Başardık

Başardık

Yazımın başlığını, Sevgili Oğuz Can Işık’ın “Nadir Yaşamlar için” amacıyla yazdığı sosyal medya paylaşımından aldım. Geçen hafta, Nadir Hastalıklar Federasyonu tarafından düzenlenen 27 Şubat 2025 etkinliğinin hasta dernekleri tarafından yapılmasını çok önemsediğimi vurgulamıştım. Bu hafta da, tanıdığımdan bugüne Nadir Hastalıklar için çalışan iki değerli isimden söz etmek istiyorum. Sevgili Oğuz Can Işık ile başlayacağım.

Adanmışlık

Aslında bu özetleyeceğim Sevgili Oğuz Can Işık sosyal medya paylaşımı, bir adanmışlık öyküsü. 2016 yılında Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrenciliği günlerinden başlayan ve bugün girişimciliğe kadar uzanan bir süreç bu.

2023 mezunu genç bir Tıp Doktorunun öyküsündeki ilk bölümüne tanık olduğum için, bu paylaşım ve gelinen nokta beni çok duygulandırdı. Öğrenci Kulübü Başkanı olarak başlattığı Nadir Hastalıklar sürecinde aldığı yolu ve kendi kurduğu start-up şirketini öğrenmek çok etkileyiciydi.

2015 ile 2018 yılları arasında Acıbadem Üniversitesi Sürekli Eğitim ve Gelişim Merkezi (ASEGEM) Müdürü olarak Proje Yürütücülüğünü yaptığım Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) 1601 Yenilik ve Girişimcilik Alanlarında Kapasite Artırılmasına Yönelik Destek Programı’nın 2016 yılındaki ilk öğrencilerinden biriydi.

Hatta Tıp Fakültesi 3.sınıfta da öğrencim olmuştu (Sınıf III MED308 Klinik Tıp ve Mesleki Beceriler IV: Toplum ve Sağlık; Sağlık Ekonomisi dersi). Daha sonra TÜBİTAK 1512 Bireysel Genç Girişim (BİGG) Programı Acıbadem Üniversitesi BİGGHEALTH Programı 2022 1. Dönemi 2. aşamada % 70 başarı elde ettiğini öğrenmiştim. Mezuniyet öncesinde TÜBİTAK hibesiyle şirketleşmiş.

Sevgili Oğuz Can Işık sosyal medya paylaşımında çok önemli konulara değinmiş, hep olduğu gibi vizyoner yaklaşımlarını aktarmış, Ama ben sadece son bölümünü buraya taşımak istiyorum;

“Herkesin kocaman ve dinamik bir ekosistemin içinde bulunduğunu hatırlayarak paydaş grubunda veya alt grubunda (örneğin akademi içindeki öğrenci kulüpleri) birbirleriyle iletişim halinde, tek vücut yürümesi gerek.

Panel ismindeki gibi sağlıklı nesillerin/çocukların yetişmesini sağlamak hedefimiz. Çocuklarımız için çalıştığımızı hatırlamak bana hep güç veriyor. Onlar için hayaller kurup gerçekleştirmiş birinin sözüyle bitireyim:

“Büyük işler, büyük hayaller kurabilen ve birlikte çalışabilen insanlar tarafından başarılır.” — Walt Disney”

Orphanet

Yazımın ikinci bölümünde de, kendisini tanıdığımdan bu yana Nadir Hastalıklar Duayeni olan bir Öğretim Üyesinden söz etmek istiyorum; 2006 yılından bu yana Orphanet’in Türkiye ulusal koordinatörlüğünü de yürüten Prof. Dr. Uğur Özbek.

Orphanet (https://www.orpha.net), nadir hastalıklarla ilgili bilgi toplayan, paydaşlar için bilgiye eşit erişimi garanti altına almayı amaçlayan ve hastaların tanı, bakım ve tedavisini iyileştiren bir kaynaktır. Sağlık ve araştırma bilgi sistemlerinde nadir hastalıkların görünürlüğünü iyileştirmede önemli olan Orphanet nadir hastalıkların isimlendirmesini de (ORPHAcode) yapmaktadır. Dünya genelinde 40 ülkeden oluşan bir Konsorsiyum halini almıştır.

Uğur Özbek Hoca, 2017 yılında Türkiye’de ilk olan Acıbadem Üniversitesi-ACURARE’de Nadir Hastalıklar ve Yetim İlaçlar Uygulama ve Araştırma Merkezi kurucusudur. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi IBG (İzmir Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü) tarafından yürütülen ve Horizon 2020 ERA Chairs programı tarafından finanse edilen RareBoost Projesi ERA Chair Lideri olarak görev yapmaktadır.

Bu hafta, Sağlık Bakanlığı Nadı̇r Hastalıklar Sağlık Stratejı̇ Belgesı̇ ve Eylem Planı’na değinerek bitirmek istiyorum. 2023-2027 yılları arasında yapılacakları içeren bu dokümanda, faaliyet ve hedef açısından; amaç hedef ve faaliyetler olarak 5 ayrı başlık sıralanmıştır.

Bunlar;

  • farkındalığın ve bı̇lgı̇ düzeyı̇nı̇n artırılması,
  • hasta ve yakınlarının desteklenmesı̇ ve yaşam kalı̇telerı̇nı̇n artırılması,
  • nadı̇r hastalıkların tanısı ve önlenmesı̇, tedavı̇ ve bakım hı̇zmetlerı̇,
  • araştırma ve gelı̇ştı̇rme çalışmaları olarak sıralanmaktadır.

Eylem Planı

“2023-2027 Nadir Hastalıklar Sağlık Strateji Belgesi ve Eylem Planı” bu alanda atılacak adımlara öncülük edeceği belirtilmektedir. Kapsamlı bir çalışmanın ürünü olan bu yol haritasının; tüm kamu kurumlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara hitap eden kapsayıcı ve çok boyutlu hedef ve faaliyetleri içerdiği vurgulanmaktadır.

Sağlık Bakanlığı, önümüzdeki 5 yıllık süreçte nadir hastalıkların önlenmesi, tanı, tedavi ve araştırma alanları kapsamında öncelikli olarak yürütülecek çalışmalar, bu çalışmalarda sağlanacak koordinasyon ve eylem planlarının uygulanmasının takibi, bu dokümanda belirtilen çerçevede tüm birimlerce titizlikle yürütüleceğini vaad etmektedir.

Nadir Hastalıklar Sağlık Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda yer alan tüm maddelerin hayata geçirilmesi ve ilgili kurumlar tarafından sorumluluklarının gereğince yerine getirilmesinin takipçisi olacağı ifade edilmektedir.

Son iki haftadır, Nadir Hastalıklar konusunda bilgi paylaşmaya çalışıyorum. Kamu karar vericileri, endüstri, akademik çevreler bu konuya çok çaba sarf ediyor, değişik boyutlarda çeşitlendirilmiş projelerle desteklerini somutlaştırıyor.

Her geçen gün, nadir hastalıklarla yaşayan bireylerin hayatlarını iyileştirmek, tedavi çözümleri oluşturmak ve yeni tedaviler üzerine yoğunlaşmak ekosistemin tüm paydaşlarının ana hedefi oluyor.

Bu hastalıklara zor tanı konuluyor, tedavi seçenekleri ve tedaviye erişim sınırlılıkları var, bu yüzden de yüksek oranda ölüm ile sakatlıklar gözleniyor. Ekosisteminin dijital çözümlerle desteklenmesi ise bir başka önemli boyut olarak görülüyor.

“Nadiriz, İçinizdeyiz, Birlikte Güçlüyüz”

“Nadiriz, İçinizdeyiz, Birlikte Güçlüyüz”

Bu hafta Nadir Hastalıklar Günü nedeniyle katıldığım bir toplantının sloganını başlık olarak kullanmak istedim. Aile Yılında Nadir Hastalıklar Sağlıklı Nesiller İçin Birlikteyiz adıyla, Nadir Hastalıklar Federasyonu tarafından düzenlenen Ankara’daki Panel’de moderatörlük yaptım. Slogan “Nadiriz, İçinizdeyiz, Birlikte Güçlüyüz” olarak belirlenmişti.

Nadir Hastalıklar Federasyonu

Önce 2018 yılında 9 nadir hasta derneğiyle bir araya gelerek Nadir Hastalıklar Ağı2024 yılında 7 nadir hastalık derneği ile birlikte Nadir Hastalıklar Federasyonu olarak kurulmuştur. Federasyon, tüm nadir hastalığa sahip birey ve hasta derneklerini temsilen hasta hakları, tıbbi erişim, yaşamsal ve sosyal haklar gibi birçok alanda hak savunuculuğu faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Hekimlerle iletişim başta olmak üzere, tüm paydaşlarla işbirliği içinde sorunların çözümüne yönelik yapılan çabalara destek vermektedir. Çalışmalarını sürdürebilmek ve nadir hasta sorunlarına hâkim olarak çözüm üretebilmek ve kamu, özel sektör, akademi, sivil toplum ve girişimcilik alanlarındaki tüm paydaşlar ile işbirliği kurabilmek amacıyla seminerler, paneller, çalıştaylar düzenlemektedir. Bu kapsamda, 8 Aralık 2024 tarihinde Federasyon ve Innorare iş birliği ile Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi’nde “Nadir Yaşamlar Çalıştayı” düzenlenmiştir. Çalıştay çıktısı olan Rapor’da; (https://www.nadir.org.tr/duyuru/141/nadir-yasamlar-calistayi-raporu) tanı-tedavi, psikoloji, istihdam, sosyal yaşam, eğitim konularında 5 ayrı çalışma grubu  oluşturulmuştur. Sonuç olarak; erken tanı ve tedavi süreçlerini hızlandırma, psikolojik destek mekanizmalarını güçlendirme, eğitimde fırsat eşitliğini sağlama, istihdam alanında ayrımcılığın önüne geçme ve sosyal yaşamda tam katılımı mümkün kılma hedefleniyor.

Avrupa Nadir Hastalıklar Birliği’nin (EURORDIS) girişimi ile 2008 yılından bu yana, her Şubat ayı son günü ‘Nadir Hastalıklar Günü’ olarak 100’den fazla ülkede kutlanır.

27 Şubat 2025 tarihli Panel açılış konuşmasında, Federasyon Başkanı Deniz Yılmaz Atakay, “Nadir hastalıkların sadece belirli bir kesimi ilgilendiren bir mesele olmadığını, hepimizi doğrudan etkileyen bir halk sağlığı, toplumsal bir sorun ve sosyal adalet konusu olduğunu” ifade ederek, “dayanışmanın ve ortak akılla çözüm üretmenin gücünü” vurgulamıştır.

Toplantı ile ilgili çok değerli bulduğum iki konuyu da ayrıca vurgulamak isterim.

Birincisi, toplantı hasta dernekleri tarafından düzenlenmişti. Hastanın içinde olduğu süreçlerin sonuca ulaşmada çok daha etkili olduğu bilinen bir gerçektir. İlgili ekosistem paydaşlarını böyle bir toplantıda hasta derneği olarak buluşturmak gerçekten de çok iyi bir düşünce olmuş. Emeği geçen ve katkı verenlere teşekkürler.

Toplantının bir başka değerli yanı; Sağlık Bakanlığı’nın Halk Sağlığı, Sağlığın Geliştirilmesi, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüklerinin üst düzey katılım sağlamış olmalarıydı. Sadece izleyici ve konuşmacı olarak fiziksel katılım değil, yapılanları, yapılacakları anlatarak “birlikte çalışma” istekliliğini içtenlikle ortaya koymak, altı kalın çizgilerle çizilecek bir başka konuydu.

Bu arada konuşmacı ve moderatörlere, nadir hastalıklarda adı geçen bazı kavramlar, “Nadiriz, İçinizdeyiz, Birlikte Güçlüyüz” sloganı altında birleşen parçalar olarak toplantı son saatinde bir yap-boz ile bütüne dönüştürüldü (Puzzle parçaları); akraba evliliği, genetik tarama, akran zorbalığı, organ bağışı, görünmez engellilik, tedaviye erişim, yenidoğan topuk taraması, erken tanı, fırsat eşitliği, klinik araştırma, bilim umuttur…

Niçin Nadir?

Uluslararası tanımlamaya göre, bir hastalık toplumda 2000 kişide 1’den daha az sayıda görülüyor ise ‘Nadir Hastalık’ olarak bilinir. Dünyada 8000’den fazla nadir hastalık bulunmakta ve yaklaşık 350 milyon kişi nadir hastalık ile yaşamaya çalışmaktadır.  Türkiye’de 5 milyondan fazla birey bu hastalıklarla mücadele ediyor ve doğru tanıya ulaşmak ortalama 7 yıl sürebiliyor.  Dolayısıyla, toplumda her 16 kişiden biri nadir hastalık ile yaşamaktadır. Nadir hastalıkların yüzde 80’i genetik geçişlidir ve  yüzde 50’si çocuktur. Nadir hastalığa sahip çocukların yüzde 30’u 5 yaşını görememektedir. Tanı erken yaşta konulursa tedavi şansı olan nadir hastalıklar vardır, ancak genellikle kronik ve hayatı tehdit eden sekeller ile birlikte görülür (https://www.orpha.net/)

Nadir Hastalıklar Nadir Olmayabilir

Bu bölümde, daha önceki bir yazımdan alıntılarda bulunarak, tekrarlar yapma gereğini duydum. Gerçekten de “Nadir Hastalıklar Nadir mi?” sorusunun cevabı daha da fazla önem kazanmaktadır. Sıklığına bakılırsa nadir, ama başta farkındalık olmak üzere yapılacaklar hiç de nadir olmamalıdır. Tüm ülkeler bu bakışla, zor da olsa nadir hastalıkları yönetebilmek için yenilikçi yöntemler bulmaya çalışmaktadır. Zira, gerek işbirlikleriyle, gerek ülke genelinde bölge esaslı yaygınlaşan erişilebilirliğe uygun referans merkezleriyle, gerek tarama programlarıyla ve gerekse de yenilikçi ödeme modelleriyle zorluğu fırsata dönüştürmek mümkün olabilir.

Bunun için öncelikle, nadir hastalıkların finansmanı ve geri ödeme yöntemini vurgulamakta yarar olacaktır. Nadir hastalıkların tanı ve tedavisinde, Genel Sağlık Sigortası primlerinin tek başına bir kaynak olarak değerlendirilmesi yaklaşımı eksik kalabilir. Yani sosyal devlet olma gerekleri, sadece sosyal sağlık sigortacılığı primleri yoluyla sağlanmamalıdır.

Evet, sosyal sigortacılık bir sağlık finansman yöntemidir, ama havuzda para var diyerek her şeyi primlerle oluşan bu havuzdan ödemeye kalkarsanız, bir süre sonra eksik kalan bütçenizi vergilerden desteklemek zorunluluğunda kalabilirsiniz, o zaman da prim bazlı sistem uygulama iddiasından uzaklaşma riskiyle karşılaşabilirsiniz. Sürekli prim toplama zorluklarıyla uğraşmak yerine genel vergilerden sistemi sürdürmeye çalışma yolunu tercih edebilirsiniz.

İşte onun için, eksik kalanı vergilerden karşılayacağınıza, doğrudan vergilerden oluşan nadir hastalıklar ve yenilikçi tedaviler için, dünyada örnekleri olduğu gibi, ayrı bir fon kurabilirsiniz. Sağlığa zararlı olan ne varsa, onlardan almakta olduğunuz vergilerin binde birini bile bu fonun gelir kaynağı yaparak süreci daha rasyonel yönetebilirsiniz. Altını çizerek tekrarlamak isterim, yeni bir vergi değil mevcut vergilerin içinden bu fona kaynak tahsisi yapmalısınız.

Böylelikle, bir yandan SGK için yeni bir açık nedeni oluşturmamış olursunuz, bir yandan da üst yöneticilerin toplantı çıkışlarında önünü keserek mecburen kaynak bulma çabasına itilmesi derdine kurumsal bir çare üretmiş olursunuz.

Yıllardır bunu dile getirdiğim her teknokrat platformunda, geçmişte fonları iyi yönetemediğimize yönelik deneyimlerimiz hatırlatılır. Çok teorik düşündüğümü sanmayın ama; parayı toplayan, kullanan ve denetleyenin birbirinden ayrıldığı bir yapı kurarsanız, bu olası sorunu da önleme olasılığınızı arttırabilirsiniz.

Dünya uygulamalarında buna yönelik epeyce örnek var;

İngiltere’de umut veren kanser ilaçları fonu ile erken dönemde kullanılmasına fırsat oluşturulan ilaçların finanse edilmesi modeli nadir hastalıklar alanında da kullanılabilir. Sadece 2024 yılında bu fona yüz milyonlarca pound ek  bütçe tahsis edildi.

Bu model İsveç örneğindeki, değer temelli ödeme sistemi ile birlikte uygulanarak, belirli hastalık yüküne ve tedavinin performansına dayalı geri ödeme süresinin zamana yayılmasıyla birlikte de düşünülebilir.

Keza, Singapur örneğindeki gibi tarama programlarıyla desteklenen akılcı sağlık harcaması politikası da nadir hastalıkların erken teşhis ve tedavisine katkı sağlayabilir.

Modellerin tamamında kamu sağlık sigortacılığı, uzun süreli ve kritik hastalıklar gibi özel sağlık sigortacılığı türleriyle işbirliği içinde çalışabilecek yenilikçi pilot uygulamaları bile başlatabilir.

Yenilikçiliğin ilk şartı, devletin vergi ve prim teşvikleriyle uygulamaların önünü açması olabilir. İkinci şart ise, doğru bir aktüeryal analizle belirlenecek eşik değerin aşılması durumunda, bir güvence hesabının kamu tarafından üstlenilmesi olabilir. Model, değer temelli ödeme sisteminde olduğu gibitarama testleri ile birlikte kullanılabilecek ilaç veya tıbbi araç gerece yönelik yaşam kalitesini arttırma veya engelliliğini azaltma garantisi veren tedarikçilerle eş zamanlı olarak da uygulanabilir.

ABD’de varlıklı ailelerin her bir gen mutasyonu için araştırma fonu kuran sosyal sorumluluk projelerine bağış yaptıkları hep konuşulur. Görüldüğü gibi, sadece devlete, sadece kamu veya özel sigorta şirketlerine değil, isteyen varlıklı ailelere de bu konuya çare olma şansı oluşturmak mümkün olabilecektir.

Konunun ekonomik boyutunu öncelikle hasta ve hasta yakınları açısından düşünmek gerekir. Ailelerin böyle bir hastalıkla karşılaştığında, ne kadar zorlandıklarına ve yapmak zorunda kaldığı yardım kampanyalarına son zamanlarda sıklıkla tanık oluyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın üst düzey katılımı “birlikte çalışma” istekliliğini iyi değerlendirerek, karşılıklı etkileşim içinde ekosistem bütünselliğiyle; önce tasarımlamak, sonra uygulamak, sonunda da izleyip değerlendirmek ve nadir hastalıklarda yeni bir Türkiye Modeli oluşturmak neden mümkün olmasın? ([email protected])

Ödemeye İsteklilik ve Sağlık Sigortacılığı

Ödemeye İsteklilik ve Sağlık Sigortacılığı

Bu hafta, sağlık finansmanında önemi giderek artan özgün bir kavramı değerlendireceğiz. Literatürde “Willingness To Pay” olarak bilinen ödemeye isteklilik kavramı, kullanıcının mal veya hizmet için ödemeye istekli olduğu en yüksek fiyat olarak tanımlanır.

Sağlık hizmet kullanıcılarının; ödemeye isteklilik sınırı altındaki fiyatları ödemek istemesi mümkündür ama bu sınırın aşılması durumunda ödeme yapmayabilirler. Sağlık hizmetleri gibi talep esnekliği katı (inelastik) olan alanlarda ödeme sınırının zorlanması sadece özel durumlarda gerçekleşebilir.   Örneğin, bir sağlık hizmet kullanıcısının yurt dışında geçerli sağlık sigortası olmadığını düşünelim. Yurt dışında olduğu bir anda acil sağlık hizmetine de ihtiyacı olduğunda ne yapacak? Bu durumda, Türkiye’de Genel Sağlık Sigortası ile anlaşmalı olmayan bir özel hastane yapacağı cepten sağlık harcamasından çok daha fazlasını ödemeye istekli olabilecek.

Hacettepe Üniversitesi Sağlık Ekonomisi ve Sağlık Politikası Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Zafer Çalışkan Hoca, yıllar önce yazdığı bir makalesinde ödeme istekliliği konusunu şu ifadeyle aktarmıştır; “Beşeri sermaye yaklaşımı, yüksek gelirliler ile düşük gelirliler, çalışanlar ile çalışmayanlar arasında bir ayrımı içerdiği ve bireyin ölüm, hastalık ve yaralanma gibi sağlık risklerini gözetmediği için diğer yaklaşım olan ödeme istekliliği yaklaşımı geliştirilmiştir”  (https://arastirmax.com/en/system/files/dergiler/2055/makaleler/14/2/arastirmax-saglik-hizmetlerinde-onceliklerin-belirlenmesinde-ekonomik-degerlendirme-yontemi-olarak-maliyet-etkililik-analizi.pdf)

Fazlasını Ödememe

Yöneticiler için Ekonomi kitabı yazarlarından Harvard Business School Profesörü Bharat Anand, “‘Ödeme istekliliği’ kavramının bize söylediği şey, bir ürün için ödeme isteğiniz ne olursa olsun ve nereden gelirse gelsin, bunun için o miktardan fazlasını ödemeyeceğinizdir” tespitini yapmaktadır (https://online.hbs.edu/blog/post/willingness-to-pay).

Anand’a göre, ödeme istekliliği kullanıcıya göre değişebilmektedir ve bu değişiklikler dışsal veya içsel olarak sınıflandırılır. Dışsal faktörler, bir kişiye doğrudan sormadan belirlenebilecek yaş, cinsiyet, gelir, eğitim, yaşanan yer gibi farklılıklar olabilir. İçsel farklılıklar ise kişiye doğrudan sormadan bilinemeyecek özelliklerdir. Risk toleransı, başkalarına uyum sağlama isteği ile konuya ilişkin tutku düzeyi gibi bu özellikler gözlemlenmeyen farklılıklar olarak adlandırılır.

Ödeme İstekliliğini Etkileyen Diğer Faktörler

Bir fiyatın ödeme isteğinin statik olmadığını belirten Anand, dışsal ve içsel özelliklere ek olarak,

  • gelir,
  • coğrafya,
  • hava durumu,
  • yaş,
  • cinsiyet,
  • marka sadakati,
  • hizmet seviyeleri,
  • reklamcılık,
  • rakip ürünler,
  • beklentiler,
  • yasallık,
  • ambalaj,
  • çevresel veya sosyal etki,
  • gereklilik gibi başka faktörler de sıralamaktadır.

Anand, bu durumu gerekçelendirilirken; “fiyat, kişiler için önemli olan tek özellik değildir” tezini ortaya atmaktadır. Örneğin, yasallık, paketleme ve marka adı da önemli olabilir” öngörüsünde bulunmaktadır.

Hatta, mal veya hizmet için acil bir ihtiyaç olduğunda, ihtiyacı daha az acil olduğu durumdan daha yüksek bir fiyat ödeme istekliliğinin de olabileceğini belirtmektedir.

Tersinin de geçerli olduğu durumlara örnek olarak ise, daha güçlü marka tanınırlığına sahip yeni bir rakibin çıkması veya hizmete “modası geçmiş algısı” verilebileceğini bunun da özellikle teknoloji alanında yaşanabileceğini vurgulanmaktadır.

Ödeme istekliliği belirlenmesinde genel olarak,  anketler ve odak grup araştırmaları ile deneylerden yararlanılmaktadır.

Doğru İşi Yapma

Haziran 2023’de Lancet’de yayınlanan “Determining The Efficiency Path To Universal Health Coverage: Cost-Effectiveness Thresholds For 174 Countries Based On Growth In Life Expectancy And Health Expenditures” (Genel Sağlık Sigortası Kapsamına Giden Verimlilik Yolunun Belirlenmesi: Yaşam Beklentisi Ve Sağlık Harcamalarındaki Büyümeye Dayalı 174 Ülke İçin Maliyet-Etkililik Eşikleri) adlı makalede; maliyet etkililik eşik değerlerini tahmin etmek için iki yaklaşım önerilmektedir (https://www.thelancet.com/pdfs/journals/langlo/PIIS2214-109X(23)00162-6.pdf).

Bunlardan biri sağlık hizmetlerin talep tarafını, diğeri ise arz tarafını ilgilendirmektedir. Talep tarafındaki eşik, ödeme yapma istekliliğiyle ilgilidir. Arz tarafının eşiği ise aynı kaynaklar en iyi alternatiflerde kullanılarak değerlendirilseydi, elde edilebilecek olan vazgeçilen faydalar (fırsat maliyeti) olarak belirtilmiştir.

Bu bağlamda irdelendiğinde,  arz tarafı eşik değeri sağlığa ayrılan bütçeyi (genel bütçeden ayrılan pay ve/veya toplanılan sağlık primi) ve sağlık sigortacılığını çok yakından ilgilendirmektedir.  Çünkü kaynak tahsisinde doğru karar vermek çok önemlidir.

Sağlık ekonomisinde sık kullanılan iki kavram vardır. Bunlar; doğru işi yapmak ve işi doğru yapmak olarak bilinir. Doğru işi yapmak kaynakları doğru yere tahsis etmektir. Yani, kullanılabilecek sınırlı kaynağı en doğru alana yönlendirmek anlamına gelir. İşi doğru yapmak ise kaynak verimliliğidir. Yani, en az girdi ile en fazla çıktıya ulaşabilmektir.

Sağlık sisteminde kaynakların kullanıldığı alanın da doğru olması gerekir. Kuruluşlar, ister hizmet sunucu olsunlar ister sigortacılık yolunu seçmiş olsunlar, bu gerekliliği yerine getirmek için çaba gösterirler. Ödeme istekliliği sınırına göre oluşturulan fiyat politikaları; ya ödenebileni aşmamalı, ya da aşılan kısmın cepten ödemesinin yapılacağı öngörülmelidir.

Doğaldır ki, yapılan sağlık harcamasında cepten ödemenin gerçekleşebilmesi için hedef kitle tespitinin olabildiğince hassas ve doğru olması gerekir. Bunu gerçekleştirmeye yönelik olarak, sigortalıların aldıkları veya almayı planladıkları hizmetler için ödeme istekliliklerini doğru belirleme konusunda teşvik mekanizmaları üzerine odaklanılabilir.

Aslında bu öneriler, sadece özel sağlık sigortaları için değil, öngörülemez bütçeleri en aza indirmeyi hedefleyen kamu sağlık sigortaları için de dikkate alınmalıdır. Böylelikle, kamu sağlık sigortacılığında hakkaniyet ilkesinin yerleşmesi kolaylaşabilir, fırsat maliyeti yaklaşımları öne çıkabilir, hatta değer temelli geri ödeme yaklaşımına sağlam bir zemin oluşabilir. Bunlara ek olarak, kamu veya özel sigortacılığında sadece bu başlıklara bakılmamalı; riskleri doğru fiyatlandırma, doğru iş kararları alma da ödeme istekliliğiyle birlikte değerlendirilmelidir.

2014’den 2024’e Sağlık Okuryazarlığı

2014’den 2024’e Sağlık Okuryazarlığı

Sağlık okuryazarlığında altı çizilmesi gereken nokta, 2017-2023 arasında hastalıklardan korunma ve sağlığın geliştirilmesi alanında, yetersiz ve sorunlu-sınırlı düzeydeki yüzde 17,3’lük iyileşmedir. Kamu ve özel sağlık sigortalarının bu iyileşmeyi dikkate alarak sağlığın korunmasıyla kazanımları artıracak modellere odaklanması kolaylaşacaktır.

Sağlık okuryazarlığıyla ilgili son on yıldaki ilk çalışma; Mine Durusu Tanrıöver, Hasan Hüseyin Yıldırım, Nihan Demı̇ray, Banu Çakır, Erdal Akalın tarafından yapıldı. 2014 yılında, Türkı̇ye Sağlık Okuryazarlığı Araştırması adıyla yapılan bu çalışma SAĞLIKSEN yayını olarak sektöre kazandırıldı(https://www.sagliksen.org.tr/cdn/uploads/gallery/pdf/8dcec50aa18c21cdaf86a2b33001a409.pdf).

İkinci çalışma ise, yine Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü tarafından 2017 yılında Gazi Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Seçil Özkan editörlüğünde, Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Düzeyi ve İlişkili Faktörler Araştırması adıyla yapıldı (https://dosyamerkez.saglik.gov.tr/Eklenti/39699/0/soya-rapor-1pdf.pdf).

Aralık 2024’de ise yeni bir araştırma daha yayınlandı. Sarp Üner’in ekip liderliğinde, Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen 2023 Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Düzeyi ve İlişkili Faktörler Araştırması adlı bu çalışma, yakın zamanda Sağlık Bakanlığı sitesine yüklendi (https://dosyamerkez.saglik.gov.tr/Eklenti/50280/0/turkiye-saglik-okuryazarligi-ve-iliskili-faktorleri-arastirmasipdf.pdf).

Temel Gerçekler

Sağlık okuryazarlığı (Health Literacy), sağlığın geliştirilmesi kavramı kapsamında, 1980’li yılların sonlarına doğru tanımlanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü, sağlık okuryazarlığının; sağlık ve refahı teşvik eden ve sürdüren şekillerde bilgi ve hizmetlere erişebilmek, bunları anlayabilmek, değerlendirebilmek ve kullanabilmek anlamına geldiğini belirtmektedir. Hatta, sağlık okuryazarlığının, web sitelerine erişebilmek, broşürleri okuyabilmek ve öngörülen sağlık arama davranışlarını takip edebilmekten daha fazlası anlamına geldiğini ifade eder.

Sağlık okuryazarlığı, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, “günlük aktiviteler, sosyal etkileşimler ve nesiller boyunca biriken kişisel bilgi ve yeterlilikleri temsil eder” şeklinde tanımlanır.

Sağlık okuryazarlığında temel gerçekler olarak 6 başlık olarak sıralanmaktadır (https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/health-literacy).

  1. Sağlık okuryazarlığı, günlük aktiviteler, sosyal etkileşimler ve nesiller boyunca biriken kişisel bilgi ve yeterlilikleri temsil eder,
  2. Sağlık okuryazarlığı, insanların kendileri ve çevrelerindekiler için iyi sağlık ve refahı teşvik eden ve sürdüren şekillerde bilgi ve hizmetlere erişmelerini, anlamalarını, değerlendirmelerini ve kullanmalarını sağlayan örgütsel yapılar ve kaynakların mevcudiyeti tarafından aracılık edilir ve genellikle örgütsel sağlık okuryazarlığı olarak tanımlanır,
  3. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde sağlık okuryazarlığı, bir bireyin sağlık durumunun gelir, istihdam durumu, eğitim düzeyi ve ırksal veya etnik gruptan daha güçlü bir öngörücüsüdür,
  4. Avrupa’daki ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde bile birçok çocuk, ergen ve yetişkinin sınırlı sağlık okuryazarlığı becerileri vardır,
  5. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’ndeki anketlere göre, nüfus sağlık okuryazarlığı sosyal bir eğimi takip eder ve mevcut eşitsizlikleri daha da güçlendirebilir,
  6. Sağlık okuryazarlığı sağlığın bir belirleyicisidir.

Yeterli ve Mükemmel Sağlık Okuryazarlığı Yüzde 50’nin Altı

 Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Düzeyi ve İlişkili Faktörler Araştırması’nda, 15 bin 430 haneye ulaşılarak 9 bin 541 katılımcının görüşleri alınmış. Sağlıkla ilgili bilginin; ulaşma, anlama, değerlendirme, kullanma boyutları analiz edilmiş olan araştırmanın bazı çarpıcı başlıklarını ve 2014 ve 2017 araştırmaları ile bazı karşılaştırmaları özetlemek isterim;

2024 araştırma sonuçlarına görenüfusumuzun;

yüzde 21’i yetersiz,

yüzde 32,9’u sorunlu-sınırlı,

yüzde 34,4’ü yeterli,

yüzde 11,7’si mükemmel sağlık okuryazarlığına sahiptir.

Bir başka deyişle, yeterli ve mükemmel sağlık okuryazarlığı düzeyimiz yüzde 46.1’dir. Bu oran, tedavi ve hizmet alanı için yüzde 50,8, hastalıklardan korunma ve sağlığın geliştirilmesi için ise yüzde 45,7 olmaktadır.

Sağlık okuryazarlığında yeterli ve mükemmel düzeyde olanlar;

bilgiye ulaşmada yüzde 56,6

bilgiyi anlamada yüzde 53,2

bilgiyi değerlendirmede yüzde 46,8

bilgiyi kullanma/uygulamada ise yüzde 47,7 saptanmıştır.

Sağlık okuryazarlığı tedavi ve hizmet alanı için yetersiz düzeyde sağlık okuryazarlığı en yüksek bölge Akdeniz, hastalıklardan korunma ve sağlığın geliştirilmesi alanı için ise Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi olarak bulunmuştur.

Sağlık okuryazarlığının yetersiz düzeyde olma erkeklerde kadınlara göre daha yüksek hesaplanmıştır.

Sağlık okuryazarlığı yeterli olanların sıklığı 18-24 yaş grubundaki yüzde 42,7 iken ilerleyen yaş grupları ile birlikte azalarak 65 ve üzeri yaş grubunda yüzde 16,7’ye düşmüştür.

Sağlık okuryazarlığı yeterli ya da mükemmel olanların sıklığı 18-24 yaş grubunda yüzde 54,1 iken, 25-34 yaş grubunda yüzde 56,0, 35-44 yaş grubunda yüzde 48,5, 45-54 yaş grubunda yüzde 46,1, 55-64 yaş grubunda yüzde 34,8, 65 ve üzeri yaş grubunda ise yüzde 22,7 olarak bulunmuştur.

Araştırmaya göre, sağlık okuryazarlığı yeterli olanların sıklığı en yüksek eğitim grubu olan yükseköğretim ve üstü grubunda yüzde 42,7’dir.

Çalışanlar yüzde 41,5, öğrenciler ise yüzde 45 ile yeterli sağlık okuryazarlığı en yüksek gruplar olarak tespit edilmiştir.

Geliri çok yetersiz olanlarda yetersiz sağlık okuryazarlık düzeyi yüzde 37,6 ile en yüksektir.

On Yılda Yüzde 10 İyileşme

2017 araştırma sonuçlarına göre, nüfusumuzun;

yüzde 30,9’u yetersiz,

yüzde 38’i sorunlu-sınırlı,

yüzde 23,4’ü yeterli,

yüzde 7,7’si mükemmel sağlık okuryazarlığına sahiptir.

2014 araştırma sonuçları ise, nüfusumuzun;

yüzde 24,5’i yetersiz,

yüzde 40,1’i sorunlu-sınırlı,

yüzde 27,8’i yeterli,

yüzde 7,6’sı mükemmel sağlık okuryazarlığına sahiptir.

2014’de yüzde 64,6, 2017’de yüzde 68,9 olarak saptanan yetersiz ve sorunlu-sınırlı sağlık okuryazarlığı düzeyi, 2023 çalışmasında yüzde 53,9 bulunmuştur. On yılda, arada yüzde 10 düzeyinde fark bulunması, sağlık okuryazarlığında iyileşme olarak değerlendirilebilir. Yine de, iki kişiden birinin sağlık okuryazarlığı düzeyi ne yazık ki istenenin altındadır.

Sağlık okuryazarlığının hastalıklardan korunma ve sağlığın geliştirilmesi alanında yetersiz ve sorunlu-sınırlı düzeyi 2017 araştırmasında yüzde 71,6’dan 2023’de yüzde 54,3’e düşmüştür. İki araştırma arasında olumlu yönde yüzde 17,3’lük fark vardır. Bu durum, yeterli ve daha iyi düzeyde sağlık okuryazarlığının yüzde 60’ın üzerinde iyileştirilme olarak değerlendirlebilir.

2017 araştırmasında yüzde 58,4 olarak saptanan yetersiz ve sınırda tedavi ve hizmet alanı sağlık okuryazarlığı 2023 çalışmasında yüzde 49,2 bulunmuştur. İki araştırma arasında olumlu yönde yüzde 9,2’lik bir fark vardır. Bu da, yeterli ve daha iyi düzeyde sağlık okuryazarlığının yüzde 22 iyileştirildiği şeklinde değerlendirilebilir.

Sağlık okuryazarlığı süreçlerinin bilgiyi değerlendirme, bilgiye ulaşma ve bilgiyi anlama alanlarında iki araştırma dönemi arasında yüzde 11,8 ile yüzde 16,3 arası olumlu değişim olurken, bilginin uygulamaya geçişinde sadece yüzde 2,3 oranında bir gelişme sağlanmıştır.

Sağlık Çalışanlarının Emeklerine Sağlık…   

Sağlık okuryazarlığı; bireylerin sağlık hizmetlerine erişimlerini kolaylaştırır, sağlık risklerini daha iyi anlamalarını sağlar ve tedavi süreçlerinde aktif rol yapmalarına olanak tanır. Bireylerin sağlıkla ilgili doğru ve güvenilir bilgilere erişebilmesi, bu bilgileri anlayabilmesi ve uygun sağlık kararları verebilmesi, sağlıklı bir toplum için gereklidir.

Bu araştırmalar, gerek Kalkınma Planlarında ve gerekse akademik alanda sık vurgulanan sağlık okuryazarlığı seviyesinin yükseltilmesi ve sağlığa erişimin artırılması için yol haritasının kritik kilometre taşlarını göstermesi açısından çok değerli veriler sunmaktadır.

Bunlardan, kamu ve özel sektörün planlayıcıları ile uygulayıcılarının kurumları ve sağlık sektörü için çıkarılması gereken bir çok ev ödevi sıralanabilir. Sonuçlar olumlu da olsa, sağlık okuryazarlığı henüz istenen düzeye gelmiş sayılmaz. Bir plan kapsamında aşamalı olarak daha da fazlası yapılmalıdır.

Sağlık okuryazarlığında altı çizilmesi gereken nokta, 2017-2023 arasında hastalıklardan korunma ve sağlığın geliştirilmesi alanında, yetersiz ve sorunlu-sınırlı düzeydeki yüzde 17,3’lük iyileşmedir. Kamu ve özel sağlık sigortalarının bu iyileşmeyi dikkate alarak sağlığın korunmasıyla kazanımları artıracak modellere odaklanması kolaylaşacaktır. Bu sürece gelinmesinde üstün bir çaba gösterdikleri için tüm sağlık çalışanlarının emeklerine sağlık…  

Başta Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü ekibi olmak üzere, sağlık okuryazarlığına gönül veren herkese teşekkürler.

Emeklilik, Sağlık, Bakım Harcamaları Artacak

Emeklilik, Sağlık, Bakım Harcamaları Artacak

Geçtiğimiz Kasım ayı sonunda OECD, sosyal koruma sistemleri açısından bazı temel sosyal, demografik, ekonomik, teknolojik ve çevresel değişimleri incelediği bir rapor yayınladı. Raporda, sosyal koruma için finansman oluşturmanın önemi vurgulanıyor. Mali darboğazlarla birlikte düşünüldüğünde, sürdürülebilir ve yeterli destek için gerekli düzenleme önerileri de aktarılıyor.

Geçtiğimiz Kasım ayı sonunda OECD, sosyal koruma sistemleri açısından bazı temel sosyal, demografik, ekonomik, teknolojik ve çevresel değişimleri incelediği bir rapor (https://doi.org/10.1787/6c9202e8-en.) yayınladı. Başlık, bu rapordaki tespitlerden alındı.

“Megatrendler ve Sosyal Korumanın Geleceği” (Megatrends and the Future of Social Protection) adlı bu raporda, sosyal koruma için finansman oluşturmanın önemi vurgulanıyor. Mali darboğazlarla birlikte düşünüldüğünde, sürdürülebilir ve yeterli destek için gerekli düzenleme önerileri de aktarılıyor.

Çalışma Yaşındaki Nüfus Azalıyor

Raporda;

  • 1960 yılında ortalama 3,3 iken 2022 yılında 1,5’a düşen doğurganlık oranına,
  • Doğuşta yaşam beklentisi artışına,
  • 65 yaş üstü nüfusun hızlı artışına,
  • Çalışma yaşındaki nüfusun azalmasına,
  • Emeklilik, sağlık ve uzun dönemli bakım harcamaları yükselmesine,
  • Kadınların iş gücüne katılımı artmakta olduğuna,
  • Erkeklerin yarı zamanlı çalışma eğiliminin artışa geçtiğine,
  • Eğilimin bu şekilde sürmesi durumunda, toplam iş gücü arzının azalabileceğine ve emeklilik sistemlerinin kötü etkilenebileceğine

dikkat çekiliyor.

Ülkelerin bu duruma, emeklilik yaşını yükselterek hazırlandığı belirtilen raporda, maaşsız bakım hizmetlerinde ise çoğunlukla kadınların yer almasının kadınların iş gücüne katılım oranlarının artışına yol açtığından söz edilmektedir. OECD ülkelerinde 1995 yılında yüzde 58 olan kadınların iş gücüne katılım oranının 2022’de yüzde 66’ya yükseldiği vurgulanmaktadır.

1990’lı yıllardan sonra, erkeklerin yarı zamanlı çalışma oranının yüzde 6’dan yüzde 7’ye yükseldiği, bu oranın; Hollanda’da yüzde 8, Finlandiya’da yüzde 7, Kore-Almanya-Avusturya’da ise yüzde  6 olarak görüldüğü örneklenmektedir.

Nüfusun yaşlanması ile sosyal koruma sistemlerinin, bir yandan katkı bir yandan da harcama açısından baskı altına alınmış olduğu öne çıkarılan bu raporda, yeni çalışma biçimleriyle ilgili endişeler de dile getirilmektedir.

Kendi hesabına çalışma oranlarının, OECD ülkeleri genelinde 1950 yılından bu yana düşüş gösterdiği tespiti bulunmaktadır. Kendi hesabına çalışanların, sosyal koruma sistemleri erişiminin daha sınırlı olduğu düşünüldüğünde, gelir kaybı durumunda genellikle gelirle finanse edilen yardımlara bağımlı olma zorunluluğuna dikkat çekilmektedir.

Düşük Performansta Yapay Zeka Kullanımıyla Kazanç

Rapor, yapay zeka alanındaki gelişmelerin işgücü piyasasını etkilese de, henüz yaygın bir iş kaybına yol açmadığını belirtilmektedir. Teknolojik ilerleme yoluyla artan üretkenliğin ise kamu harcamalarının finansmanında sürdürülebilirlik açısından ekonomik büyüme aracı olarak gösterilmektedir.

Geçmişteki otomasyon süreçlerinin tersine yapay zekanın yüksek becerili çalışanları etkileyebileceğine dikkat çekilmektedir. Ayrıca, yapay zeka yoluyla geçmişten ders çıkarılabileceği ve geleceğe yönelik önerilerin iyileştirilebileceği de savunulmaktadır.

Hatta, düşük performans gösteren çalışanların, yapay zeka kullanımından daha fazla kazanç sağlayacağı öngörüsünde bile bulunulmaktadır. Düşük performans gösteren çalışanların, yapay zekaya uyum sağlayamadıkları durumlarda, işlerini bırakarak yapay zeka kullanılan alanlara kaydırılırsa, meslekteki performans farklılıkların azalabileceği görüşü ortaya atılmaktadır. Bu kapsamda, yapay zeka tabanlı tahminleme araçlarına uyum sağlayamayan bazı hisse senedi analistlerinin, daha sosyal alanlara kaydırılmaları örneği verilmektedir.

Türkiye Sigorta Birliği web sitesinde de özeti ve tamamı yayınlanan raporda (https://www.tsb.org.tr/tr/AnasayfaSlider/115); nüfus yaşlandıkça, yaşlı bakımına ilişkin taleplerin artacağı ve yetersiz olan resmi yaşlı bakım arzının daha da zorlayacağı ifade edilmektedir. Aynı zamanda, aile biçimlerinin de değiştiği; insanların giderek daha fazla yalnız yaşadığı, özellikle yaşlılıkta bu durumun ekonomik riskleri artırdığı belirtilmektedir.

Öte yandan, 1993’ten beri Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde ders vermekte olan ve 2024 Yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Kamer Daron Acemoğlu’nun yayınları da kaynak gösterilerek yazılan OECD raporunun bir bölümünde; otomasyon ve yapay zekanın istihdam ve ücretler üzerindeki etkilerine değinilmektedir. Bu konuda, var olan ve geriye dönük kanıtlar gözden geçirilerek, sosyal koruma sistemleri için olası etkileri değerlendirilmiştir. Bu etkiler arasında; sosyal koruma süreçlerini iyileştirmek için yapay zekadan yararlanılabileceğinden söz edilmektedir. Veri girişi, belge işleme gibi aşamaların otomatikleşmesiyle; çalışanlar için zaman tasarrufu ve maliyet azaltma faydaları örneklenmektedir. Sohbet motorları aracılığıyla; sosyal faydalara erişimi kolaylaştıran, kişiselleştirilmiş soruları cevaplayabilen ve isteklerinin karşılanma sürecindeki her aşamada kişilere yardımcı olabilen özellikleri aktarılmaktadır. Hatta, bazı ülkelerin dolandırıcılık tespitinde de yapay zeka kullandıkları belirtilmektedir.

Sosyal Koruma Sistemleri Aracılığıyla Sigorta

Rapordaki bir başka dikkat çekici örnek ise sigortacılıkla ilgilidir. Sel, yangın veya aşırı sıcaklık gibi aşırı hava olayları güvenli olmayan çalışma koşullarına neden olduğunda, iş durdurma ve kazanç kayıpları risk için sosyal koruma sistemleri aracılığıyla sigorta sağlamaktadır. Örneğin Avusturya’da, “kötü hava tazminatı”, işe başlama veya devam etmenin imkansız olduğunda işsizlik yardımı sağlayan ayrı bir sosyal sigorta programıdır. Burada, katkıların işverenler ve işçiler arasında eşit olarak paylaşılmaktadır. Örneğin Çekya, Belçika veya İspanya’da doğal afetler veya aşırı sıcaklık nedeniyle iş durdurma durumlarında uygulanan kısa çalışma planları bulunmaktadır.

Sonuç olarak, rapordaki görüşlerden yola çıkarak şu başlıkları değerlendirmekte yarar vardır;

  • OECD ülkelerinin, artan yaşam beklentisi ve düşen toplam doğurganlık seviyelerinin birleşimiyle hızla yaşlanmaktadır.
  • Bireylerin yaşam tarzı tercihlerindeki, aile kurmadaki ve artan konut ve çocuk bakımı maliyetlerindeki değişiklikler; kadınların daha az çocuk sahibi olmasına yol açmaktadır.
  • Buna paralel olarak, 65 yaşındaki yaşam beklentisi sadece son yirmi yılda bile hızla artmıştır.
  • Bu durum, yaşlılık-çalışma yaşı oranını artırarak emeklilik sistemleri üzerinde baskı oluşturmaktadır.
  • OECD ülkelerinin yaklaşık üçte ikisinde 20-64 yaş grubu çalışma çağındaki nüfusun azalması öngörülmektedir.
  • Buna karşı koymak için birçok ülke emeklilik yaşlarını artırarak daha uzun yaşam süreleri nedeniyle kamu bütçeleri üzerindeki baskıyı sınırlamaya çalışmaktadır.
  • Daha yüksek yasal emeklilik yaşlarının, çalışanların kariyerlerini daha da uzatabilmeleri için mesleki sağlık teşviki, yaşam boyu öğrenme ve diğer istihdam destekleriyle desteklenmesi gerekmektedir.

Bu değerlendirmeler, tespit ve önerilerin tamamında ülkemizi de çok yakından ilgilendirmektedir. “İnsanlar Yaşamadıkça Yaşlanırlar” başlıklı yazımda özetlediğim TÜSEB Raporu (https://files.tuseb.gov.tr/tuseb/files/yayinlar/20230703124223-FV7IKDhzD1kH-.pdf)

ile OECD Raporu birlikte değerlendirilerek; özelde SGK ve özel sağlık sigortaları için, genelde ise ilgili Bakanlıklar başta olmak üzere tüm karar verici paydaşların bir yol haritası ve görev yetki dağılımıyla işe başlamalarında yarar olacaktır.

Konuyla ilgili olarak, OECD Raporu, burada yazılan kadarı ya da tamamıyla, her bir faaliyet başlığı açısından ele alınmalı ve bütüncül bir bakışla yola çıkılmalıdır. (www.halukozsari.com)