Atatürk Dönemi Sağlık Bakanları

Atatürk Dönemi Sağlık Bakanları

Atatürk dönemi Sağlık Bakanları ortak özellikleri arasında; Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk’ün sadece silah arkadaşı değil aynı zamanda ekip arkadaşı da olmaları, sadece Sağlık Bakanlığı yapmamaları, Tıp Doktoru olmaları, genellikle uzun süreli Bakanlık yapmaları sayılabilir. 

Geçen hafta, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde, Sağlık Bakanlığı’nın kurulduğu 3 Mayıs 1920 tarihinden aramızdan fiziken ayrıldığı 10 Kasım 1938 tarihine kadar sağlık alanında yapılanları hatırlatmıştım. Bu hafta ise Atatürk Dönemi Sağlık Bakanları konusuna değineceğimi belirtmiştim. Geçen hafta olduğu gibi bu hafta da bilgilerin, Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları kitabımdan alındığını belirtmek isterim (Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları, Yalın Yayıncılık, ISBN 978-605-9579-75-9, İstanbul 2020, https://halukozsari.com/wp-content/uploads/2023/11/SAGLIK-BAKANLIGININ-100-YILINDA-SAGLIK-BAKANLARI.pdf) .

Tekrar vurgulamak gerekir ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti adıyla Sağlık ve Sosyal Bakanlığı’nı kurduğunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışının ikinci haftası ve Türkiye Cumhuriyeti ilanına yaklaşık üç buçuk yıl var. Kurtuluş Savaşı’mız sürerken, 11 Bakan’dan oluşan Bakanlar Kurulu kurulmuş.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ilk Sağlık Bakanı Dr. Adnan Bey (Adıvar) olmuş. Cumhuriyet öncesi dönemin 3 Sağlık Bakanı olarak; Adnan Adıvar, Refik Saydam, Rıza Nur görev yapmış. Savaş yıllarında, Bakanlar Kurulu’nun tüm Bakanları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçilerek göreve gelmiş. 29 Ekim 1923 sonrası Sağlık Bakanları ise;  Refik Saydam, Mazhar Germen ve Hulusi Alataş’tır. Refik Saydam her iki dönemde de görev yaptığından, 1920-1938 arası Atatürk Dönemi’nde 18 yılda 5 ayrı Sağlık Bakanı bulunmaktadır.

1.271 gün olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetleri döneminde Sağlık Bakanı için ortalama Bakanlık süresi 424 gün (1 yıl 1 ay 29 gün) olarak gerçekleşmiştir.

10 ay 11 gün Bakanlık

  1. İcra Vekilleri Heyeti’ninilk Sağlık Bakanı olan Dr. Abdülhak Adnan Adıvar’dır. 1905 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olmuş. Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde İç Hastalıkları ihtisası yapmış, Bakanlık dönemi sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci Başkanlığı yapmış. Halide Edip Adıvar’ın eşidir.

Mondros Anlaşması sonrasında ilk kurulan milli mücadele örgütlerinden Karakol Cemiyeti kurucularından. Savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu’nu  kurmuş.

Görüş ayrılığı nedeniyle 1926’da Milletvekilliği görevinden ayrılarak Avrupa’ya gitmiş, İngiltere ve Fransa’da yaşamış ve 1939’da Türkiye’ye dönmüş. 1946’da Demokrat Parti İstanbul listesinden bir dönem Milletvekili seçilmiş.

3 Mayıs 1920’de başlayıp 10 Mart 1921’e kadar 311 gün süren Adnan Adıvar’ın Bakanlığı, 10 ay 11 gün ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetleri ortalama Bakanlık süresinden 113 gün az olmuş.

“İçi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantası”

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçilen ikinci Sağlık Bakanı İbrahim Refik Saydam’dır. Refik Saydam; ilki Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere 8 Hükümet’te; aralıklı olarak, toplam 15 yıl 2 ay 3 gün Bakanlık yapmıştır. Dolayısıyla, 102. yılına giren Cumhuriyet tarihimizin, halen en uzun süreli Sağlık Bakanı’dır.

1905’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi bitiren, Bakteriyoloji Enstitüsü’nde; tifo, dizanteri, veba ve kolera aşıları ile tetanos ve dizanteri serumlarını ürettiren Refik Saydam, Tifüs için hazırladığı aşı ile literatüre geçti ve bu aşı I. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı.

19 Mayıs 1919’da 9. Kolordu Sağlık Müfettiş Muavini göreviyle Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıktı. Mustafa Kemal’in karargâhı dağıtıldıktan sonra atandığı Erzurum Askeri Hastanesi Bulaşıcı Hastalıklar Servisi Şefliği görevini kabul etmeyerek Ordu’dan ayrıldı, Erzurum ve Sivas Kongresi çalışmalarına katıldı.

1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi Beyazıt (Ağrı) Milletvekili, daha sonraki dönemlerde ise İstanbul Milletvekili olarak görev yaptı. 1931-1938 arası dönemde Milli Savunma, Dışişleri, Bayındırlık, Eğitim ve Maliye Bakanı Vekili, Atatürk’ün ölümü sonrasında ise bir yıl İçişleri Bakanı oldu.

Refik Saydam, Bakanlık görevleri sonrasında 1939-1942 yılları arasında; Ali Fethi Okyar, İsmet İnönü ve Celal Bayar’dan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin dördüncü Başbakanı olmuş ve 10 ile 11. Hükümetleri yönetti. Devlet yönetiminde köklü değişiklikler yapmayı planladığı dönemde, İstanbul Pera Palas Oteli’nde 8 Temmuz 1942 günü kalp krizinden vefat etti. Ölümünden bir yıl önce, ailesinden miras kalan İstinye’deki yalıyı Darüşşafaka’ya, Ankara’da Atatürk tarafından hediye edilen evi Kızılay’a bağışladı.

Saydam soyadının, Atatürk’ün “…o içi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan…” sözü ile verildiği kayıtlarda yer almaktadır.

1925-1939 yılları arasında Kızılay Başkanı, 15 Temmuz 1931’de ilk Sağlık Şurası Başkanı olan Refik Saydam, döneminde sadece sağlıkla ilgili 51 Kanun, 18 Tüzük çıkarılmıştır.

1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun(11.4.1928) ile 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (24.4.1930) gibi kanunlar halen yürürlüktedir. 1928 yılında 1267 sayılı Kanun ile Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurdu.

Döneminde koyduğu ilkeler ve kurallar arasında, değeri hiç değişmeyen; sağlık hizmetleri yönetiminin tek elden yürütülmesi, koruyucu sağlık hizmetlerini merkezi, tedavi edici hizmetlerin de yerel yönetimler eliyle verilmesi, Numune hastaneleri ile doğum ve çocuk bakımevleri açılması, Tıp Fakültelerinde mecburi hizmet ile yatılı tıp talebe yurtları kurulması gibi yaklaşımlar sıralanabilir. Özellikle de, sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele eylem planları ve Bakanlık düzeyindeki kurumsal organizasyonu dünyaya örnek gösterilmiştir.

Refik Saydam’ın; 1925’de İstanbul Üniversitesi ve 1974’de Çukurova Üniversitesi’nden Fahri Profesörlüğü bulunmaktadır.

Sağlık Bakanlığı’ndan Dışişleri’ne

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü, Cumhuriyet öncesi dönemin son Sağlık Bakanı Rıza Nur’dur. 24 Aralık 1921 tarihinde göreve başlayan Sağlık Bakanı Rıza Nur, Cumhuriyet İlanı sonrası 30 Ekim 1923’de kurulan ilk Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ilk Sağlık Bakanı Refik Saydam’a görevini devretmiştir. Dönem ortalamasından 250 gün fazla süre Bakanlık yapmıştır.

Adnan Adıvar ve Refik Saydam gibi, Rıza Nur da, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane mezunudur. 1903’de Rumeli Zibefçe’ye Bakteriyolog olarak atanmış, 1907’de Askeri Tıbbiye’ye Cerrahi Hocası olmuş, II. Meşrutiyet’in ilanı ile açılan Osmanlı Meclis-i Mebusanı ilk dönem Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk iki dönem Sinop Milletvekili olarak görev yapmış.

Adnan Adıvar’ın Sağlık Bakanı olarak görev yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen I. İcra Vekilleri Heyeti’nde ilk Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) olmuş. Sağlık Bakanlığı sonrası Dışişleri Bakanı olarak görev yapmış, Moskova ve Lozan Anlaşmaları Müzakere Heyetlerinde yer almış.

Cumhuriyetin İlanı İçin Önerge

Mazhar Germen, Türkiye Cumhuriyeti 3. Hükümeti’nde, 22 Kasım 1924 ile 3 Mart 1925 tarihleri arasında sadece  102 gün Bakanlık yapmıştır. 1907 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olmuş.

1960 yılındaki 24. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sağlık Bakanı Nusret Karasu’ya kadar 1920-1960 yılları arasındaki toplam 40 yılda en az süreyle görev yapan Bakan olmuştur.

Aydın Kuva-yi Milliye kurucusudur ve Cumhuriyetin İlanı için önerge veren 16 Milletvekilinden biridir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk sekiz dönem Aydın Milletvekili, II. Dönem Divan-ı Muhasebat Encümeni Reisi, VI. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili ve IV. Dönem Parlamentolar Türk Grubu Kurucu Üyesi olarak bilinir.

Refik Saydam Sonrası En Fazla Hükümet’te Sağlık Bakanı

Atatürk dönemi son Sağlık Bakanı olarak, 25 Ekim 1937 ile 11 Kasım 1938 tarihleri arasında 9. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde görev yapan Ahmet Hulusi Alataş, 1906 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane mezunu.

1928-1930 yılları arası İzmir Valisi ve Belediye Başkanı, Askeri Tıbbiye Müdürü görevlerinde bulunmuş.

İç Hastalıkları Uzmanı ve Tabip Albay olan Hulusi Alataş, Atatürk’ün vefatı sonrasında; 10,11,12,13,14. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri Sağlık Bakanı olarak görev yapmaya devam etmiş.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde; V-VI-VII. Dönem Aydın, VIII. Dönem Konya Milletvekili’dir.

Atatürk sonrası dönem de dahil, 25 Ekim 1937’den 18 Ocak 1945’e kadar 7 yıl 2 ay 25 gün Bakanlık yapan Ahmet Hulusi Alataş, halen aralıksız 6 Hükümet’te görev yapan tek Sağlık Bakanı’dır.

Cumhuriyetimizin 75. Yılı’na kadar 1920-1995 yılları arasında geçen sürede en uzun Sağlık Bakanı olarak görev yapanlar; Refik Saydam ile Hulusi Alataş’tır. Hulusi Alataş Bakanlık Dönemi, Atatürk sonrası ile birlikte, toplam 22 yıl 4 ay 28 gündür. Yani Refik Saydam ve Hulusi Alataş’ın Bakanlık dönemleri toplamı  75 yılın yaklaşık yüzde 30’udur.

Son Söz

Atatürk dönemi Sağlık Bakanları ortak özellikleri arasında; Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk’ün sadece silah arkadaşı değil aynı zamanda ekip arkadaşı da olmaları, sadece Sağlık Bakanlığı yapmamaları, Tıp Doktoru olmaları, genellikle uzun süreli Bakanlık yapmaları sayılabilir.

Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki biyografisi ve Ortadoğu ülkelerine ilişkin diğer eserleriyle ün kazanmış İskoç Yazar Lord Kinross, Atatürk Bı̇r Mı̇lletı̇n Yenı̇den Doğuşu kitabı önsözünde; “…Atatürk, yirminci yüzyılın ilk yarısını olağanüstü kişiliğiyle etkilemiş büyük bir asker ve devlet adamıydı…” ifadesini kullanmıştır (Lord Kinross, Atatürk The Rebirth of A Nation- Atatürk Bı̇r Mı̇lletı̇n Yenı̇den Doğuşu-Türkçesi Necdet Sander, Altın Kitaplar Yayınevi, 34.Baskı, ISBN 978 975 405 035 6, 2020).

Gerçekten de, sadece bu yazılanlarla bile böyle bir sonuca kolaylıkla varılabilmektedir. Bu yüzden başka bir kapanış cümlesine ihtiyaç duymaksızın, II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık Başbakanı Sir Winston Leonard Spencer Churchill’in çok bilinen bir sözüyle bitirmek istedim; “Dünyaya her yüzyılda bir yalnızca bir tane dahi gelir, bu yüzyıldaki dahi Türk milletine gelmiştir: Atatürk”

Mustafa Kemal Atatürk ve Sağlık Politikaları

Mustafa Kemal Atatürk ve Sağlık Politikaları

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti adıyla Sağlık ve Sosyal Bakanlığı’nı, 3 Mayıs 1920 tarihinde kurmuştur. Kuruluş tarihi, Türkiye Cumhuriyeti ilanından üç buçuk yıl önce, cephede savaş sürerken ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışının ikinci haftasında gerçekleşmiştir.

Kurtuluş Savaşı’mızın Öncü Lideri ve Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 86. ölüm yıl dönümünde, 3 Mayıs 1920 ile 10 Kasım 1938 arasında sağlık alanında yapılanları hatırlatmak istedim. Önümüzdeki hafta ise Atatürk Dönemi Sağlık Bakanları konusuna değineceğim. Bu bilgiler, Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları kitabımdan alınmıştır (Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları, Yalın Yayıncılık, ISBN 978-605-9579-75-9, İstanbul 2020, https://halukozsari.com/wp-content/uploads/2023/11/SAGLIK-BAKANLIGININ-100-YILINDA-SAGLIK-BAKANLARI.pdf) .

Öncelikle, 15 Aralık 1930 tarihli İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Büyük Önder’in bilgiye ve bilime olan saygısının kanıtı olan fotoğrafı paylaşmak istedim; Hukuk Fakültesi 1.sınıf Deniz Ticaret Hukuku dersinde, Prof. Ali Kemal Elbir’in dersini ayakta dinlerken…

Savaş Yıllarında Bakanlık Kurma

Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti adıyla Sağlık ve Sosyal Bakanlığı’nı, 3 Mayıs 1920 tarihinde kurmuştur. Kuruluş tarihi, Türkiye Cumhuriyeti ilanından üç buçuk yıl önce, cephede savaş sürerken ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışının ikinci haftasında gerçekleşmiştir.

3 sayılı Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına Dair Kanun’un ilk maddesi ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın bulunduğu 11 Bakan’dan oluşan Bakanlar Kurulu kurulmuştur. İcra Vekilleri Heyeti Reisi (Başbakan) Mustafa Kemal Atatürk olurken, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından yaklaşık üç buçuk yıl önceki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nde Dr. Adnan Bey (Adıvar) 3 Mayıs 1920’de seçilen ilk Sağlık Bakanı olmuştur. Cumhuriyet öncesi dönemde Tıp Doktoru olan; Adnan Adıvar, Refik Saydam, Rıza Nur Sağlık Bakanı olarak seçilmiştir. Savaş yıllarında Bakanların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçimle göreve gelmesinin altını çizmek isterim.

11 Mayıs 1920 tarihi ilk Sağlık Bakanı’nın Ankara Vilayet Konağı odasında görevine başladığı tarih olmuştur. Bu tarih, yaşanan Kurtuluş Savaşı koşullarına rağmen, sağlık hizmetine verilen önem ve önceliği göstermesi açısından, dünyada örneği bulunmayan bir sağlık politikası ve sağlık yönetimi yapılanmasıdır.

Sağlık hizmetlerini İçişleri Bakanlığı kapsamından ilk kez bir bakanlık düzeyine taşıyan Atatürk ve arkadaşları; içeriğinden uygulamasına kadar yeni başlayan dönem için sağlam bir temel de atmışlardır. Bu temel, Cumhuriyet Dönemi ilk yıllarına damgasını vuran bir yaklaşımdır.

Sağlığı Koruma ve Geliştirme

“Sağlık ve sosyal yardım konularında izlediğimiz amaç şudur: Milletimizin sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölümün azaltılması, nüfusun artırılması, bulaşıcı ve salgın hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu yolla millet bireylerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlıklı vücutlar olarak yetiştirilmesi…” ifadesi Atatürk’ün yine Cumhuriyet İlanından önceye, 1922 yılına aittir. Bugünlerden 102 yıl öncesinde, sağlığı koruma ve geliştirme yaklaşımı, en az Bakanlık kurulması kadar yapılanmasının değerini de artırmaktadır.

29 Ekim 1923 öncesi; Adnan Adıvar ile başlayan, Refik Saydam ile devam eden ve Rıza Nur ile tamamlanan 3 ayrı Sağlık Bakanı görev yapmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile başlayan dönemde ise, 1938 yılı 10 Kasım tarihine kadar; Refik Saydam, Rıza Nur, Mazhar Germen, Hulusi Alataş Sağlık Bakanı olarak görev yapmıştır.

Adnan Adıvar sonrası ikinci Sağlık Bakanı İbrahim Refik Saydam’dır. Refik Saydam (1881-1942); 3 Türkiye Büyük Millet Meclisi, 8 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nden oluşan 12 ayrı Hükümet’in 8’inde, aralıklı olarak, toplam 15 yıl 2 ay 3 gün Bakanlık yapmıştır. Dolayısıyla, 102. yılına giren Cumhuriyet tarihimizin, en uzun süreli Sağlık Bakanı’dır.

19 Mayıs 1919’da 9. Kolordu Sağlık Müfettiş Muavini göreviyle Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkan Refik Bey’e Saydam soyadı verilmesinde Atatürk’ün “…o içi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan…” sözü kayıtlarda yer almaktadır.

Bazıları halen yürürlükte olan Refik Saydam Sağlık Bakanlığı Dönemi Sağlık Düzenlemeleri ve ilkeleri arasında;

  1. 1928, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun,
  2. 1930, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu,
  3. 1935, 2767 sayılı Sıtma ve Frengi İlaçları Hakkında Kanun,
  4. 1936, 3017 sayılı Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti Teşkilât ve Memurin Kanunu (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Kuruluş ve Memurları Kanunu),
  5. 1936, 3039 sayılı Çeltik Ekimi Kanunu,
  6. Sağlık hizmetlerinin yönetiminin tek elden yürütülmesi,
  7. Koruyucu sağlık hizmetlerini merkezî, tedavi edici hizmetleri yerel yönetimler eliyle vermek,
  8. Numune hastaneleri ile doğum ve çocuk bakımevleri açmak,
  9. Tıp Fakültelerinde mecburi hizmet, yatılı tıp talebe yurtları kurmak,
  • Sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz hastalığı mücadelesi için Bakanlık düzeyindeki kurumsal organizasyon sıralanabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü Sağlık Bakanı olan Rıza Nur (1879-1942), 24 Aralık 1921 tarihinde göreve başlamıştır. Aynı zamanda Cumhuriyet öncesi dönemin son Sağlık Bakanı da olan Rıza Nur, Cumhuriyet İlanı sonrasında görevini 30 Ekim 1923’de kurulan 1.Türkiye Cumhuriyeti ilk Sağlık Bakanı Refik Saydam’a devretmiştir.

Rıza Nur Sağlık Bakanlığı Dönemi Sağlık Düzenlemeleri olarak; 1923 yılında çıkan 339 sayılı Sivil Etibbânın Hidmet-i Mecbûresi (Sivil doktorların mecburi hizmeti) Hakkında Kanun ile 346 sayılı Mekteb-i Tıbbıyye-i Askeriyye’den Neş’et Edecek Efendilere Yüz Ellişer Lira İtâsı Hakkında Kanun kayıtlarda yer alır.

22 Kasım 1924 ile 3 Mart 1925 tarihleri arasında Refik Saydam’dan Sağlık Bakanı görevini devir alan Mazhar Germen (22.11.1924 – 03.03.1925), yaklaşık iki buçuk ay görev yapmıştır. 1924 yılı, 520 sayılı Tarife Kanununun Dördüncü Maddesinin Sâni Ari Fıkrasının Ilgâsı ve Bazı İlaçlar ve Âlât-ı Tıbbiyenin Gümrük Resminden Muâfiyeti Hakkında Kanun ile 1925 yılı 531 sayılı İttibânın Hidmet-i Mecbûresi Kanununa Müzeyyel 13 Mart Sene 1340 Tarihli Kanun Ahkâmına Baytar, Eczacı ve Diş Tabiplerinin de Tâbi Olduklarına Dair Kanun Mazhar Germen’in Sağlık Bakanlığı Dönemi Sağlık Düzenlemeleri olarak hatırlanır.

Atatürk’ün ölümü öncesi son Sağlık Bakanı olan Dr. Ahmet Hulusi Alataş (1882-1964), ölümünden sonra da 6 ayrı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde görevini sürdürmüştür. Devam ettiği Bakanlığı döneminde tamamı 1940’lı yıllarda yapılan bu düzenlemeler arasında;

  1. 1940, 3958 sayılı Gözlükçülük Hakkında Kanun,
  2. 1940, 3959 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesinin Teşkiline Dair Kanun,
  3. 1944, 4549 sayılı Türk Kodeksine Uygun Olmayan Tıbbi Ecza ve Kimya Maddelerinin Memlekete İthalleri Hakkında Kanun,
  4. 1944, Refik SaydamMerkez Hıfzıssıhha Müessesesince Hazırlanan Aşı ve Serumlar Hakkında Kararname,
  5. 1944, Tababet ve İhtisas Vesikaları Hakkında Kararname,
  6. 1944, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince Evlenme Raporunun Yazılış Tarzı Hakkında Tamim,
  7. 1945, Umumi Hıfzıssıhha Kanununa Dair Tebliğ sayılabilir.

“Cumhuriyet; Düşünsel, Bilimsel, Bedensel Bakımlardan Güçlüce Yüksek Düzeyli Koruyucular İster.”

Atatürk’ün biraz önce aktardığım sözünü tekrar vurgulamak isterim; “Sağlık ve sosyal yardım konularında izlediğimiz amaç şudur: Milletimizin sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölümün azaltılması, nüfusun artırılması, bulaşıcı ve salgın hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu yolla millet bireylerinin dinç ve çalışmaya yetenekli bir halde sağlıklı vücutlar olarak yetiştirilmesi…”

Bu sözün üzerinden sadece iki yıl geçtikten sonra, Atatürk 1924’de, “Zamanımıza kadar genel sağlığın uğradığı ihmalin derecesi, mücadele yoluna girildikçe daha kuvvetli kendisini göstermektedir” tespitiyle, günümüz sağlık yönetimin en önemli ölçütlerinden olan izleme değerlendirme kavramına bir asır önce vurgu yapmaktadır.

Cumhuriyet ile sağlık politikası ve sağlığı yönetimini bütünleştiren Büyük Önder’in çok önemli gördüğüm şu sözünü günümüz Türkçesiyle paylaşmadan bitirmek olmaz; “Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur; çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlüce yüksek düzeyli koruyucular ister.”

Ülkemizi düşman işgalinden kurtaran, Türkiye Cumhuriyetimizi kuran Öncü Lider Mustafa Kemal Atatürk’ü, bedenen aramızdan ayrılışının 86.yılında, bu başlıkları hatırlatarak sonsuz sevgi, saygı ve minnetle anıyorum.

Hocaların Hocası Nusret Fişek

Hocaların Hocası Nusret Fişek

Bu hafta Toplum Hekimliği ve Sağlık Yönetimi üstadı olarak bilinen Nusret Fişek Hoca’mızdan söz etmek istiyorum. Çünkü 3 Kasım 1990, Prof. Dr. Nusret Hasan Fişek’in ölüm yıldönümüdür. Halk Sağlığı alanında bugün emekli olmuş saygın Hocalarımızın önüne alan açan Nusret Fişek, ülkemiz sağlık sistemine hiç silinemeyecek kalıcı izler bırakmış bir bilim insanıdır.

Türkiye’de öncelikle Halk Sağlığı önderi olarak tanınan Nusret Fişek Hoca aynı zamanda, Cemil Çiçek ve Nafiz Kurt ile birlikte en kısa süreli Sağlık Bakanı olarak görev yapan (25 Ağustos-5 Eylül 1960) üç isimden birisidir. Kim bilir belki de bu yüzden, görev yaptığım dönemdeki Bakan katında (şimdi Ankara Valiliği olan bina) çerçeveli Sağlık Bakanı fotoğrafları arasında 24. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Sağlık Bakanı olarak fotoğrafı yer almamıştı. Nusret Hoca’nın Sağlık Bakanı olarak da görev yaptığını, 2020 yılında yazdığım “Sağlık Bakanlığı’nın 100. Yılında Sağlık Bakanları” kitabıma (https://halukozsari.com/wp-content/uploads/2023/11/SAGLIK-BAKANLIGININ-100-YILINDA-SAGLIK-BAKANLARI.pdf) hazırlanırken öğrenmiştim.

Hocaların Hocası

Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü’nden sonra Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapan Nusret Fişek ile Bakanlık görevlerinden yaklaşık 30 yılı aşkın bir süre sonra tanıştırılan Sağlık Müdürlerinden biri olmak, yaşamımda iz bırakan onur duyduğum deneyimlerimden biriydi.

Gümüşhane Sağlık Müdürü olduğum dönemde, Ankara’da bir Bakanlık toplantısında bulunuyorduk. İçinde olduğum bazı Sağlık Müdürleri ile birlikte Nusret Hoca ile tanıştırılmaya götürülmüştük. Hacettepe Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptığı oda, emekli olduktan sonra da, öğrencisi olan Hocalar tarafından kendi kullanımına sunulmuştu. Vefatı sonrası, Yüksek Lisans ve Doktora yaptığım dönemde kendisinden sonra gelen Anabilim Dalı Başkanlarının bu odasına her girdiğimde, gözümün önünden gitmeyen bir sahneyi paylaşmak isterim. Kahve makinasından konuklarına kahve ikram etme alışkanlığı olan Hocaların Hocası, bizlere de aynı nezaketi yaşatmıştı. Anlattığı konular, verdiği öğütler zaten değer biçilmezdi, ama bizlere yaşattığı bu zarafeti unutmak mümkün değildi.

Babası Kurtuluş Savaşı Komutanı Tümgeneral Hayrullah Fişek olan Nusret Fişek, 1938 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştu. 1941’de Bakteriyoloji Uzmanı olmuş, 1946 yılında Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu Sağlık Yönetimi ve İlişkili Disiplinler eğitimi almıştı. 1952’de Harvard Üniversitesi Tıp Bilimleri Felsefe Doktoru, 1955’de ise Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Doçenti, 1966’da Halk Sağlığı Profesörü olmuştu.

1966-1971 arası Hacettepe Üniversitesi Mezuniyet Sonrası Eğitim Fakültesi Dekanı olmuş, 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı görevine başlamış, 1983-1990 yılları arasında Türk Tabipler Birliği Başkanı olarak çalışmıştı.

Nusret Fişek Adıyla Hatırlanan Bazı Sağlık Düzenlemeleri

Sağlık belleğimizin hiç çıkarılamayacak kadar derinlerine yerleşen 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun hazırlıkları, yasalaşma ve pilot uygulama süreçleri, Hocamızın en unutulmaz eserlerinden biridir. Öyle ki, bu yasanın getirdiği model, sadece bizlerin sağlık belleğinde değil, yasalaştıktan tam 17 yıl sonra, Dünya Sağlık Örgütü Alma-Ata Bildirgesi’ne de temel oluşturmuştur.

554 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun süreci, Hacettepe Üniversitesi Toplum Hekimliği Enstitüsü ile Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü ile Çubuk Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nin kurulması bu düzenlemeler içinde ilk akla gelenlerdir.

İlki 1963’de yapılmaya başlanan, nüfus ve sağlık ilişkilerini irdeleyen Türkiye Nüfus ve Sağlık  Araştırması’nın yönlendiricisi ve uygulayıcısı olmuştur. Demografi eğitiminin kalitesi için sadece yurt dışı uzmanlarla çalışmamış, öğrencilere yurt dışında eğitim yapma fırsatı sağlamıştır.

Bilinen özellikleriyle, 1961 yılında yasalaşan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun;

  • nüfusa dayalı,
  • yaygın,
  • sürekli,
  • entegre,
  • kademeli,
  • il içinde bütün ve katılımlı sağlık hizmeti ilkesiyle
  • sağlık evi-sağlık ocağı-ilçe/il hastaneleri yapılanmasına dayanmaktaydı.

Az bilinen ve bir kısmının da taslakta yazıldığı halde yasalaşmadığı söylenen 224 Sayılı Kanun finansal ilkelerine değinmekte ayrıca yarar olacaktır;

  • Madde 2- Karma finansman modeli; prim + kamu kurumları bütçeleri + kullanımda cepten ödeme,
  • Madde 4- Sosyalleştirme kapsamında çalışmayan sağlık personelinin mesleklerini serbest olarak icra edebilmesi,
  • Madde 5- Hastanın ücretini ödemek koşuluyla, istenilen sağlık personelini ve kurumunu seçme hakkı,
  • Madde 14- Bağlı oldukları sağlık ocaklarına başvuranların her tür sağlık hizmetinden parasız yararlanması…

Epidemiyoloji’den Toplum Hekimliğine Sağlık Yönetimi’nin her alanında silinemeyecek izleri olan ve yetiştirdiği Hocalarla her zaman anılan Nusret Fişek Hocamızın ölüm yıldönümünde, sadece sıraladığım bu başlıkları bile hatırlamak çok önemli. Yaşıtım olan bu öğretici düzenlemelerin, gerçeklebilenleri oldu ama halen tartışılıyor olanları da var, keşke uygulamaya geçirip sonuçlarını değerlendiriyor olabilseydik. Keşke, döneminin bu ileri görüşlülüğünü kendi dünyalarımızla sınırlamasaydık…

Son Söz

Türkiye’de sağlık yönetimi alanının bırakın bilinmesini, konuşulmazken bile, 1946 yılında Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu Sağlık Yönetimi ve İlişkili Disiplinler eğitimi almış olmak, ülkesine döndüğünde de aşamalar halinde uygulamaya geçirmek işte böyle olabiliyor. Son sözüm de, Hacettepe Sağlık İdaresi Yüksekokulu kuruluşuyla ilgili olacak.

Nusret Hoca önderliğinde, “Sağlık İdaresi Yüksekokulu dünyadaki sağlık yönetimi gelişim ve değişim sürecine paralel olarak 1963 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurulmuştur. Daha sonra 5.6.1970 tarih ve 800 Sayılı Hacettepe Üniversite Senatosu kararı ile Hastane İdaresi Yüksekokulu kurulmuş ve 1975 yılına kadar lisansüstü eğitim vermiştir. 6.11.1975 tarih ve 75-816 Senato kararı ile Lisans programı da açılarak okulun adı “Sağlık İdaresi Yüksekokulu” olarak değiştirilmiştir. Sağlık Bakanlığına bağlı okul ile Hacettepe Üniversitesine bağlı okul, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa dayalı olarak çıkarılan 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tek bir okul olarak Hacettepe Üniversitesi içinde birleştirilmiştir.” Tırnak içinde aktarılan bu cümleleri özellikle yorumsuz olarak dikkatlerinize sunuyorum. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü web sitesinden alınan bu cümleler, Nusret Hoca’nın Sağlık Yönetimi konusunda yaptıkları konusunda söylenecek söz bırakmıyor (https://sid.hacettepe.edu.tr/tr/menu/tarihce-53).

34 yıl önce vefat eden Nusret Fişek Hoca’mızı rahmet ve minnetle anıyorum, sağlık sektörüne getirdiği vizyonun önünde saygıyla eğiliyorum.

Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında da Yenilikçilik

Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında da Yenilikçilik

Cumhuriyetimizin 101. Yılı’nda, girişimcilik ve yenilikçilik kavramlarını öne çıkarma isteğimin ana nedeni, “herkesin yaptığını değil yapmadığını hatta daha fazlasını yapma” ihtiyacıdır. Sağlık, bu ihtiyacın en somut ve toplumsal yararı en fazla görülebileceği sektörlerin başında gelmektedir.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk yılını tamamlarken, sağlık hizmetlerinde de yenilikçilik konusunu özellikle vurgulamak istedim. Savaş yıllarında daha Cumhuriyet ilan edilmeden iki buçuk yıl önce yeni açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci haftasında kurulan Sağlık Bakanlığı, o dönemdeki 11 Bakanlıktan birisidir. Bandırma Vapuru’nda Atatürk ile birlikte Samsun’a kurtuluş mücadelesine çıkan ve bir asrı aşan Cumhuriyet Dönemi’nde en uzun süre Sağlık Bakanı olarak görev yapan Dr. Refik Saydam’ın başlattığı bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve buna yönelik örgütlenme modeli, o dönemin sağlık hizmetlerinde dünyada iz bırakan bir yenilikçilik örneğidir.

Prof. Dr. Nusret Fişek’in ekibiyle birlikte hazırlayarak uygulamaya başladığı 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun kapsamındaki yenilikçi model, Türkiye’de yasalaştıktan 17 yıl sonra Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1978 Alma Ata Bildirgesi’nde temel sağlık hizmetlerine örnek gösterilmiştir.

İkinci yüzyılımızın da, nitelikli ve fedakar sağlık insan gücümüzle, yine ve yeni yenilikçi örnek modelleri yaşatacağına yürekten inanıyorum.

Son Günlerin Bazı Yenilikçi Gelişmeleri,

Eminim sizlerin de dikkatinden kaçmamıştır; son haftalarda arka arkaya paylaşılan yenilikçi gelişmeler, sağlık açısından da girişimcilik ve yenilikçiliğe değinmeyi neredeyse zorunlu hale getirdi. Sadece şu iki örnek bile bunu göstermektedir;

İlk örnek; Elon Musk’ın gündeme oturan Optimus adlı insansı robotları ile Cybercab adlı kablosuz internet üzerinden şarj edilebilir otonom robo taksileri…

Cybercab, teknolojisiyle alışılmışın çok dışında bir araç gibi görünüyor; sürücüsü, direksiyonu ve pedalları yok, 2027’de piyasada olacakmış.

İkinci örnek ise Güney Kore’de kullanıma giren uçan alışveriş arabaları. Palletrone adı verilen bu arabalar, drone kullanarak uçan market arabası haline gelebiliyor, entegre algılama teknolojisiyle kullanıcısını takip edebiliyor.

Bu iki örnek sağlıkta da kullanıldığında, hizmete erişilebilirlik ne kadar artar. Zamanında müdahalelerle, sadece yaşam kalitesindeki artış veya hastalık nedeniyle oluşmuş engellilik azalışının ortalama yaşam süresine etkisi ne kadar fazla olur. Böylelikle QALY ve DALY hesabı yapan sağlık ekonomistlerinin, farklı yaklaşımlar içinde olduklarını çok yakın gelecekte daha net görebileceğiz.

Yine geçtiğimiz günlerde, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü, “Sağlığın geleceği dijitaldir.” saptamasında bulundu. Dünya Sağlık Örgütü verilerinde; teletıp, mobil mesajlaşma ve sohbet robotları gibi dijital sağlık müdahalelerine hasta başına yıllık 0,24 ABD doları yatırım yapılarak, bulaşıcı olmayan hastalıkların yükünün azalabileceği ve 2 milyon kişinin hayatının kurtarabileceği gösteriliyor. Aynı verilerde, bu hastalıkların insandan insana bulaşmamasına rağmen ölümlerin yüzde 71’i ile her yıl 41 milyon kişinin ölümüne neden olduğu yer alıyor.

Herkesin Yaptığını Değil Yapmadığını Yapan

İşte onun için sağlıkta, “herkesin yaptığını değil yapmadığını yapan” hatta “daha fazlasını yapan” bir yaklaşımla girişimcilik teşvik edilmelidir. Doğaldır ki, özellikle de sağlık gibi kendi içinde kısıtlılıkları olan bir alanda, girişimcilik çok kolay değildir.

Zorlukların başında; ihtiyaçların dinamik olması ve hızlı değişmesi, bütçe darboğazları, talepleri karşılamaya yönelik yenilikçi yaklaşımların önündeki bürokratik ve mali engeller gelmektedir.

Girişimciliğin temeli, toplumun ihtiyacı olan mal ve hizmetlerin üretilmesi ile sunulmasına dayanır. Girişimcilik hedef kitle olarak toplumu alır, değer katan ve çözüm odaklı fikirlerle, paydaşlarını ve kaynaklarını vazgeçilmez bileşenler olarak tanımlar.

Girişimciler, ekonomik ve sosyal refah ile kalkınmanın lokomotifi olarak gösterilir. Çünkü; yeni iş alanları ve istihdam oluştururlar, rekabeti artırma potansiyeline sahiptirler, farklılaşma ve yeniliğin en belirgin hızlandırıcılarıdır. Bu yüzden başta kamu sektörü olmak üzere, girişimcilik bakışının ön planda tutulması gerekir.

Sağlıkta değişimi ve yenilenmeyi yönlendiren, start-up olarak bilinen bu konudaki yapılanmalar hızla teşvik edilmelidir. Bireyselden öte toplumsal değer oluşturma fırsatlarını ön alan ve risk üslenen bir yönetim biçimi geliştirilmelidir.

Roberto Vivona, Tommy Hoyvarde Clausen, Petter Gullmark, Emre Çınar, Mehmet Akif Demircioğlu’nun “Kamu Sektörü Girişimciliği: Bütünleştirici Bir İnceleme” (Public Sector Entrepreneurship: An Integrative Review) adlı makalesinde (https://link.springer.com/article/10.1007/s11187-024-00965-5kamu sektöründe girişimciliğin hayati yönleri olarak 3 ana başlık sıralanmaktadır; yenileme, dayanıklılık, beceriklilik.

Yenileme başlığı altında, temel fikirleri ve stratejileri dönüştürerek değişen koşullara uyum sağlama yeteneğinden söz edilmiştir. Dayanıklılık olarak, zorlukların üstesinden gelme ve mevcut hedeflerin peşinden gitmeye devam etme yeteneği ifade edilmiştir. Beceriklilik ise mevcut kaynaklara bakılmaksızın fırsatları takip etme yeteneği olarak anlatılmıştır.

Daha Fazlasını Yapma

Cumhuriyetimizin 101. Yılı’nda, girişimcilik ve yenilikçilik kavramlarını öne çıkarma isteğimin ana nedeni, “herkesin yaptığını değil yapmadığını hatta daha fazlasını yapma” ihtiyacıdır. Sağlık, bu ihtiyacın en somut ve toplumsal yararı en fazla görülebileceği sektörlerin başında gelmektedir.

Sağlık sektöründe sürdürülebilirlik tartışmaları bu yüzden öne çıkmaktadır. Sağlıkta yenilikçilik bu tartışmalara çözüm olarak savunulmaktadır. Bunlar sadece ülkemize özgü de değildir. İlgili paydaşlarıyla, küresel düzeyde de girişimciliği tetikleyen kamu politikaları savunulmaktadır. Klasik bütçe yöntemleriyle çözülmekte zorlanılan sağlık sorunları için hizmet sunumundan finansmanına yenilikçilik, hep ilk planda düşünülmekte ve teşvik edilmektedir.

Kamusal karar vericilerin, bir yandan sağlıkta da girişimciliğin önünü açacak zorlama ve teşvik politikalarını uygulamaya geçirmekte öncü olmaları, diğer yandan da patente kadar giden bir yenilikçilik yolculuğunun koordinasyonunu üstlenmeleri gerekmektedir.  Araştırmaya ağırlık veren, AR-GE yatırımlarını destekleyen sağlık sektöründe, yenilikçilik çok hızlı mesafe alınabilecek bir süreçtir.

Bu duygularla, Cumhuriyetimizin 101. Yılını kutluyorum. İkinci yüzyılımızda da, yenilikçilikte iz bırakan örneklerin yaşanması dileğimi vurgulamak istiyorum. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve fedakar silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum. Dr. Refik Saydam ile Prof. Dr. Nusret Fişek başta olmak üzere, sağlık sektörüne emek ve gönül veren tüm ekip arkadaşlarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Değer Temelli Fiyatlandırma

Değer Temelli Fiyatlandırma

Değer temelli fiyatlandırma giderek dünya çapında bir eğilim oluşmaya başlamıştır. Bu eğilim, sürdürülebilirlik yönüyle öne çıktığı gibi, kişi odaklı sağlık yaklaşımıyla da dikkate alınır. Yaşanmışlıklardan ders alınarak, hem güçlendirilmesi gereken yönleri hem de fırsatları birlikte değerlendirilmektedir.

İki haftadır değer temelli sağlık ve ülke deneyimlerini değerlendiriyoruz. Bu hafta da değer ağı haritalaması ve değer temelli fiyatlama konularını gündeme getireceğiz. Aslında bu kavramların her ikisi de, “değer” kavramı ile yakından ilgilidir.

Paydaş Haritalamayla Bireyden Topluma Geçiş

Paydaş haritalama, tarafların etkilerine göre sınıflandırılması sürecidir. Aslında, paydaşları yönetmek için çok önemli bir aşamadır. Amaç veya görevlere göre taraflar kategorize edilir ve iç içe halkalarla önemliden daha az önemliye doğru şemalarla dizilenirler. Paydaş haritasında üç ana yapı dikkate alınır; tanımlama, analiz etme ve belirleme. Her biri ayrı ayrı önemli olan bu aşamaların sonuncusunda paydaş haritalama matrisi oluşturulur. Böylelikle kime ve ne kadar öncelik verileceği açığa çıkarılır.

Değer ağı haritalama, sürdürülebilir kalkınma için somut eylemlerle sistemleri dönüştürme ile beraberinde olabilecek bazı doğal geçişleri gerçekleştirme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyelin sağlık gibi bir alt sistem doğasında bile, ciddi dönüşüme neden olabileceği hep dikkate alınır.

Alt sistemlere yapılabilecek müdahalelerin noktalarının başında, değer ağı haritalaması gelir. Değer ağı haritalaması yoluyla, bireylerin ihtiyaçlarından geniş kitlelerin de kapsanmasına kadar giden bir süreç başlayabilir ve değişikliklerin hep birlikte birbirini tetiklemesi kolaylaştırılabilir. Böylelikle, çok paydaşlı uygulamalarla, toplumların küresel boyuttaki kalkınma hedeflerine daha rahat ulaşmasının yolu da açılabilir.

Günümüzde, bir işe başlarken çok sık kullanılan paydaş haritaları ve bunların tabakalara ayrılarak öncelik sırasına göre sınıflanmasıyla, toplumsal faydaların artırılması da mümkün olabilir. Geleneksel yöntemlerle sistemdeki rollerin ortaya konmasında zorlanılan bazı durumlarda, bu sayede alt sistemlerin yeniden organize olma yolları açılabilir.

Paradigma Değişimi

Türk Dil Kurumu, paradigma için; örnek, değerler dizisi tanımını kullanır. Bir konuya yaklaşım şeklini belirleyen bakış açısını da ifade eder. Hatta, kısaca dünya görüşü olarak bile tanımlanabilir.

Aslında, herkes paradigma yoluyla bir kavram, olay ya da durum hakkında fikir yürütebilir. Daha çok bilimsel araştırmalarda kullanılan paradigma dinamik bir kavramdır. Önceden, bilim dünyasında pozitivist paradigma ile daha çok deney ve gözlem metodu hakimdi. Postmodern paradigma kavramıyla, bilimsel araştırmalar sadece deney ve gözleme konu olabilecek şekilde değil, bunun dışındaki yollarla da incelenmeye başlandı. Dolayısıyla, paradigmalar; Newton’ın çekim kuramının yerine Einstein’ın görelilik kuramı örneğinde olduğu gibi zamanla değişmektedir.

İşte tam bu noktada, değer temelli  fiyatlandırma kavramına değinmekte yarar olacaktır. Çünkü değer  temelli fiyatlandırma, paradigma değişiminin sağlık sektöründeki en belirgin örneklerindendir.

Birkaç haftadır ısrarla tekrarlamaya çalıştığım gibi değer, kavramsal olarak sadece sağlık hizmeti sunmayı değil, hastalar için kazanımlar sağlamayı da hedefler. Böylelikle, sağlık hizmetinin tüm paydaşları arasında; bir yandan daha iyi sağlık kazanımları, bir yandan daha artmış hasta deneyimi sağlanırken diğer yandan da daha yönetilebilir maliyetlere ulaşılması hedeflenmiş olur.

Değer Temelli Fiyatlandırma Bir Dünya Eğilimi

Değer temelli fiyatlandırma giderek dünya çapında bir eğilim oluşmaya başlamıştır. Bu eğilim, sürdürülebilirlik yönüyle öne çıktığı gibi, kişi odaklı sağlık yaklaşımıyla da dikkate alınır. Yaşanmışlıklardan ders alınarak, hem güçlendirilmesi gereken yönleri hem de fırsatları birlikte değerlendirilmektedir.

Genelde, değer tabanlı fiyatlandırmanın etkileyici özelliklerinden birisi olarak, sağlık maliyetlerini düşürme potansiyelinden söz edilir. Sağlıkta oluşabilecek her türlü başlığın temeline inilerek kaynakların en uygun yere tahsisi yani optimizasyon hedeflenir ve tüm paydaşların maliyeti yönetilebilir biçimde düzenlenir hatta çoğu zaman da azaltılabilir.

Değere dayalı fiyatlandırmanın bir önemli özelliği de, olabilen en iyi bakımın alınması için birlikte çalışabilirliktir. Yöneticiler, kurumlar, sağlık çalışanları, endüstri arasında amaç birlikteliği hedeflenir. Tek amaç, daha iyi sağlık kazanımıdır. Yaşam kalitesinde artış, varsa hastalık nedeniyle oluşan engellilikte azalış tedavinin ana amacı olarak dikkate alınır. Bunun için de tedavi planları, uzmanlıklar ve veriler paylaşılır, hatta paylaşılması için teşvik edilir. Geçen haftaki yazımda, MACRA Planı ile Amerika Birleşik Devletleri’nde bunun beş yıldır uygulamaya konulduğu örneklenmişti.

Herkesin Yapmadığını Yapmak

Değere dayalı fiyatlandırma ile hasta kazanımına odaklanıldığından kaliteli sağlık hizmetinde tetiklenme olur. Koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleriyle, erken teşhis gibi sağlıklı yaşamın gereği holistik adı verilen bütüncül bakışlar ön plana çıkarılır.

Değer tabanlı fiyatlandırma yaygınlaştıkça, sağlık sisteminde doğrudan teşvik edilen yenilikçilik gerçekleşir. Çünkü, kaynak tahsisi ve kullanımında olması gereken düzey yani optimizasyon, herkesin yaptığını değil yapmadığını yapanlarla keşfedilir.  Doğaldır ki bu sistemin kaldıraçları olmalıdır; ödüllendirme bunların en etkilisidir.

Tüm bunlar bir değişimin öncüleri olarak görülmelidir. Bu değişim sağlık hizmetlerinde sadece koruma ve tedaviyle değil, yaşam kalitesini doğrudan artıran müdahalelerin de hızlandırıcısı olacağı için önemsenmelidir. İlgili paydaşların hep birlikte sürdürülebilir sağlığa yönelmesinin tanımlayıcısı olacaktır. Değer temelli fiyatlandırmayı geleceğin sağlığının sağlıklılığı için hep birlikte desteklemek bugünden yapılabilecek en doğru seçim olacaktır.

Paydaş haritalamanın değer ağı haritalama ile birlikte uygulanması, önem sırasına göre yerleşmiş iç içe halkalar gibi önceliklendirmeyi de kolaylaştıracaktır. Böylece sürdürülebilirlik kaygılarının en aza indiği düzeye ulaşma ile sağlık sisteminde nasıl bir değişime neden olunduğu daha da net görülecektir.