden karşılama olarak ifade ediyor. Örnek vermek gerekirse, bugün bizlerin almakta olduğu sağlık veya sigorta hizmetlerinin, geleceklerinde çocuklarımız tarafından da alınması olarak somutlaştırılabilir.

Bu bağlamda, sürdürülebilirlik kavramıyla ilgili son günlerde yaşanan önemli bir gelişmeyi paylaşmak isterim. Geçenlerde, Stanford Üniversitesi’nde, 70 yıl sonra ilk kez, yeni bir fakülte açıldığını okudum. Fakültenin adı Sürdürülebilirlik Okulu. Sürdürülebilirlik konusunda çalışacak Fakülte, bilimsel çözümler üretmek üzere planlanmış…

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA

Sürdürülebilirlik kavramı son yıllarda giderek daha da artan bir önem kazanmaktadır. İlgilileri, her alanda o alana özgü politikalarla sürdürülebilirlik tartışmaları yapmaktadır. İlgililer, sadece akademisyenler ve sektör yetkilileri değildir, tüm paydaşlar ilgilidir. 360 derece bakışıyla sürecin içine giren bütün taraflar, çözüm bulma konusunda da birlikte çalışmaktadır. Çözümler sürdürülebilir kalkınma kavramı ile birlikte değerlendirilmektedir.

Bugün gelinen noktada sürdürülebilir kalkınma, sigorta sektörünün de içinde olduğu birçok sektörde geleceğin başarı ölçütü olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Sigortacılık alanının karar vericileri, bu ölçütü önemsediklerini yenilikçi yaklaşımlarla ortaya koymaktadır. Bir yandan pazarda varlığını sürdürmek, bir yandan da alana getirilen yenilikler, hepsi bu amaca ulaşılma çabalarıdır.

YÖNETİLMEKTE ZORLANILAN KRİZLER

Sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engel olarak, yönetilmekte zorlanılan krizlerden söz edilir. Kaynak kullanımında verimlilik ve etkililik, bu krizler ne düzeyde olursa olsun, hep olumsuz etki doğurur. Özellikle, sağlık ve sigortacılık gibi çok paydaşlı alanlardaki bu olumsuz etkiler, birey kadar toplumsal sonuçlara da yol açar. Sağlık ekonomisinde dışsallık olarak ifade edilen bu kavram, aşılanma gibi olaylarda pozitif, pasif içicilikte ise negatif dışsallık olarak tanımlanır. Sonuç olarak, sağlık alanında aşı olan kişi sadece kendisini korumaz ya da sigara içen kişi sadece kendine zarar vermez.

Dünyada yönetilmekte zorlanılan risklerin en başında, neredeyse üç yılı bulan Covid-19 yaşanmışlıkları hatırlanacaktır. Elde edilen deneyimin, dayanıklılık artırmaya yönelik görüşleri de içeren Dünya Ekonomik Forumu’nun 2022 Küresel Riskler Algı Anketi yayınlandı. Anket, katılımcılarının çoğunluğu, dünyanın görünümünden umutlu olmadıklarını belirtmiş, sadece yüzde 16 oranında katılımcı, “iyimser” veya “olumlu” öngörülerde bulunmuş. Bir başka ifadeyle, yüzde 84 oranındaki çoğunluğun “endişeli” olduğu ortaya çıkmış. Ankete göre katılımcıların yüzde 11’i ise, küresel toparlanmanın hızlanacağına ilişkin olumlu beklentide bulunmuş.

DÜNYANIN SAĞLIĞI İLE İLGİLİ KAYGILAR ÖNE ÇIKIYOR

Ankete katılan uzman ve liderler, yoğunlukla, önümüzdeki üç yılda, değişkenlik, oynaklık ile birlikte birçok sürpriz de yaşanabileceğini öngörmüşler. Bu bakışla, kazananlar ile kaybedenlerin birbirlerinden göreceli olarak ayrılacağını da düşünmüşler.

Önümüzdeki beş yıl için en çok toplumsal ve çevresel riskler beklenirken, 10 yıllık bir gelecekte dünyanın sağlığı ile ilgili kaygılar öne çıkmaktadır. 10 başlık altında sıralanan riskler; toplamda beş ama ilk üçünde çevre, ikinci üçünde sosyal, daha sonrakilerde ise borçlanma ve jeopolitik olmak üzere sınıflandırılmıştır. Bunlar;

  • İklim değişikliğine yönelik eylemlerde başarısızlık,
  • Aşırı hava değişiklikleri,
  • Biyoçeşitlilik kaybı,
  • Sosyal uyum erozyonu,
  • Geçim kaynağı krizi,
  • Enfeksiyon hastalıkları,
  • İnsan çevreye zarar,
  • Doğal kaynak krizi,
  • Borç krizi,
  • Jeoekonomik çatışma

Bu riskler arasında adlandırılmasından anlaşılan riskler olabileceği gibi ilk bakışta değerlendirilmesinde zorlanılabilecek birkaç risk bulunmaktadır. Bu kapsamda bazı başlıkları birkaç cümle ile detaylandırmak istiyorum. Farklı türlerin neslinin tükenmesi ile birlikte belirli çevredeki türlerin yerel olarak azalması hatta kaybolması sonucu biyolojik çeşitliliğin kaybolması şeklinde ifade edilmiştir. Sosyal uyum erozyonu kavramıyla, hane halkı veya kişilerin geçim sıkıntılarının doğuracağı krizler ile ruh sağlığı bozulmasının pandemi nedeniyle kötüleştiğine vurgu yapılmaktadır.

Jeoekonomik çatışma kapsamında, jeopolitik güçler arası ekonomik, politik, teknolojik rekabetlerin, ikili ilişkilerin gerilmesi hatta kırılmasına neden olması düşünülebileceği belirtilmektedir. Hatta avantaj elde etmek amacıyla insani gelişme için kritik olan bir mal, bilgi, hizmet veya teknoloji kullanımı veya kısıtlaması bile örneklenebilmektedir.

Bu açılardan değerlendirildiğinde, sigorta şirketleri için sürdürülebilirlik risklerinin yönetilmesini daha da kolaylaştıran ürünler geliştirilmesi öne çıkmaktadır. Bu ürünler tüm iş kollarına yönelik çeşitlendirilebilir. Çevre bilincini arttırıcı kampanyalar yoluyla farkındalık oluşturulabilir.

Bu önerilerin ortak özelliği, risklerin yönetilmesini kolaylaştıran ürünler ve seçenekler sunulmasıdır. Sürdürülebilirliğin artırılması için risk yönetiminde yeni teknoloji ve kaynakların kullanılması sağlanarak ilerlemek mümkündür. Ama, unutulmamalıdır ki, sürdürülebilir kalkınma için sigorta şirketlerinin çabalarına ek olarak toplumun bu amaca yöneltilmesi de gerektirir. Kamusal karar vericiler, tüm bu çabalara stratejik ve günlük uygulamalarla destek olmalıdır.

Kişisel Verilerin Korunması ve Sigortacılık

Son birkaç yıldır, sektörün taraflarının birlikte olduğu her toplantıda, kişisel verilerin korunması konusu gündeme geliyor. Hatta, toplantılardan birinde, kasko ile benzerlik oluşturulan örnekler verildiğine bile tanık olmuştum. Bir sigorta şirketi yetkilisi, “arabanın marka modelini bilmeden kasko yapma” benzetmesi ile örneklemişti. Bu kadar önemli bir konuda bir şey yapılmıyor mu? Evet, yapılıyor. Bugün size bu yapılanlardan söz edeceğim.

Son veriler, dünya sigorta sektöründe Türkiye’nin yerinin ekonomik büyüklüğü ile paralel olmadığını gösteriyor. Sigortacılıkta neredeyse iki kat daha aşağıda yer alıyoruz, 38’inci sıradayız. Hatta, toplam sigorta primin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içindeki payında bu oran 3 kattan da fazla; yüzde 7,4’e, yüzde 2,2. Özel emeklilik fonlarında ise bu oran 429 katından bile fazla. OECD ülkelerinde özel emeklilik fonlarının Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içindeki payı yüzde 145,9, Türkiye’de yüzde 3,4.

Sigortacılık sektörünün yaygınlaşması için birçok hedef sıralanmaktadır. Özellikle sağlık sigortacılığını yakından ilgilendirdiği için kişisel verilerin korunması konusunu gündeme getirmek istiyorum. Konunun uzmanları ısrarla, Türkiye’deki kişisel verilerin korunması kurallarının özellikle sağlık alanında çok katı uygulandığını kabul ediyorlar. Aynı uzmanlar, kendi şifresini kötü niyetlilerin kopyalaması (!) dışında, sağlık verileriyle ilgili Türkiye’de bir yanlışlık yaşanmadığını da belirtiyorlar.

ÖZEL SAĞLIK SİGORTALARI

Son birkaç yıldır, sektörün taraflarının birlikte olduğu her toplantıda, kişisel verilerin korunması konusu gündeme geliyor. Hatta, toplantılardan birinde, kasko ile benzerlik oluşturulan örnekler verildiğine bile tanık olmuştum. Bir sigorta şirketi yetkilisi, “arabanın marka modelini bilmeden kasko yapma” benzetmesi ile örneklemişti. Bu kadar önemli bir konuda bir şey yapılmıyor mu? Evet, yapılıyor. Bugün size bu yapılanlardan söz edeceğim.

Son aylarda, bu konuda oldukça hızlanan bir süreci yaşadık. Yazışmalar sonrası; üst düzey teknik yetkililerle, Türkiye Sigorta Birliği yetkilileri Ankara’da bir araya geldiler. Sadece tamamlayıcı sağlık sigortacılığında değil, özel sağlık sigortacılığın tamamında kişisel verilerin korunması konusunda neler yapılabileceğini tartıştılar. Bir protokol imzalandı, sigortacılıkla ilgili yasal süreçler tamamlandı. Artık sanıyorum, son aşamaya gelindi.

O aşama da tamamlandığında, uzmanlarının söylediği “Türkiye’deki kişisel verilerin korunması kurallarının özellikle sağlık alanında çok katı olduğu” tespit geçmişte kalmış olacak. Çünkü geçmişte kalacak bu tespit için emek verenlerin bir kez daha devreye girdiğini ben de yaşadım. Tıpkı, Şubat 2022’de yayımlanan Uzaktan Sağlık Hizmetlerinin Sunumu Hakkında  Yönetmeliğin tüm aşamalarını ilgili paydaşlarıyla şeffaf paylaşımında olduğu gibi…

YASA HAZIRLIKLARINDA SONA GELİNDİ

Bu arada, kişisel verilerin korunması ile ilgili yasa hazırlıklarının da son aşamaya geldiği aktarılıyor. Böyle bir yasal düzenlemenin, bilgiyi yönetmenin her türlü aracının en fazla kullanılabileceği fırsatlar da doğuracağı unutulmamalıdır. Yapay zeka ve makine öğrenmesinin de desteğiyle bu fırsatlardan genelde sigortacılık özelde de sağlık sigortacılığı çok daha fazla yararlanacaktır.

Daha doğru simülasyonlarla, daha gerçekçi aktüeryal hesaplamalara ulaşacaklar. Böylelikle şirketler ve sektör için sürdürülebilir dengelere kavuşma süresi daha da kısalacaktır. Zaten, önümüzdeki hafta, global anlamda sürdürülebilirlik ve sigortacılık ilişkisini yazmayı planlıyorum.

Geçenlerde Yeni Dünya Performans Kriterlerine ilişkin bir yazı okumuştum. Yazının ana fikri “çeviklik” kavramıydı. Çeviklik, en basit ifadesiyle hızlı olma yeteneği olarak tanımlanabilir. Çevikliğin, doğal olarak, bireysel ve kurumsal anlamda farklılıkları vardır. Yönetim açısından kurumsal çeviklik başlığı daha öne çıkmaktadır. Kuruluşların hızlarını yitirmeksizin, yaşanan değişikliklere vizyonlarıyla uyumlu, hızlı karşılık verme nitelikleri olarak belirtilir.

Aslında, yaşanan değişiklikler iç veya dış ortamlarından kaynaklanabilir. Önemli olan hangi ortamdan kaynaklanırsa kaynaklansın, dinamizmi koruyabilmektir. Yazıda, çeviklik kavramı; zihinsel çeviklik, değişimde çeviklik, insan ilişkilerinde çeviklik, sonuç yaratmada çeviklik, çevik organizasyon yapıları ve algoritmik düşünme başlıkları altında açıklanmıştı.

SAĞLIK SİGORTACILIĞINI YENİDEN DÜZENLEMEK MÜMKÜN

Sağlık sigortacılığını da yeni dünyanın bu performans kriterlerine göre yeniden düzenlemek mümkündür. Bunu sadece sektör hatta şirket içi politikalarla değil, dış faktörlerle birlikte değerlendirmek gerekir. Dış faktör bazen sektörün veya şirketin doğrudan katkı sağlayamayacağı bir alan gibi görünebilir. Oysa ki, sektör gelişimi ve ilerlemesi için, belki de katkı sağlanamayacak alanlara müdahale etmek, daha da kalıcı sonuçlar doğurabilir.

İşte kişisel verilerin korunması sürecinde, kamusal karar vericilerle birlikte geri bildirim sağlayan Türkiye Sigorta Birliği, önemli bir katkıyı gerçekleştirmiş olmaktadır. Politika yapıcıların, uygulayıcılarla oluşturduğu bu katkı, sinerjiye yol açmaktadır. Sigorta şirketlerinin çevikliği ile birleşince tüm bu katkı adımlarının, ne kadar kısa sürede ve ne kadar kalıcı olarak atılabileceği de bir kez daha kanıtlanmış olacaktır. Kanıtlanan örnek sayısını arttırmalıyız. Dünya sigorta sektöründe Türkiye’nin yerinin ekonomik büyüklüğü ile paralel olacağı günlere kadar arttırmalıyız. Hatta toplam sigorta primin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içindeki payındaki oranı tersine çevirinceye kadar…

Tamamlayıcı Sağlık Sigortası ve Bazı Sorular

Tamamlayıcı sağlık sigortası Genel Sağlık Sigortası sürdürülebilirliğine katkı veren ikinci bir sigortadır. Böylece; kamu sigortasından oluşabilecek beklentiler yönlendirebilir, hizmet kalitesindeki fiyat baskıları azalabilir, hekim ve hastane seçenekleri artabilir. Tamamlayıcı sağlık sigortası Genel Sağlık Sigortası’nın da sigortasıdır.

Son yazılarımda, Özel Hastaneler Platformu Derneği desteğiyle yayınlanan Tamamlayıcı Sağlık Sigortası Sorunlar, Fırsatlar ve Çözüm Önerileri kitabındaki bazı başlıkları özetlemeye gayret etmiştim. Bu yazımda ise Tamamlayıcı Sağlık Sigortası ile ilgili bazı soruları paylaşmak istiyorum.

Bunlar arasında; özel sağlık sigortasından farkı, yapılacak düzenlemelere ihtiyaç, daha fazla nüfusa ulaşma, neden kamu sigortası olarak kurgulanmadığı, tehdit mi alternatif mi gibi başlıklar yer alıyor.

ÖZEL SAĞLIK SİGORTASINDAN FARKI

Özel sağlık sigortalılar Genel Sağlık Sigortası haklarını kullanamazlar, oysa ki tamamlayıcı sağlık sigortalılar bu haklarını kullanabilmektedir. Böylece, kişiler özel sigortasından farklı olarak; ayaktan tedavide ilaç harcamaları, optik harcamaları, kişilerin cepten ödemeleri kapsamında tıbbi cihaz harcamaları da kamu sağlık sigortası tarafından karşılanabilecektir. Hatta, özel sağlık sigortasındaki sigortalı payı uygulaması bile tamamlayıcı sağlık sigortalılar için söz konusu olmayacaktır.

Tamamlayıcı sağlık sigortası aslında özel sağlık sigortasına bir alternatif değildir, kişiler isterlerse bunun yanında ayrıca özel sağlık sigortası sahibi de olabilmektedir. Sigortalı hangi sigortasını kullanmayı tercih ederse onu kullanmasına bir engel bulunmamaktadır.

YAPILACAK DÜZENLEMELERE İHTİYAÇ

Tamamlayıcı sağlık sigortası, ilk kez 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda değişiklik yapan 5754 sayılı Kanun’un 58. Maddesi ile kanun olarak gündeme gelmiştir. Bu Kanun dayanak alınarak 2013 yılında yayımlanan Özel Sağlık Sigortaları Yönetmeliği ile ise ikincil mevzuat ayağı oluşmuştur.

Vergi ve prim teşvikleri ile uygulama alanlarının daha net tanımlanması için yeni kanun ve yönetmelik düzenlemelerine ihtiyaç duyulduğu değişik platformlarda tartışılmaktadır. Sektörün paydaşlarıyla birlikte yapılacak yeni düzenlemeleri tasarlayarak gerçekleştirmek seçilebilecek en doğru yol olacaktır.

DAHA FAZLA NÜFUSA ULAŞMA

Tamamlayıcı sağlık sigortalılar, son 7 yılda 18 kattan fazla artmıştır. Türkiye Sigorta Birliği verilerine göre, 2025 yılında 8 milyona ulaşması beklenmektedir. Tamamlayıcı sağlık sigortalıları bekleyen fırsatlar ve tehditler birlikte düşünülmelidir. Kapsamın genişleme potansiyeli, doğal olarak en önemli fırsattır.

Tehditler arasında ise, ucuz poliçe fiyatları ve hibrit poliçeler nedeniyle özel hastanelerde oluşan hoşnutsuzluklar ilk sıralarda yer almaktadır. Tüm tartışmalarda öne çıkan bu yakınma, ne yazık ki henüz taraflar arasında çözüme kavuşmuş gözükmemektedir.

Aslında, bu tartışmaların temelini SUT kısaltması ile bilinen Genel Sağlık Sigortası fiyatları oluşturmaktadır. Tartışmalar, Sağlık Bakanlığı’nın bile Genel Sağlık Sigortası fiyatlarından memnun olmadığını göstermektedir. Bu durumda, özel sağlık sigortalarıyla özel hizmet sunucuları arasında SUT dışında bir fiyat tarifesinde uzlaşma sağlanmasını beklemek en akılcı çözüm olarak görünüyor.

KAMU SİGORTASI OLARAK KURGULANMA

Dünya örnekleri de çok net olarak göstermektedir ki, tamamlayıcı sağlık sigortası bir özel sağlık sigortacılığı modelidir. Kamu sağlık sigortasının tamamlayıcısı veya destekleyicisi rolünü üstlenen ek bir sigorta modeli olarak düşünülmelidir.

Öte yandan, sağlık sektörü ‘Sosyal Devlet’ ilkesi gereğince vatandaşlarını ayırmayan bir devlet anlayışının en yoğun yaşandığı örnekler arasında sıralanır. Devlet sosyal sağlık sigortacılığında, ödeme gücü olmayanların hizmete ulaşmalarında prim ödeyerek destek olur. Hatta Fransa modelindeki gibi, gerekirse bu kişilerin sadece sosyal sağlık sigortalarını değil tamamlayıcı sağlık sigortalarını da öder. Tamamlayıcı sağlık sigortası bu bağlamda değerlendirilmelidir.

TEHDİT, ALTERNATİF, GÜVENCE TARTIŞMASI

Tamamlayıcı sağlık sigortasının, Genel Sağlık Sigortası için tehdit olduğunu düşünenler olabilir. Bu düşüncelerini ‘eksik yapılan bir şey yok ki tamamlansın’ şeklinde bile ifade edebilirler. Aslında, tamamlayıcı sağlık sigortası Genel Sağlık Sigortası için tehdit de değildir, alternatif de… Tam tersine bir fırsat, yani bu tür durumlarda ek bir güvence oluşturabileceği düşünülmelidir. Kişilerin sağlık hizmetinde farklı tercih ve beklentiler olabilir. Zaten, hiçbir kamu sağlık sigortası bu beklentilerin tamamını karşılamayabilir.

İşte bu tür durumlarda, tamamlayıcı sağlık sigortası Genel Sağlık Sigortası sürdürülebilirliğine katkı veren ikinci bir sigortadır. Böylece; kamu sigortasından oluşabilecek beklentiler yönlendirebilir, hizmet kalitesindeki fiyat baskıları azalabilir, hekim ve hastane seçenekleri artabilir. Yıllardır ısrarla savunduğum fikrimi tekrarlayarak bu soruya cevabı tamamlamak isterim; ‘tamamlayıcı sağlık sigortası Genel Sağlık Sigortası’nın da sigortasıdır’.

Tüm bu sorulara cevap verecek yeni kanun ve yönetmelik düzenlemeler, ilgili paydaşlarıyla birlikte tasarlanarak sonlandırılmalıdır. Tamamlayıcı sağlık sigortası, ne Genel Sağlık Sigortasının ne de özel sağlık sigortasının rakibi veya alternatifi değildir. Sağlık sigortalarının hepsi, kendi kurallarıyla ve kendi alanlarında birbirlerinden bağımsız çalışmalıdır.

Tamamlayıcı Sağlık Sigortasına Yönelik Öneriler

Prim tarifeleri, poliçe uygulamaları ve fiyat sözleşmeleri bakımından sektör için bir ortak akıl platformu oluşturulması çok gereklidir, hatta bir başka deyişle bir zorunluluktur. Bu platform, sürecin tüm paydaşlarının amaçlarına hizmet ettiği bilinciyle izleme ve değerlendirilme sorumluluğunu üstlenebilir. Böylelikle toplum yararına, aynı zamanda sigorta şirketlerinin ve sağlık hizmet sunucularının amaçlarını da karşılacak şekilde bir uygulama sürdürülebilirliği sağlanabilir.

Bilindiği gibi, tamamlayıcı sağlık sigortası Türkiye sağlık sektöründe 1990’lı yılların ilk yarısından bu yana tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda iki ana amaç öne çıkmıştır; ilki Genel Sağlık Sigortasına destek vermektir. İkinci amaç ise, kişilerin gerektiğinde ceplerinden yapabileceği sağlık harcamalarına özel sigortacılık yoluyla ikinci bir güvence oluşturmaktır. Yasal açıdan bakıldığında, yaklaşık 15 yıllık tartışmanın ardından, 2008 yılında 5510 sayılı Kanun ile getirilen bir özel sağlık sigortası türüdür. 2015 yılını izleyen yıllarda daha ağırlıklı olmak üzere, aşamalı olarak yaşamımıza girmeye başlamıştır. Bu yazımda sizlere, bu süreçte  “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası” adıyla basılan iki kitap ve içeriğini tanıtarak bazı hatırlatmalarda bulunacağım.

İlk kitap, 2003 yılında gönüllü bir çalışma grubu tarafından sektörle paylaşılmıştı. Yazarları arasında bulunduğum bu kitap; Hüseyin Çelik, Bülent Eren, Dilek İzbudak, Cem Köylüoğlu, Nevin Şimşek ile birlikte hazırlanmıştı. Kitap haline getirilmesinde ve kamuoyu ile paylaşılmasında iki önemli destekçisi bulunuyordu. Bu kurumlar; OHSAD olarak bilinen Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği’nin o dönemdeki adıyla Sağlık Kuruluşları Derneği ile bugün adı Türkiye Sigorta Birliği olan Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği idi. 5510 sayılı Kanun öncesinde yazılan bu kitap, Genel Sağlık Sigortası kapsamında verilecek temel teminat paketi ile tamamlayıcı sağlık sigortası ilişkisini kurarak Türkiye için model önerisini içermekteydi.

Bu kitaptan 18 yıl sonra, Özel Hastaneler Platformu Derneği desteğiyle ikinci bir kitap daha yayınlanmıştır. 2021 yılında basılan kitabın adı “Tamamlayıcı Sağlık Sı̇gortası Sorunlar, Fırsatlar ve Çözüm Önerı̇lerı̇”dir. Hazırlayanları arasında bulunduğum bu kitap Hüseyin Çelik ve Mustafa Enis Arabacı ile birlikte kaleme alınmıştı.  İçeriğinde, soru cevap şeklinde tamamlayıcı sağlık sigortası ile ilgili kavramsal çerçeve ve dünya deneyimiyle yaygınlaşması için öneriler yer almaktaydı.

“Tamamlayıcı Sağlık Sigortası Sorunlar, Fırsatlar ve Çözüm Önerileri” kitabında sıralanan bu öneriler bazı ana başlıklarda özetlenmektedir. Başlıklar arasında; mevzuat düzenlemeleri, prim tarifeleri, veri paylaşımı, poliçe uygulamaları ve fiyat sözleşmeleri, topluma yaygınlaşma sayılabilir.

MEVZUATTA TAMAMLAYICI SAĞLIK SİGORTASI

Mevzuat bakımından atılması gereken önemli adımlar bulunmaktadır. Gelir Vergisi Kanunu’nun 63 ve 89’uncu maddelerine eklenecek bir madde ile özel sağlık sigortaları için ek yüzde 5 indirim hakkı tanınmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenecek bir madde ile eş ve çocuklara yapılan sağlık sigortası prim ödemelerinin SGK matrahına dahil edilmesi de bu kapsamda düşünülmelidir.

Poliçe hazırlanması ve kullanım aşamasında, özel sağlık sigortası ile tamamlayıcı sağlık sigortası poliçelerinde E-Nabız vasıtasıyla Medula ile veri paylaşımı daha uygun olacaktır. Geçtiğimiz yıllarda, sigorta şirketi genel müdürü olan bir dostumun benzetmesiyle, “kasko yaparken arabanın marka ve modelini bilmemek” gibi tanımlanabilecek bu eksikliğin giderilmesi çok ciddi bir ihtiyaçtır. Ayrıca, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu 6. madde 3. fıkra değişikliğiyle sağlık verileri için özel sigortacılıkta açık rıza istisnası da bu kapsamda düşünülmelidir. Bir sigorta şirketinden elde edilen yenileme garantisi hakkının, diğerlerine de taşınma uygulamasını yaygınlaştıracak mevzuat düzenlemeleri de dikkate alınması gereken bir başka başlıktır.

ORTAK AKIL PLATFORMU OLUŞTURULMASI

Prim tarifeleri, poliçe uygulamaları ve fiyat sözleşmeleri bakımından sektör için bir ortak akıl platformu oluşturulması çok gereklidir, hatta bir başka deyişle bir zorunluluktur. Bu platform, sürecin tüm paydaşlarının amaçlarına hizmet ettiği bilinciyle izleme ve değerlendirilme sorumluluğunu üstlenebilir. Böylelikle toplum yararına, aynı zamanda sigorta şirketlerinin ve sağlık hizmet sunucularının amaçlarını da karşılacak şekilde bir uygulama sürdürülebilirliği sağlanabilir. Bu kapsamda; Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Türkiye Sigorta Birliği, Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği, Özel Hastaneler Platformu Derneği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği gibi kurum ve kuruluşların içinde bulunduğu bir yapı oluşturulabilir. Sözleşmelerde, hibrit poliçe uygulamasının durdurulması ile SUT artışından bağımsız poliçe fiyatlama modeli yapılması da bu platformun tartışarak uzlaşabileceği başlıca konular olmalıdır.

TOPLUMA YAYGINLAŞMA

Tamamlayıcı sağlık sı̇gortasının, devlet üniversite hastaneleri ile şehir hastanelerinde hizmet alım sözleşmelerine dahil edilmesi için model oluşturulması üzerinde çalışılması gereken önemli bir başlıktır. Halkın kamu ve özel sağlık sigortası bilincinin arttırılması için ülke çapında toplumsal yaygınlığı genişletecek tanıtım faaliyetleri ve kamu spotlarının hayata geçirilmesine odaklanılmalıdır. Sigortalının güvenini kazanacak, hizmet kalitesi ve devamlılığını öncelikli olarak düşünecek uygulamalara başlanmasında yarar olacaktır. Bu kapsamda Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Türkiye Sigorta Birliği gibi yapılar tarafından vatandaşın doğru bilgiye ulaşmasına yönelik bilgilendirmeler gerçekleştirilmelidir.

Son yıllarda, kişinin ilk defa özel sigorta kapsamına alınmasından önce geçirdiği rahatsızlıkların kapsama alınmasıyla ilgili beklentiler artmaktadır. Belirli düzenlemeler yapılmadan bu konuyu gündeme getirmek, yanlış yorumlamaları hatta doğrudan kabul etmeme sonucu ile karşılaşmayı bile doğurabilecektir.  Geçirilen rahatsızlıkların kapsama alınması; ancak ve ancak oluşacak prim maliyetleri ile aktüeryal denge gözetilmek ve hatta gerekiyorsa belirli limitler konulmak kaydıyla, poliçe fiyatlarına yansıtılmalıdır.

Burada sıralanan tüm öneriler; kamu ve özel sektör ile meslek kuruluşları ve akademik ortamlarda tartışılan önemli gündem maddeleridir. Hatta, tamamlayıcı sağlık sigortası konulu birçok toplantıda, ilgili tarafların çözüm önerilerinde büyük ölçüde uzlaştığı da görülmektedir. Önümüzdeki dönemde, bu başlıklarda atılacak her bir adımın yürürlüğe girmesiyle tamamlayıcı sağlık sigortasının yaygınlaşması da mümkün olabilecektir.

Tamamlayıcı sağlık sigortasında dünya deneyimi

Sektörün ilgili taraflarının tartışmakta olduğu tamamlayıcı sağlık sigortası dünya deneyiminden çıkarılacak önemli konular olabilir. Bunların ilgi uyandıran bölümleri ülkemizdeki sistemle uyumlulaştırılarak kullanılabilir. Yıllardır savunmaya çalıştığım hatta bu konuda makaleler bile yazdığım “sağlık alanında kamu özel ayrımı yapmadan kamu yararı” ilkesinin sağlık sigortacılığındaki örneklerini, ülkelerin benzer deneyimlerinden de yararlanarak tartışmaya açmak mümkündür.

Bu günlerde sektörün değişik tarafları birlikte ya da kendi aralarında tamamlayıcı sağlık sigortasını tartışıyor. Tartışmalara katkıda bulunabilmek adına bazı ülke örneklerini paylaşmak istiyorum. Üç ülke deneyiminden ana başlıkları aktaracağım; Fransa, Almanya ve Hollanda.

Fransa uygulamasının ana ilkesi, kamu sağlık sigortasında kişilerin beklediği düzeyde olmayan geri ödemelerin tamamlayıcı sağlık sigortası yoluyla karşılanmasına dayanır. 2016 yılında, tüm özel sektör çalışanlarının işverenlerine tamamlayıcı sağlık sigortası yaptırma şartı getirilmiştir. Bu yaklaşımın, kamu sağlık sigortasının maliyetini tamamlama fonksiyonuna dayandığı kolayca yorumlanabilir.

FRANSA’DA DESTEK TUTARI 300 EURO

Konuyla ilgili çalışmalarda; ücretsiz olarak kamu tarafından verilen tamamlayıcı sağlık sigortasının artan memnuniyetle birlikte, sağlık hizmetlerine ulaşılabilirlikte eşitsizliklerin giderilmesi ve hizmet yaygınlığının arttırılması başlıkları öne çıkmaktadır.

Tamamlayıcı sağlık sigortasının maliyet tamamlama yaklaşımı, kamu sigortasının ödediğinden daha fazla ödemenin olduğu alanlarla örneklenebilir. Bunlar; diş ve göz ile bazı ayakta tedavi hizmetleridir. Böylelikle kişiler yüksek ek ödemelerle karşılaşmamaktadır. Ayrıca, reçeteli bir ilacın kamu sigortası ödeme listesinde olmadığı durumlarda, bunlar için ek ödeme yapılabilmektedir. Tek kişilik odada kalma ile hastane faturalarının tamamının ödenmediği bazı hizmetlerde de sigortalı ek ödeme yapmamaktadır. Örneğin protez, gözlük, lens, işitme cihazı gibi tıbbi malzeme veya hizmet ihtiyaçları bu kapsamda sıralanabilir.

Fransa’da devlet tarafından verilen tamamlayıcı sağlık sigortası desteğinin üçte ikisine yakın bölümünü zorunlu grup sözleşmeleri için kullanmaktadır. Genel olarak sigortalı başına desteklenen ortalama miktar 300 Euro üstünde gerçekleşmektedir.

ALMANYA’DA TAMAMLAYICI SAĞLIK SİGORTASI

Almanya ikinci örnek ülke olacaktır. 1880’li yıllarda başlayan sosyal sağlık sigortacılığına adını veren ülkedir. Dönemin Başbakanı Bismark’ın adıyla anılan modelle birlikte günümüzde  nüfusun yaklaşık sekizde birinde tamamlayıcı, dörtte birinde ikame edici olarak tanımlanan özel sağlık sigortacılığı uygulaması bulunmaktadır.

İkame edici sağlık sigortası, kişilerin gelir durumuna göre kamu sigortasından ayrılarak tamamıyla özel sağlık sigortacılığını tercih etmesidir. Gelir durumuna göre, kamu sağlık sigortası yerine sadece özel sağlık sigortası yaptırabilmenin şartı yıllara göre değişmektedir, örneğin 2019 yılında bu konudaki eşik değer ayda 5.062,50 Euro olarak belirlenmiştir.

Zorunlu uzun süreli bakım sigortaları, isteğe bağlı tamamlayıcı sağlık sigortası ile karşılanabilmektedir ve 40 yaş üstü nüfusta daha yaygındır.

Tamamlayıcı sağlık sigortası kapsamında; akupunktur veya bitkisel tedavi gibi alternatif tedavilerle gözlük ve lens harcamaları, sadece özel hastalara hizmet veren doktor ve hastanelerden yararlanma isteği sayılabilir.

Doğal olarak, tamamlayıcı sağlık sigortasından yararlananların sosyal sigorta kapsamındaki hizmetler için yapması gereken ek ödemeler çok daha az olmaktadır.

Özel sağlık sigortası aile bireylerini kapsamaz, her bireye ek prim ödenir, bu nedenle tamamlayıcı sigortayı daha çok bekar veya çocuksuzlar tercih etmektedir.

HOLLANDA’DA ÜÇ FARKLI YAPILANMA

Son ülke örneğim, birkaç yıldır hep en iyi sağlık sistemi de seçilmeye başlayan Hollanda olacak. Hollanda sistemi, kamu ile sivil toplum kuruluşlarının birlikte tartışarak geçirdiği bir ortak akıl süreci sonunda 2006 yılından başlayarak ciddi bir reform dönemi yaşamıştır. Sağlık sistemi reformu sonucunda; özel sosyal sağlık sigortası, uzun süreli bakım sigortası ve tamamlayıcı sağlık sigortasını içeren üç farklı sigorta yapılanması oluşturulmuştur.

Sağlık sigortacılığında “özel” ve “sosyal” kavramlarının yan yana gelmesinde bir hata olduğunu düşünmeyin. Sistemde, özel sağlık sigortası şirketleri yoluyla kamu tarafından belirlenen hizmet paketi sunulmaktadır. Sigorta şirketleri arasında farklı seçenekler vardır ama içerikleri temel bir sağlık hizmetini kapsamaktadır. Zorunlu olan bu sistemde, geliri düşük olanlar için her türlü finansal destek yapılmaktadır. Destekler arasında; prim teşviki, tenzili muafiyet, vergi kredisi gibi uygulamalar sayılabilir.

Nüfusun yüzde seksenini aşan bölümünün kullandığı tamamlayıcı sağlık sigortası, özel sosyal sağlık sigortası kapsamında yer almayan hizmetleri kapsamaktadır. Bunlar arasında; diş tedavileri ile fizik tedavi ve estetik operasyonlar sayılabilir. Uzman hekime veya hastaneye gitmek için aile hekimi sevki gerekir, yani sevk zinciri uygulaması zorunludur. Sigorta şirketleri, kendilerine yapılan tüm başvuruları kabul etmek zorundadır, hastanelerle sözleşmeler yapar ve sağlık hizmeti sağlanmasından sorumludur.

Yapılan anketlerde, bilinirlik ile tamamlayıcı sigortanın kapsam ve maliyet açısından özel sosyal sağlık sigortasını tamamlama özelliği, tercih nedenleri arasında gösterilmektedir. Diş tedavisini kapsam altına alması da tamamlayıcı sağlık sigortası tercihine neden olan hizmetler arasında sıralanmaktadır. Öte yandan, tamamlayıcı sigortası yaptıranların neredeyse tamamı özel sosyal sağlık sigortasını yapan şirket ile sözleşme yapmaktadır.

Tamamlayıcı sağlık sigortalarında veriye erişimi ve bilinirliği arttırmaya yönelik olarak, 2003 yılından itibaren kamu sigorta ürünlerinin karşılaştırıldığı web sitesini finansal olarak destekleye başlamıştır. Bu arada, doğru bilgilendirilme amacıyla Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün sağlık sigorta ürünlerini ilgili sitelerindeki bilgilerin yıllık kontrollerle denetlediğini de vurgulamak gerekir.

Sonuç olarak; başlarken de belirttiğim gibi, sektörün ilgili taraflarının tartışmakta olduğu tamamlayıcı sağlık sigortası dünya deneyiminden çıkarılacak önemli konular olabilir. Bunların ilgi uyandıran bölümleri ülkemizdeki sistemle uyumlulaştırılarak kullanılabilir. Yıllardır savunmaya çalıştığım hatta bu konuda makaleler bile yazdığım “sağlık alanında kamu özel ayrımı yapmadan kamu yararı” ilkesinin sağlık sigortacılığındaki örneklerini, ülkelerin benzer deneyimlerinden de yararlanarak tartışmaya açmak mümkündür. Yeter ki, ortak akılla hareket eden, samimi ve tutarlı olmayı hedefleyelim…

Kimler için tamamlayıcı sağlık sigortası?

Tamamlayıcı sağlık sigortası; sigortalılar, kamu sigortası, kamu ve özel sağlık kuruluşları açısından bakıldığında değişik yanlardan değerlendirilebilir. Zaten, “kimler için tamamlayıcı sağlık sigortası” sorusunu da bu nedenle gündeme getirmek istedim.

Bu yazı ile birlikte görüşlerimi daha sık paylaşmaya başlayacağım. Benim için ilk deneyim olan yazılarımla başlayan bu süreci, artık haftada bir yazarak sizlerle buluşturmaya çalışacağım.

Bu kapsamda, ilk vurgulamak istediğim konu tamamlayıcı sağlık sigortası olacak.  Bu süreçte, farklı yönleriyle birkaç yazıda tamamlayıcı sağlık sigortası analizi yapmaya çalışacağım. Analize öncelikle tamamlayıcı sağlık sigortasının kimler için neler getireceğine yönelik görüşlerimle başlamak isterim.

Bilindiği gibi, tamamlayıcı sağlık sigortası kamu sağlık sigortalarının mali riskini paylaşmak için kullanılan bir özel sağlık sigortası türüdür. Hizmet alan kişinin üzerinde kalan riskleri; teminat kapsamı veya teminat yüzdeleri açısından çeşitli paketlerle üzerine alır. Teminat kapsamı denildiğinde doğal olarak hizmet farkını, teminat yüzdeleri ifadesiyle de para açısından farkı anlamalıyız. Aslında, kamu sağlık sigortasının verdiğinin üstündeki hizmet veya paraları karşılama biçimi olarak da tanımlanabilmektedir.

2015 yılından bu yana yaşamımıza daha fazla girmekte olan tamamlayıcı sağlık sigortalı sayısı sadece son 7 yılda bile 18 kattan fazla artmış durumdadır. Türkiye Sigorta Birliği verilerine göre, 2015 yılında 134 bin olarak bildirilen bu sayı 2021 yılı sonunda 2 milyon 450 bin olmuştur. Aynı verilere göre, 2025 yılında da bu sayının 8 milyona ulaşması beklenmektedir.

KAYIT DIŞILIĞI AZALTACAKTIR

2021 yılı Kasım ayında TÜİK tarafından 2020 sağlık harcaması istatistikleri yayınlandı. 2020 yılında 250 milyar TL olarak gerçekleşen toplam sağlık harcamasının 40 milyar TL’si hane halkı cepten sağlık harcaması olarak hesaplanmıştır. Öncelikle bu miktarın büyük bir bölümünün tamamlayıcı sağlık sigortası yoluyla kayıt altına alınması kayıt dışılığı da azaltacaktır. Öte yandan, aynı yıl sağlık harcamalarındaki yüzde 2.6’lık pay ile 6.4 milyar TL olan özel sigorta payı da artacaktır. Hatta, bireysel emeklilik benzeri bir destekle süreç çok daha hızlı bile gelişebilecektir. Önümüzdeki yazılarımda, bu konuları daha detaylı değerlendirme fırsatı yakalayacağımızı umuyorum.

Tamamlayıcı sağlık sigortası; sigortalılar, kamu sigortası, kamu ve özel sağlık kuruluşları açısından bakıldığında değişik yanlardan değerlendirilebilir. Zaten, “kimler için tamamlayıcı sağlık sigortası” sorusunu da bu nedenle gündeme getirmek istedim.

Bu görüşlerimi, Özel Sağlık Kuruluşları Platformu Derneği’nin 2021 yılı son aylarında yayınlanan ve yazarlarından biri olduğum “Tamamlayıcı Sağlık Sigortası; Sorunlar, Fırsatlar ve Çözüm Önerileri” kitabında da değerli yazar arkadaşlarımla birlikte değerlendirmelerinize sunmuştuk. Dilerseniz daha detaylı bilgilenme için ulaşabilirsiniz.

GENEL SAĞLIK SİGORTASININ SİGORTASI

Sigortalılar için ilk fırsat; cepten ödemenin sağlayacağı sağlık hizmetine ulaşma tercihinin ikinci bir sigorta yoluyla güvence altına alınması olmaktadır. Böylece ihtiyaç anında cepten ödenecek tutarın kişinin bütçesine daha az zarar vermesi de söz konusu olacaktır.

Kamu sigortası, yani Genel Sağlık Sigortası açısından bakıldığında ise; aşırı taleplerin yönetimi yoluyla finansal sürdürülebilirlik temel ilke olarak görülmelidir. Hatta yıllar önce yazdığım bir makalede tamamlayıcı sağlık sigortasının “genel sağlık sigortasının sigortası” olduğundan söz etmiştim. Ayrıca, özel sigortalarla ortak provizyon sistemi sonucu ek yatırım olmadan ikili denetim sağlama avantajını da vurgulamak gerekir. Bunlar, risk paylaşımının değişik boyutlarda örnekleri olarak düşünülmelidir.

Kamu sağlık hizmet sunucuları açısından bakıldığında ilk göze çarpan başlıklar; öğretim üyesi gibi tercihler durumunda sistemin yönetimi genel bütçe dışı ödemeyle daha farklı sağlık profesyonellerine ve doğal olarak hizmete ulaşım fırsatını genişletmesi öne çıkan başlıklar arasında sayılmaktadır. Bu arada, cepten ödemenin tamamlayıcı sigortaya yönlenmesi yoluyla oluşan olumlu etkiler de ortaya çıkmaktadır.

Özel sağlık kurumları açısından değerlendirildiğinde ise üç ana başlıkta özetlenen etki sıralanabilir. Bunlardan ilki, tercihlerini kamu sağlık tesislerinden yararlanma yolunda kullanmak istemeyenlerin harcamalarına, özel sağlık tesislerinde ikinci bir sağlık sigortası seçeneğiyle cepten ödeme şikayetlerinin azalmasıdır. Özel sağlık kurumu harcamalarının yönlendirileceği yeni bir kaynak seçeneği ikinci etki olarak ifade edilebilir. Tüm bunların özel sağlık kurumları kapasite kullanımında oluşturacağı artış ise üçüncü etki olarak sıralanabilir.

KATASTROFİK SAĞLIK HARCAMALARI

Tamamlayıcı sağlık sigortasının sigortalılara, genel sağlık sigortasına, kamu ve özel sağlık kuruluşlarına yapabileceği bu etkiler, siyasi ve bürokratik karar vericilere de olumlu sonuçlar oluşturabilir.

Bunların başında, kişilerin cepten yapabileceği ödemelerin sağlık riskiyle karşılaştığı anda yapılmasının neden olduğu şikayetlerde azalma belirtilebilir. Bu şikayetlerin temelinde yıkıcı olarak adlandırılan katastrofik sağlık harcamalarının hane halkı bütçesinde oluşturabileceği mağduriyetlerinin önlenememesi yatmaktadır.

Bu arada, kamu sağlık sigortası olan Genel Sağlık Sigortası risklerinin paylaşılması yoluyla sosyal sağlık sigortacılığındaki aktüeryal dengenin sağlanması yoluyla oluşacak yadsınamayacak düzeydeki olumlu etkiyi de gözardı etmemek gerekir. Aslında aktüeryal denge sağlanamazsa, kamu sübvansiyonu artacağından başka alanlarda yapılabilecek hizmet ve yatırımlara daha az kaynak tahsisi sağlanabilecektir. Bu nedenle oluşabilecek kaynak ihtiyacı, borçlanma da dahil farklı yollarla karşılanmak zorunda kalınabilecektir. Tüm bu süreç sadece sağlık alanında değil, genel anlamda ekonomik dengeleri de etkileyebilecek boyuta ulaşarak birikici etkiye bile neden olabilecektir.

Sağlıkta Yenilikçilik ve Gelecek

Sağlık hizmetlerinde yenilikçi yaklaşım; hizmetin sunumundan finansmanına çıktılara odaklanmaktadır. Sigortacılığı da içeren bütüncül bir bakışla kökten değişimi gerektiren “değer” hedefli bir ekosistem böyle oluşmaktadır.

Etkileri bugünden geleceğe çok net bir şekilde öngörülebilecek önemli bir konuyu dikkatinize sunmak istiyorum; sağlıkta inovasyon, yani sağlık alanında yenilikçilik.

Konuya Covid 19 süreciyle bağlantılı bir örnekle başlayıp, 20 yıllık gözleme dayanan bir araştırma ile devam edeceğim. Bu iki örnek de sağlık alanında yenilikçiliğin ne denli önemli olduğunu hatta olmazsa olmaz derecede şart olduğunu göstermektedir.

Pandemi dönemi, modern tedarik zincirinde ciddi kırılganlıklara neden oldu, ne yazık ki sağlık hizmetleri de bu kırılganlığın en üst düzeyde yaşandığı alanlardan biri oldu. Bu süreçte, bir yandan sağlık arzında bir yandan “evde kal” ile sağlık talebinde yaşanan şok; küresel anlamda ticareti ve yatırımı benzeri görülmemiş biçimde etkilemeye neden oldu.

PANDEMİYLE GELİŞEN KIRILGANLIK SORUNLARI

Hükümetler, işletmeler ve tüketicilerin yaşadığı pandemiyle gelişen kırılganlık sorunları; güçlü ve çeşitli tedarik zincirleri tasarlama ihtiyacını yani yenilikçiliğe olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Çünkü, bu süreçte iki ciddi etki daha oluşmuştu; bunlardan ilki ödeme sürelerindeki gecikme, ikincisi ise tıbbi mal ve hizmet taleplerinin azalmasıydı. Ayrıca, pandemi etkilerinin azalmaya başladığı dönmelerde bile, sağlık hizmet kullanıcılarının eski alışkanlıklarına dönemediğini gösteren yeni çalışmalar da yapılmıştır.

Bunların çözümüne yönelik öneriler arasında; bir kaynağa güvenmek yerine tedarik zincirini çeşitlendirecek stratejiler geliştirerek dijitalleşme süreçlerini ön plana çıkaran yenilikçi uygulamalar ilk sıralarda sayılmaktadır.

Şimdi de bir araştırmadan söz etmek istiyorum. ABD’de, sektörler arasında 20 yıllık gözlem ve verilere dayanılarak yapılan bir araştırmada, sistem verimliliğinin negatif olduğu sektörlerden birisinin de sağlık sektörü olduğu gösterilmiştir. Sistem verimliliğini etkileyen en kalıcı yaklaşımın, inovasyon yani yenilikçilik olduğu işte bu yüzden ciddi olarak vurgulanmaktadır. Bir yandan endüstrinin yenilikçiliği teşvik eden politikaları, diğer yandan maliyet kaygısı yenilikçi süreçleri yavaşlatmaktadır.

SAĞLIKTA DEĞER YARATMA, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Yenilikçiliğin dayanağı, sağlıkta değer yaratma ve sürdürülebilirlik olmalıdır. Bu dayanak, yeni iş modelleri tasarımını da gerektirir. Bu bağlamda dijital sağlık aracılığıyla bilgiyi yönetme hedeflenmektedir. Sağlık hizmetlerinin yenilikçi bir bakışla tasarımında öne çıkan iki önemli başlık vardır.

Kişiye özgü teşhis ve tedavi yöntemleri ile kişinin sağlığını yönetme bilinci bunlardan ilkidir. İkincisi, sağlık hizmetlerinin basamaklarıyla ilgilidir. Kişinin sadece kendi hastalığının tedavisini değil aynı zamanda hastalanmadan önceki sağlığını koruma geliştirmesi ilk basamaktır. Yaşlılıkta gerekirse bakım hizmetleri de son aşama olarak düşünülebilir. Tüm bu aşamalar yapılan müdahalelerin uzaktan izlenerek değerlendirebilmesi yenilikçiliğin temelini oluşturmaktadır.

Küresel ölçekte bugünden geleceğe bakıldığında, ister kamuda ister özel sektörde olsun, ortak iş yapma süreci giderek güçlenecektir. İşin temelinde, kişiyi odağına alan her türlü yeni iş modeli yatmaktadır. Sağlık hizmetlerinde yenilikçi bakış aslında bir model değil, farklı modelleri de doğurabilecek bir ekosistemdir.

SAĞLIK SİGORTACILIĞI EKOSİSTEMİN BİLEŞENİ

Sağlık sigortacılığı da bu ekosistemin bir bileşenidir. Tıpkı sağlık hizmet sunumundaki yenilikçilik örnekleri gibi, sağlık sigortacılığında da değeri merkeze alan yeni uygulamalar geliştirmek mümkündür.

Bu uygulamalar kapsamında; sağlık hizmetlerinde hacim bazlı ödeme anlayışından kaliteli hizmetin ortaya çıkardığı değer temelli ödeme anlayışına geçmek örneklenebilir. Sağlık hizmetinde; kaç ameliyat yapıldığı, kaç hastaya tedavi verildiği, tazminat prim dengesinin ne olduğu değil, sonuçta hastanın yaşam kalitesinde ve sağlık düzeyindeki kazanım önemlidir.

Temel amaç, elde edilen ‘değeri’ maksimize eden bu uygulamalarla başta sigortalılar olmak üzere, tüm paydaşlara maliyet düşürme fırsatı geliştirmektir. Ayrıca; sigorta ürünlerinde kişiye özel esneklikler, hizmet sunucu kurumlarla birlikte değer oluşturmada işbirliği fırsatları gelişimi de bu fırsatlara eklenebilir.

Sonuç olarak, sağlık hizmetlerinde yenilikçi yaklaşım; hizmetin sunumundan finansmanına çıktılara odaklanmaktadır. Sigortacılığı da içeren bütüncül bir bakışla kökten değişimi gerektiren “değer” hedefli bir ekosistem böyle oluşmaktadır.

Uzaktan Sağlık Hizmetleri Sunumu

Uzaktan Sağlık Hizmetlerinin Sunumu Hakkında Yönetmelik Resmi Gazetede yayımlandı. Yönetmeliği öğrenince, yaşanan iki yılı aşkın bir süreç sanki bir filmi kare kare izliyormuşum gibi gözümün önünden hızlıca geçti. Bu karelerin tamamını değil ama birkaçını paylaşmak istiyorum.

Geçtiğimiz hafta önemli bir yasal düzenleme yapıldı ve “Uzaktan Sağlık Hizmetlerinin Sunumu Hakkında Yönetmelik” 10 Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı.

Yönetmeliği öğrenince, yaşanan iki yılı aşkın bir süreç sanki bir filmi kare kare izliyormuşum gibi gözümün önünden hızlıca geçti. Bu karelerin tamamını değil ama birkaçını paylaşmak istiyorum.

Önce, 2020 yılının son aylarında oturum başkanlığı yaptığım bir çevrimiçi toplantıyı hatırladım. COVID-19 öncesi hazırlıkları başlayan bu Yönetmeliğin hangi aşamada olduğunu sormuştum. Aldığım cevap, Sağlık Bakanlığı içinde doğal süreçte olduğuydu.

Buna çok benzer bir süreci, birkaç ay sonra sektörün paydaşlarını toplayan bir başka çevrimiçi toplantıda yaşamıştım. Aynı soruya aynı cevabımı aldığımda şaşırmamıştım. Çünkü her türlü mevzuat hazırlığının ilgili Bakanlık içi ve dışı tarafların görüşüne gittiğini, on yıllar önceki üst düzey bürokratlık dönemimde yaşayarak öğrenmiştim.

Paylaşacağım son kare, Antalya’da Kasım 2021’de yapılan uluslararası bir kongreye ait. Haftalar önce yayınlanan Kongre Programı’nda, süresi bile belli bir şekilde, Dijital Sağlık Yönetmeliği Değerlendirme Toplantısı Yuvarlak Masa yazıyordu. Yuvarlak Masa olarak ifade edilen toplantıya katılmadan önce içine düştüğüm farklı duyguları, toplantı sırasında daha da şaşırarak yaşadım.

TOPLANTIDA NELER KONUŞULDU?

Toplantıda hem karar verici hem uygulayıcı adaylar hem de akademik taraflar yerini almıştı. Bir buçuk saatten az olarak planlanan toplantı, yaklaşık bir misli daha fazla sürede tamamlandı. İlk şaşkınlığım, bu derece üst düzey katılımın olduğu bu toplantının öngörülenden iki kat daha uzun sürede tartışılması oldu. Ama asıl şaşkınlık nedenim, sektörün eleştirisi olarak duymaya alışkın olduğum “çoğunlukla Resmi Gazete’de yayımlandığında öğrenilen mevzuat değişikliklerinin” üst düzey karar vericilerle ilgili tarafların birlikte noktasına virgülüne kadar detaylı tartışılmasıydı. Hatta bazı eleştirilerin haklı bulunarak değiştirilmesine yönelik umut verilmesiydi.

Bu Yönetmelik, sağlık hizmetinin verildiği yerden bağımsız olarak ve de teknolojiye dayanılarak sunulmasına hizmet etmek üzere tasarlanmıştı. Uzaktan sağlık hizmetinin verilmesiyle geliştirilmesine destek olmayı hedeflemekteydi. Bu hedefe ilişkin olarak, sağlık kuruluşlarını, ilgili sağlık profesyonellerini, sistem tasarım ve geliştiricilerini ve hizmet almak isteyenleri kapsamaktaydı. Tüm bu süreçte, Bakanlığın usul ve esasları belirleyebilecek objektif bir sistem geliştirmesinde, ilgili tüm taraflara eşit mesafede kalarak sorumluluk üstlenmesi kaçınılmazdır.

YÖNETMELİKTE NELER VAR?

Bu Yönetmelikle, uzaktan sağlık hizmeti isteyen kişi; hizmetin elverdiği ölçüde muayene edilebilecek, gözlem ve takibi ile değerlendirilmesi yapılabilecek, tanı konulmuş hastalıkları kontrol edilebilecek, tıbbi danışmanlık, konsültasyon veya ikincil görüş isteyebilecek, gerekiyorsa bir sağlık kuruluşuna başvurusu önerilebilecektir.

Böylelikle; hastalıkların uzaktan yönetimi ile kan şekeri, kan basıncı gibi klinik parametreleri izlenebilecektir. Bu kapsamda, kişiler; sağlığın korunması ve takibi ile birlikte sağlıklı yaşamın desteklenmesi gibi hizmetleri de alabilecektir. Sağlık riski artan veya ileri yaşlı kişilerin takibi yapılabilecektir. Bakanlıktan gerekli izinlerin alınması koşuluyla, belirlenen girişimsel veya cerrahi operasyon hizmetlerinin bile sunulabileceği Yönetmelik maddeleri arasında yer almaktadır. Ayrıca giyilebilir teknolojiler ve diğer tıbbi cihazlar ile isteyenlerin sağlık verilerinin ölçülebileceği ve takip edebileceği belirtilmektedir. Hekim tarafından değerlendirilmek kaydıyla kişiye e-reçete ve e-rapor da düzenlenebilecektir.

Yönetmeliğe göre, sağlık kuruluşu, uzaktan sağlık hizmetine ilişkin aynı branşta izin belgesi olma koşuluyla başka bir sağlık kuruluşunda hizmet bekleyen kişiye de uzaktan sağlık hizmeti sunulabilecektir.

15 ÜLKE ÖRNEĞİ İNCELENDİ

Tüm bu uzaktan sağlık hizmetlerinde, hasta mahremiyetinin ve kişisel verilerinin korunmasına özen gösterilmesi çok duyarlı olunması gereken bir konudur. “Kişisel Verilerin Korunması” mevzuatına uygun teknik ve idari önlemler ile ilgili kişilere karşı aydınlatma yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde ödün verilmemelidir. Bu kapsamda sunulan hizmetlerde, tarafların açık rızası olmadan görüntülü veya sesli kayıt alınmaması, hizmetin fotoğraflanmaması önemlidir.

Uluslararası sağlık turizmi yetki belgesi almış sağlık tesislerinin ilgili mevzuatı gereğince sağlık turizmi ve turistin sağlığı kapsamında uzaktan sağlık hizmeti verebileceği Yönetmelik’te belirtilmiştir.

Öte yandan, Bakanlık ve devlet üniversiteleri sağlık kuruluşlarının konsültasyon veya ikincil görüş niteliğindeki hizmetlerinin aykırılık olarak değerlendirilemeyeceği de vurgulanmıştır.

10 Şubat Perşembe sabahı erken saatlerde Resmi Gazete’de bu Yönetmelik maddelerini okuduğumda, işte tüm bu kareleri hatta fazlasını hatırladım. 15 ülke örneği incelenerek hazırlandığı ifade edilen bu Yönetmelik, eminim bugün bile bazı değişiklikleri gerektirebilir, belki de tüm tarafların beklentilerini bile karşılamamış olabilir. Ama teknoloji gibi her an gelişen ve değişen bir ekolojik çevrede bunlar doğal karşılanmalıdır. Önemli olan, karar vericilerin “birlikte çalışabilirlik (interoprability)” olarak bilinen kavrama olan bağlılıklarıdır. İşte bu bağlılığı teşvik etme sorumluluğu duyarak, sosyal medyada duygularımı paylaştığım satırlarımla yazıma son vermek istiyorum:

“Ne kadar doğru bir sürece önderlik ederek ekibinizle birlikte katkı verip bu günlere gelmesini sağladınız… Emeklerinize sağlık. Ayrıca aslında sadece kamusal bir alan olarak görülen Yönetmelik hazırlık sürecini, geçtiğimiz Kasım ayında yapılan görüşmelerde sektörün paylaşımına bu kadar samimi bir biçimde açma şeffaflığınızı tüm paydaşların konuştuğunu da hatırlatmak isterim”

Sağlıkta Yenilikçilik ve Gelecek

Sağlık hizmetlerinde yenilikçi yaklaşım; hizmetin sunumundan finansmanına çıktılara odaklanmaktadır. Sigortacılığı da içeren bütüncül bir bakışla kökten değişimi gerektiren “değer” hedefli bir ekosistem böyle oluşmaktadır.

Etkileri bugünden geleceğe çok net bir şekilde öngörülebilecek önemli bir konuyu dikkatinize sunmak istiyorum; sağlıkta inovasyon, yani sağlık alanında yenilikçilik.

Konuya Covid 19 süreciyle bağlantılı bir örnekle başlayıp, 20 yıllık gözleme dayanan bir araştırma ile devam edeceğim. Bu iki örnek de sağlık alanında yenilikçiliğin ne denli önemli olduğunu hatta olmazsa olmaz derecede şart olduğunu göstermektedir.

Pandemi dönemi, modern tedarik zincirinde ciddi kırılganlıklara neden oldu, ne yazık ki sağlık hizmetleri de bu kırılganlığın en üst düzeyde yaşandığı alanlardan biri oldu. Bu süreçte, bir yandan sağlık arzında bir yandan “evde kal” ile sağlık talebinde yaşanan şok; küresel anlamda ticareti ve yatırımı benzeri görülmemiş biçimde etkilemeye neden oldu.

PANDEMİYLE GELİŞEN KIRILGANLIK SORUNLARI

Hükümetler, işletmeler ve tüketicilerin yaşadığı pandemiyle gelişen kırılganlık sorunları; güçlü ve çeşitli tedarik zincirleri tasarlama ihtiyacını yani yenilikçiliğe olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Çünkü, bu süreçte iki ciddi etki daha oluşmuştu; bunlardan ilki ödeme sürelerindeki gecikme, ikincisi ise tıbbi mal ve hizmet taleplerinin azalmasıydı. Ayrıca, pandemi etkilerinin azalmaya başladığı dönmelerde bile, sağlık hizmet kullanıcılarının eski alışkanlıklarına dönemediğini gösteren yeni çalışmalar da yapılmıştır.

Bunların çözümüne yönelik öneriler arasında; bir kaynağa güvenmek yerine tedarik zincirini çeşitlendirecek stratejiler geliştirerek dijitalleşme süreçlerini ön plana çıkaran yenilikçi uygulamalar ilk sıralarda sayılmaktadır.

Şimdi de bir araştırmadan söz etmek istiyorum. ABD’de, sektörler arasında 20 yıllık gözlem ve verilere dayanılarak yapılan bir araştırmada, sistem verimliliğinin negatif olduğu sektörlerden birisinin de sağlık sektörü olduğu gösterilmiştir. Sistem verimliliğini etkileyen en kalıcı yaklaşımın, inovasyon yani yenilikçilik olduğu işte bu yüzden ciddi olarak vurgulanmaktadır. Bir yandan endüstrinin yenilikçiliği teşvik eden politikaları, diğer yandan maliyet kaygısı yenilikçi süreçleri yavaşlatmaktadır.

SAĞLIKTA DEĞER YARATMA, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Yenilikçiliğin dayanağı, sağlıkta değer yaratma ve sürdürülebilirlik olmalıdır. Bu dayanak, yeni iş modelleri tasarımını da gerektirir. Bu bağlamda dijital sağlık aracılığıyla bilgiyi yönetme hedeflenmektedir. Sağlık hizmetlerinin yenilikçi bir bakışla tasarımında öne çıkan iki önemli başlık vardır.

Kişiye özgü teşhis ve tedavi yöntemleri ile kişinin sağlığını yönetme bilinci bunlardan ilkidir. İkincisi, sağlık hizmetlerinin basamaklarıyla ilgilidir. Kişinin sadece kendi hastalığının tedavisini değil aynı zamanda hastalanmadan önceki sağlığını koruma geliştirmesi ilk basamaktır. Yaşlılıkta gerekirse bakım hizmetleri de son aşama olarak düşünülebilir. Tüm bu aşamalar yapılan müdahalelerin uzaktan izlenerek değerlendirebilmesi yenilikçiliğin temelini oluşturmaktadır.

Küresel ölçekte bugünden geleceğe bakıldığında, ister kamuda ister özel sektörde olsun, ortak iş yapma süreci giderek güçlenecektir. İşin temelinde, kişiyi odağına alan her türlü yeni iş modeli yatmaktadır. Sağlık hizmetlerinde yenilikçi bakış aslında bir model değil, farklı modelleri de doğurabilecek bir ekosistemdir.

SAĞLIK SİGORTACILIĞI EKOSİSTEMİN BİLEŞENİ

Sağlık sigortacılığı da bu ekosistemin bir bileşenidir. Tıpkı sağlık hizmet sunumundaki yenilikçilik örnekleri gibi, sağlık sigortacılığında da değeri merkeze alan yeni uygulamalar geliştirmek mümkündür.

Bu uygulamalar kapsamında; sağlık hizmetlerinde hacim bazlı ödeme anlayışından kaliteli hizmetin ortaya çıkardığı değer temelli ödeme anlayışına geçmek örneklenebilir. Sağlık hizmetinde; kaç ameliyat yapıldığı, kaç hastaya tedavi verildiği, tazminat prim dengesinin ne olduğu değil, sonuçta hastanın yaşam kalitesinde ve sağlık düzeyindeki kazanım önemlidir.

Temel amaç, elde edilen ‘değeri’ maksimize eden bu uygulamalarla başta sigortalılar olmak üzere, tüm paydaşlara maliyet düşürme fırsatı geliştirmektir. Ayrıca; sigorta ürünlerinde kişiye özel esneklikler, hizmet sunucu kurumlarla birlikte değer oluşturmada işbirliği fırsatları gelişimi de bu fırsatlara eklenebilir.

Sonuç olarak, sağlık hizmetlerinde yenilikçi yaklaşım; hizmetin sunumundan finansmanına çıktılara odaklanmaktadır. Sigortacılığı da içeren bütüncül bir bakışla kökten değişimi gerektiren “değer” hedefli bir ekosistem böyle oluşmaktadır.

Değer Temelli Sağlık Hizmeti

Değer temelli sağlık hizmetinin farklı ülkelerde uygulanan farklı örnekleri bulunmaktadır. Dünya deneyiminde en sık kullanıldığı alan bazı ilaçlarda uygulanan geri ödeme modelidir. En sık rastlanan, kullanılan ilacın beklenen etkiyi karşılamaması durumunda, maliyetinin firma tarafından karşılanmasıdır.

Yaklaşık yirmi yılı aşkın bir süredir sağlık hizmetlerinde yeni bir kavram tartışılmaktadır. Bazı ülkelerde pilot uygulamaları bile başlayan bu kavram “Değer Temelli Sağlık Hizmeti” olarak tanımlanmaktadır. 2022 yılına girmek üzere olduğumuz bu günlerde, iki bölüm halinde, son yıllarda yoğunlukla tartışılan hatta uygulanan bu kavramı aktaracağım.

Sağlığa değer biçmek, hiç kolay olmayan bir süreçtir. Çünkü, sadece hastalanınca tedavi olmak değil, bir hastalığa yakalanmadan sağlığımızı korumak ve geliştirmek bile “paha biçilmez” olarak bilinir. Aslında bu görüşün temeli; ister sağlıklı kişiye ister hasta kişiye sağlık hizmeti verilsin, sonucunun para ile ölçülememesine dayanır. Yani, sunulan hizmetin maliyetiyle değil elde edilen sağlık kazanımlarıyla değerlendirilmesi öne çıkmaktadır. Dolayısıyla süreç ile ilgili yapılan her türlü iyileştirme sonucu değer olarak ortaya çıkar. Amaç, kaynak tasarrufu değil, kaynakların en iyi nasıl kullanılacağının değerlendirilmesidir.

KİŞİ NASIL SAĞLIĞINI YÖNETECEKTİR?

Felç geçiren bir hastanın tedavi sonrası kendi kendine yeter bir biçimde yaşamını sürdürebilir hale gelmesinin getirdiği yaşam kalitesi artışı, bu yaklaşımın en çarpıcı örneği olarak verilebilir. Böylelikle uygulanan tedavinin sonuçta yaşam kalitesini ne kadar değiştirdiğinin sorgulandığı bir yaklaşım gündeme gelmektedir. İşte bu yaklaşım, sağlık hizmetlerinin sunulmasından finansmanına, organizasyonundan satınalma süreçlerine kadar her boyutunda bütüncüllüğe giden bir ekosistemi doğurmaktadır.

Aslında yapılan; 360 derece yöntemiyle odağında kişinin olduğu, ilgili tüm paydaşların süreçte yer aldığı, sağlığa değer katıcı iyi uygulamalara ulaşmaktır. Bu iyi uygulamalarda en öne çıkan kavram ise hasta deneyimidir.

Anahtar soru, gerek sağlıklı olduğu dönemde gerekse de hasta olunca kişinin hastalığını yönetme konusunda ne kadar bilinçli davrandığıdır. Bu anahtar soru doğal olarak kişinin sağlığını yönetmesine neden olmaktadır. Kişi nasıl sağlığını yönetecektir? Bu sorunun cevabı, “Affordable Care” olarak tanımlanır. Bu cevaba göre kişi; sağlıklı kalmak ile sağlığını geliştirmek için yapması gerekenleri öğrenecek, bilecek ve hatta yaşam biçimine dönüştürecektir.

KENDİ SAĞLIĞINI KORUMA

Sağlıklı olduğunda kişiye, hastalandığında ise hastaya sorumluluk vermek değer temelli bakışın özünü oluşturur. Az ve sık yiyerek fiziksel aktivitelerini önemseyen, aldığı ilaçları zamanında ve alması gereken dozda almayı yaşam biçimi haline getiren bir şeker hastası en basit ifadesiyle sorumluluğunu yerine getirmektedir. Hastalığa göre yapılması gerekenler, değişik örneklerle çeşitlendirilebilir.

Ana fikir, kişilerin kendi sağlığını (hasta ise hastalığını) yönetme sorumluluğunu almalarını sağlamaktır. Kendi sağlığını koruma ve geliştirme boyutunda bakıldığında, kişinin sağlığını yönetmesi için kazandırılan her türlü bilgi ve beceri aslında ortaya konulan değeri desteklemektedir.

İLAÇLARDA UYGULANAN GERİ ÖDEME MODELİ

Değer temelli sağlık hizmetinin farklı ülkelerde uygulanan farklı örnekleri bulunmaktadır. Dünya deneyiminde en sık kullanıldığı alan bazı ilaçlarda uygulanan geri ödeme modelidir. En sık rastlanan, kullanılan ilacın beklenen etkiyi karşılamaması durumunda, maliyetinin firma tarafından karşılanmasıdır.

2015 yılında kâr amacı gütmeyen bir sağlık sigortası ile bir ilaç üreticisi arasında böyle bir anlaşma yapılmıştır. Anlaşma kolesterol düşürücü bir ilacı kapsamaktadır. Klinik çalışmalarda elde edilen sonuçların gerçek kullanımda elde edilmemesi durumunda, ilaç şirketi sigorta şirketine geri ödemede bulunmayı taahhüt etmiştir.

2017 yılında aynı ilaç için anlaşma daha da genişletilmiştir. Şirket, bu genişleme ile ilacı kullanırken kalp krizi ya da inme geçiren her hasta için geri ödeme yapılmasını imza altına almıştır.

Değer temelli sağlık hizmetinin yaygınlaşması ile gelecekte sağlık hizmetindeki tüm tarafların iş yapma kültürleri değişebilecektir. Bu olası değişikliklerin başında; pilot uygulamalarla yaygınlaşacak yeni iş modeli ihtiyacı ile sağlık sisteminin tüm paydaşlarıyla risk paylaşımı ve izleme değerlendirme süreçleri için dijitalizasyon gereği sıralanabilir.

Sağlık Okuryazarlığı ve Diyabet

Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet hem dünya genelinde hem de Türkiye’de hızla artmakta. İki diyabet hastasından biri henüz diyabet teşhisi almamış konumda bulunuyor. Tip 2 diyabetin yüzde 80’i sağlıklı yaşam tarzına bağlı olarak önlenebilir hastalıklar arasında değerlendirilmektedir. Ama yine de 2030 yılına kadar 522 milyon kişinin şeker hastası olacağına yönelik öngörüler de bulunmaktadır.

Bugün, sağlık okuryazarlığı (health literacy) kavramını tartışmak istiyorum. Dünya Sağlık Örgütü sağlık okuryazarlığını, kişinin sağlığını koruması ve sürdürülmesi için sağlık bilgisine ulaşma, anlama ve kullanma becerisi şeklinde tanımlar. Aslında, en basit örneğiyle kendi sağlığınızı yönetme bilincine sahip olduğunuz hedeflenir. Yani, hastalanmadan önce sağlığınızı koruma ve geliştirme ile hastalığınızda hangi aşamada ne yapmanız gerektiği sorumluluğunu doğru bir şekilde üstlenebilmeniz dikkate alınır.

Bugün size sağlık okuryazarlığı için en anlamlı örneklerinden biri olarak günün anısına uygun olarak şeker hastalığını örneklemek isterim. Çünkü bugün 14 Kasım Dünya Diyabet Günü.

2030’A KADAR 522 MİLYON KİŞİ ŞEKER HASTASI OLACAK

Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet hem dünya genelinde hem de Türkiye’de hızla artmakta. Türkiye artış yaşanan ülkelerin başında geliyor. Çünkü 2 diyabet hastasından biri henüz diyabet teşhisi almamış konumda bulunuyor. Tip 2 diyabetin yüzde 80’i sağlıklı yaşam tarzına bağlı olarak önlenebilir hastalıklar arasında değerlendirilmektedir. Ama yine de 2030 yılına kadar 522 milyon kişinin şeker hastası olacağına yönelik öngörüler de bulunmaktadır. Hatta Dünya Sağlık Örgütü Türkiye’de 2030 için tahmin edilen değerin 2014 yılında aşıldığını yayınlamıştır.

Bu nedenle “Diyabet Farkındalığını” arttırma amaçlı etkinliklerle, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nde şeker hastalığına odaklanılmaktadır. Her yıl düzenlenen bu etkinliklerle, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de şeker hastalığına ilişkin sağlık okuryazarlığının artışı hedeflenmektedir.

DİYABET ÖZENLE, HER AN İZLENMESİ GEREKEN HASTALIK

Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’de; erkeklerin yüzde 10,6’sında, kadınların yüzde 11,5’inde ve toplamda nüfusun yüzde 11,1’inde yüksek kan şekeri olduğunu ifade etmektedir. Diyabet hastalarının izlenmesinde önemli bir ölçüt olan HbA1c seviyesinin diyabet tedavisi alanların yüzde 13.3’ünde bu oranın 6,5 üstünde olduğunu açıklamaktadır.

Diyabet, özenle ve her an izlenmesi gereken bir hastalıktır. Bu nedenle “diyabetle birlikte yaşamak” ilkesi hiç unutulmamalıdır. Türk Diyabet Cemiyeti; tıbbi tedavi, doğru beslenme, düzenli fiziksel egzersiz, sürekli kontrolü içeren kapsamlı bir hastalık yönetimi sürecini vurgulamaktadır. Diyabetin iyi yönetilmemesi sonucunda geç teşhisinden geç tedaviye başlanılması ile birçok organda çeşitli komplikasyonlara yol açabilir. Beslenme yanlışlıkları ile hareketsiz yaşam süreç yönetimini zorlaştırır. Diyabet tedavisinde düzenlilik ve süreklilik için doktor kontrolü, uygun ve zamanında ilaç kullanma, fiziksel aktivite ve diyet uygulama önemlidir.

ÇOCUKLARDA DİYABET YAYGINLAŞIYOR

Çocuklarda diyabetin yaygınlaşması sonucu Türkiye Diyabet Vakfı, çocukların diyabetiyle barışık süreç yaşamasında aile desteğini vurgulamaktadır. Diyabetin ailenin tümünü etkilemekte olduğu, sorunların çözümü ile hastalık bakımında birlikte çalışması gerektiği belirtilir. Yılda en az bir veya iki kez hekim kontrolüne beraberce katılmalarının da süreç yönetiminin önemli bir parçası olduğuna dikkat çekilmektedir. Araştırmalar; diyabet yönetiminde başarılı gençlerin, ailelerinden bu konuda destek alanlar olduğunu göstermektedir.

Türkiye Diyabet Vakfı bu hastaların normal bir hayat sürmesi gerektiğini de vurguluyor. Vakıf’ın bu konudaki tavsiyeleri şöyle sıralanmaktadır: “Diyabetli kişiye diğer insanlara davrandığımız gibi davranmalıyız. Çocuğun kendi yaş grubundaki diğer çocukların katıldığı etkinliklere katılması, aile dışında arkadaşlara sahip olması ve aile dışı etkinliklerde bulunması önemlidir. Özellikle ergenlik çağındaki gençler için arkadaş desteği çok önemlidir.”

14 KASIM DÜNYA DİYABET GÜNÜ

Diyabet farkındalığını arttırmak amacıyla belirlenen 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nde diyabet özelinde, kişisel olarak sağlığımızı yönetmek için bazı başlıkları vurgulamak istedim. Ama inanın ki sağlığımızı koruma ve geliştirme ile hastalıklarımızı yönetmede; kendi sorumluluklarımızı bilmek ve üstlenmek için sağlık okuryazarlığımızı arttırmamız ve buna ilişkin bilgilenme kaynaklarını zamanında ve doğru şekilde kullanmalıyız. Tıpkı diyabeti hayatınıza sokmamak, girdiyse birlikte yaşamayı öğrenmek için sağlıklı beslenme ile fiziksel aktivite yapma yollarını zorlayarak sorumluluk duymamız gibi…

Prof. Dr. S. Haluk ÖZSARI/ İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sağlık Yönetimi Öğretim Üyesi/ [email protected]

Haluk Özsarı yazdı: Sağlık yönetiminden ne anlamalıyız?

Dünya genelinde sağlık ve sağlığın her düzeydeki yönetimi öncelikli hale gelmiştir. Ülke sağlık sistemini de yönetseniz, sağlık kuruluşunu da yönetseniz aslına bakarsanız kaynakları yönetiyorsunuz. Yani sağlık yönetimi kavramından sağlık sektöründe hizmet veren tüm yapıların kaynaklarının yönetilmesini anlamalıyız.Dünya genelinde sağlık ve sağlığın her düzeydeki yönetimi öncelikli hale gelmiştir. Ülke sağlık sistemini de yönetseniz, sağlık kuruluşunu da yönetseniz aslına bakarsanız kaynakları yönetiyorsunuz. Yani sağlık yönetimi kavramından sağlık sektöründe hizmet veren tüm yapıların kaynaklarının yönetilmesini anlamalıyız.

Merhabalar, bugünden başlayarak, sizlerle birlikte sağlık yönetimini ilgilendiren konuları paylaşacağız. Ama öncelikle bu anlamlı günü vurgulamamız gerekiyor.

29 Ekim bugün, hepimiz için çok önemli bir gün. Bugün, Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümü. Yüzüncü yıla iki kala, böyle anlamlı bir günde başlamış olmaktan onur duyuyorum.

98 yıl önce bugün Cumhuriyet ilanı sonrası TBMM’de ilk Cumhurbaşkanı olarak yaptığı ilk konuşmasında;

Efendiler, asırlardan beri Doğu’da haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu.

Son yıllarda milletimizin fiili olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti.

Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.

diyen Atatürk ile birlikte bu toprakları vatan yapma uğruna şehit ve gazi olan silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum, CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

TÜRKİYE’DE YAŞAM MEMNUNİYETİ

Sağlık öyle bir alandır ki, sadece COVID-19 sürecinde değil, kişilerin yaşamlarının her döneminde en büyük mutluluk kaynağı olmuştur, hem de bir sonra gelen mutluluk kaynağı ile arasında çok büyük fark bırakarak…

Türkiye’de Yaşam Memnuniyeti adı altında bir araştırma yapılmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu yaptığı bu araştırma sonuçlarını her yıl düzenli olarak yayınlanmaktadır. Araştırma ile kişilerin genel mutluluk algısı, toplumsal değer yargıları, temel yaşam alanlarındaki genel memnuniyeti, kamu hizmetlerinden memnuniyeti ölçülerek zaman içindeki değişimi izlenmektedir.

Araştırma sonuçlarına göre 2015 yılında; en çok sağlıklı olmanın kendilerini mutlu ettiğini ifade edenler yüzde 68,8 olmuş, bunu yüzde15,8 ile sevgi, yüzde 8,6 ile başarı, yüzde 3,9 ile para, yüzde 2 ile iş takip etti. 2020 yılında ise kişiler; kendilerini en çok sağlıklı olmanın mutlu ettiğini ifade edenler yüzde 70,9 olurken, bu oranı yüzde 12,8 ile sevgi, yüzde 8,8 ile başarı, yüzde 4,6 ile para ve yüzde 2,3 ile iş izlemiştir.

İNSANİ GELİŞMİŞLİK ENDEKSİ

Sizlerle paylaşacağım diğer bir başlık, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) dünya gündemine sunduğu İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE) olacak. Bu endeksle, ülkeler arasında, insani gelişmenin temel boyutları olarak; uzun ve sağlıklı yaşam ile bilgi ve insana yakışır yaşam standartları kapsamında sağlanan ortalama başarı ölçülüyor ve karşılaştırılıyor. Bir yandan sosyal diğer yandan da ekonomik kalkınma için referans olan bu değerlendirme yaklaşımında; sağlık alt endeksinde doğumda beklenen yaşam süresi, eğitim alt endeksinde ortalama okullaşma yılı ve beklenen okullaşma yılı, gelir alt endeksinde ise kişi başına gayri safi yurt içi hasıla göstergeleri yer almaktadır.

Geçtiğimiz yıl yayınlanan 2019 Yılı Raporu’nda; 189 ülkenin yer aldığı endeksin zirvesinde Norveç, İrlanda, İsviçre, Hong Kong ve Almanya, son sırasında ise Afrika ülkesi Nijer bulunmaktadır. Dünya ortalamasının 0.737 puan olduğu İGE’de Türkiye, 0.820 puan ile 66 ülkenin yer aldığı yüksek insani gelişme kategorisinde 54.sıradadır.

Öte yandan, ister gelişmiş, ister gelişmekte olan, isterse geri kalmış ülkeler olsun ülkelerin hemen hepsinde sağlık harcamaları dikkatle izlenmekte ve sağlık sistemleri bu açıdan sürekli gözden geçirilerek artan harcama ve maliyetlerin hizmet alanlara etkileri yönetilmeye çalışılmaktadır.

SAĞLIĞIN HER DÜZEYDEKİ YÖNETİMİ ÖNCELİKLİ HALE GELDİ

Tam da bu nedenler yüzünden, dünya genelinde sağlık ve sağlığın her düzeydeki yönetimi öncelikli hale gelmiştir. Ülke sağlık sistemini de yönetseniz, sağlık kuruluşunu da yönetseniz aslına bakarsanız kaynakları yönetiyorsunuz. Yani sağlık yönetimi kavramından sağlık sektöründe hizmet veren tüm yapıların kaynaklarının yönetilmesini anlamalıyız.

Örneğin, Sağlık Bakanlığı kamu sağlık çalışanlarını yönetirken, bir özel hastanenin laboratuvar yöneticisi test malzemelerinin satın almasını yönetir, Dünya Sağlık Örgütü aşılama ile ilgili geri kalmış ülkelere ücretsiz aşı sağlanmasına yönelik fonları yönetirken, ultrason cihazı üreten firma sahibi yapay zeka ile çalışan makina üretimi kararını verir… İşte, tüm bu yöneticiler ister üst ister orta düzey yönetici olarak hangi düzeyde olursa olsun yönetim görevlerini yerine getirirler.

İşte bu köşedeki birlikteliğimizde sizlerle, bundan böyle sağlık yönetiminde dünya ve Türkiye’deki tartışma başlıklarını gündeme getirerek değerlendirmelerinize sunacağız. Yeni yeni konuları birlikte değerlendirmek dileğiyle…

Prof. Dr. S. Haluk ÖZSARI/ İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sağlık Yönetimi Öğretim Üyesi/ [email protected]