19 Mayıs: Gençliğe Verilen Önem

19 Mayıs: Gençliğe Verilen Önem

19 Mayıs 1919, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin dönüm noktalarından biri olan Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı günün 106. Yıldönümüdür. Hepimizin çok iyi bildiği gibi aynı zamanda “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Gençlere armağan edilen, adında bile spor geçen ve 1938 yılında Atatürk’ün ölümünden yaklaşık dört buçuk ay önceden bugüne kutlanan bir bayram. Bayramın adındaki her bir kelime ayrı ayrı anlamlı, hele hele arka arkaya gelince… Atatürk, 19 Mayıs’ı doğum günü olarak kabul etmiştir. Hepimizin bayramı hepimize kutlu olsun.

106.yılda, çok iyi bilinenleri tekrarlamayacağım. Az bilindiğini tahmin ettiğim, iki anıyı yaşayanların ağzından fotoğraflarıyla aktaracağım.

Sonra da, Prof. Dr. Recep Akdur’un “Mayıs 2019 Bandırma Vapurunun Samsun’a çıkışının 100. Yıldönümü Bandırma Vapurunda Üç Tıbbiyeli” adlı yayınından, üç Tıbbiyeli ve yaptığı görevlere değineceğim.

En sonunda ise, Hitler döneminde  Schwartz’ın Atatürk’e sunduğu liste ile İstanbul Üniversitesi’nde yıllarca çalışarak eğitim ve bilimde iz bırakan Öğretim Üyelerinden birkaç örnek vereceğim. Gelecek yazılarda, bu konunun detaylarını paylaşacağım.

“Talebe Efendilerin Arasına Oturacağım”

Paylaştığım bu fotoğraf, Atatürk’ün İstanbul Üniversitesi’ni ziyaret ettiği 15 Aralık 1930’da çekilmiştir. İstanbul Üniversitesi web sitesinde fotoğrafın öyküsünü dönemin öğrencisi Taha TOROS şöyle anlatır (https://www.istanbul.edu.tr/tr/haber/fotograftaki-son-ogrencimiz-de-vefat-etti);

Tarih 15 Aralık 1930. Dersimiz Deniz Ticaret Hukukuydu. Profesör Ali Kemal ELBİR bizim sınıfımızda hocaydı o zaman. Birdenbire geldi Gazi Hazretleri, haber vermeden, ani olarak… Yanında Recep Peker ve yaveri de vardı. Şaşırdık. Hoca da şaşırdı. Hoca ile Atatürk’ün, Selanik’ten mahalle arkadaşı olduğunu da söylediler. “Gazi Hazretleri buyurun kürsüye.” dedi hocamız. Gazi Hazretleri, “Hayır, ben talebe efendilerin arasına oturacağım.” dedi. Gazi Hazretleri’nin oturduğu yer hocanın tam karşısına denk geliyordu. Üzerinde paltosu vardı. Gazi Hazretleri zil çalana kadar tüm dersi dinledi. Sonra hocanın elini sıktı teşekkür etti ve gitti.

Utkan Kocatürk, Atatürk için; gençlerden söz ederken, yaş sınırı dışında fikri olarak gençliği yani, fikirde yeniliği ifade etmektedir. Şu sözünün de çok anlamlı olduğunu vurgulamaktadır; “Genç fikirli demekdoğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir” (Kocatürk, U.(1984): Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 3. Basım, Ankara 1984, s.76).

Bu fotoğraf ise, o İstanbul Üniversitesi ziyaretinde, Dr. Mehmet Reşat UYSAL’ın anılarında anlattığı konuyla ilgilidir (https://isteataturk.com/Kronolojik/Tarih/1930/12/15/Ataturkun-Istanbul-Universitesini-ziyareti-15121930/1). Tüm ısrarlara rağmen dersi önce ayakta dinleyen Atatürk’ün imzalı bu resminin çoğaltılmış bir kopyasını, İstanbul Üniversitesi‘nde görev yaptığım yıllar arasında duvarımda onurla taşıdığımı da ayrıca belirtmek isterim.

19 Mayıs 2025’de, 106.Yılı’nda,  Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın önemini; Atatürk’ün gençliğe, bilime ve eğitime verdiği önemle bu kez de fotoğraflar ve yaşayanlarının ağzından aktararak anmak istedim. Başta Atatürk ve silah arkadaşlarıyla, şehit ve gazilerimizi 106.Yıl’da da minnet ve şükranla anıyorum.

16 Mayıs 1919, Bandırma Vapuru

Atatürk Samsun’a gitmek üzere Şişli’deki evine geldiğinde, kendisini bekleyen üç tıbbiyeli bulunmaktaydı; Müfettişlik Sağlık Daire Başkanı Tabip Miralay İbrahim Tali (Öngören), Müfettişlik Sağlık Daire Başkan Yardımcısı Tabip Binbaşı Refik Saydam ve Karargâh Tabibi Dr. Yüzbaşı Behçet Adil Feyzioğlu. Bandırma Vapuru, 19 Mayıs 1919 sabahı saat 06.00’da Samsun’a ulaştı.

Trablusgarp Savaşına katılarak Bingazi Sağlık Başkanlığı görevinde bulunan İbrahim Tali Öngören’in Atatürk ile dostluğu 1911 yılına dayanır. Balkan Savaşı ve Çanakkale Savaşlarına katılan Dr. İbrahim Tali, Ermenistan harekâtı sırasında Doğu Cephesi Sıhhiye Reisliği yapmıştır. Millî Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığı, Batum Konsolosu,  Varşova Büyükelçiliği ile 1926-1950 yılları arasında Milletvekili olarak görev yaptı. Dr. İbrahim Tali’ye Öngören soyadı Atatürk tarafından verilmiştir.

Dr. İbrahim Refik Saydam, 22 Ekim 1905’de Tıbbiye mezuniyeti sonrası üç yıl Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde Embriyoloji ve Histoloji bölümlerinde ve 1910 yılında Almanya’da Berlin askeri tıp akademisinde eğitim görmüştür. Balkan Savaşı sırasında Kolera önleyici çalışmalar yapmış, 3 Mayıs 1920’de TBMM Hükümeti Genel Sağlık Müfettiş Muavinliği sırasında Bakteriyoloji Enstitüsü’nü örgütleyerek tifo, dizanteri, veba ve kolera aşıları ile tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini sağlamış, 23.03.1921 tarihinde Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili olarak seçilmiş ve 14 yıl Bakanlık yapmıştır.

Dr. Behçet Adil Feyzioğlu, Çanakkale Savaşları Tabur Tabipliği, Kolordu Baştabip Muavinliği, Anafartalar Muharebesinde Atatürk’ün karargâhında çalışması bulunmaktadır. Şeyh Sait İsyanını bastıran birliklerde Sıhhiye Bölüğü Baştabibi olarak görev yapmıştır. Kayseri, Maraş, Gaziantep, Adana ve Afyonkarahisar Asker Hastanelerinde çalışmıştır.

Tüm bu bilgileri, Prof. Dr. Recep AKDUR’un “Mayıs 2019 Bandırma Vapurunun Samsun’a Çıkışının 100. Yıldönümü Bandırma Vapurunda Üç Tıbbiyeli” adlı yayınından aktarıyorum (https://www.recepakdur.com/media/1701/003-mayis-2019-bandirma-vapuru-2.pdf). Bürokraside birlikte çalıştığım Recep AKDUR Hoca’nın yayınını kaynak göstermekten de ayrıca mutluluk duyuyorum.

“10 Yıllık Cumhuriyet”te 40 yıllık Profesörler

Schwartz, Zürih’te kurduğu Kader Birliği olarak bilinen Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti (Notgemeinschaft Deutscher Wissenschaftler im Ausland) aracılığıyla Atatürk’e bir liste sunmuştur. Liste, Hitler döneminde toplama kamplarındaki bilim insanlarını içermekteydi. Liste’de yer alan  Öğretim Üyeleri, bizzat Atatürk’ün kararı ve takibiyle İstanbul Üniversitesi’ne gelmiş, yıllarca çalışarak eğitim ve bilimde iz bırakmışlardır.

Türk Tarih Kurumu kaynaklarına göre, Atatürk  (https://belleten.gov.tr/tam-metin/1693/tur), 1933 Üniversite Reformu kapsamında, Nazilerden kaçarak  Türkiye’ye gelmek isteyen bu öğretim üyelerinden, başvurulmasına rağmen gönderilmeyenlere nota bile vermiştir.

Bunun örneği Alfred Kantarowicz (https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/1940/Alfred-Kantorowiz),  1933-1950 yılları arası 17 yıl İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmıştır. Diş Hekimliği Fakültesi kuruculuğunda görev alan  Prof. Dr. Kantarowicz ile ilgili işlemler sonuçlanmayınca Atatürk Almanya’ya nota vererek “İki aydır mektubumuza yanıt verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne kasıtlı bir hakaret midir? 48 saat içinde Kantorowicz kamptan çıkarılıp Türkiye’ye yollanmalıdır. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti Almanya ile savaşa hazırdır.” Atatürk imzalı bu notadan 48 saat sonra Kantarowicz toplama kampından serbest bırakılarak İstanbul’a gelmiştir.

Patolog Schwartz’ın Atatürk’e sunduğu liste ile Türkiye Cumhuriyeti  10.Yılı’nda Üniversite Reformu kapsamında, çoğunluğu Yahudi kökenli oldukları için işine son verilen 30-40 yılını mesleğine adamış toplama kampındaki 1.200’leri bulan sayıda Öğretim Üyesi İstanbul’a gelmiştir. 1.200 sayısı toplam Öğretim Üyesi sayısının neredeyse yarısı olarak bilinir. O tarihlerde bazı devletlerin kabul etmeye cesaret bile edemediği Öğretim Üyeleri arasında;

  • Tıp ve Diş Hekimliği Fakültesi: Fricdrich Dessauer, Erich Frank, Josef Igers-Heimer, Adolf Kantorowicz, Wilhelm Liepman, Rudolf Nissen, Philipp Schwartz, Max Sgalitzer,
  • Matematik ve Tabii İlimler Fakültesi: Fritz Arndt, F. L. Breusch, Curt Kosswig, E. F. Freundlich, Alfred Heilbronn, Arthur v. Hippel, Richard v. Mises, Willy Prager,
  • Hukuk ve İktisat Fakültesi; Josef Dobretsberger, Ernst Hirsch, Richard Honig, Gerhard Kessler, Fritz Neumark, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstoıv, Andreas Schwarz, Kari Strupp gibi o dönemde kendi alanlarında çok iyi bilinen isimler yer almaktadır.

Yüzüncü Yazı

Bitirirken, benim için anlamlı bir konuya daha değinmek isterim. Başladığımdan bugüne 100.yazımı okuyorsunuz. www.sigortagazetesi.com üzerinden ilk yazım, 29 Ekim 2021 tarihinde, “Sağlık Yönetiminden Ne Anlamalıyız” başlığıyla çıkmıştı. 31 Ekim 2022’de yazdığım yazı sonrası ise 17 ay özel bir nedenle haftalık yazılarıma ara vermiştim. Mart 2024’den bu yana tekrar başladım.

Bazen sadece benim link verdiğim sosyal medya mecralarımda ilk saatlerde beş yüzü aşan, bazen yenisi yayınlanmadan iki binleri bulan görünürlükler ölçüldü. Karşılaştığım bazı sektör dostlarımın, “her biri ayrı bir ders niteliğinde” benzetmelerini, “galiba fazla teorik yazıyorum” biçiminde yorumladım. Yazılarımla ilgili tüm yaklaşımları, önemli bir geri bildirim olarak görerek yoluma devam etmeye çalışıyorum. Beni yüreklendiren destek ve eleştirileriniz karşısında saygıyla eğiliyorum. Dilerim, sağlık sektörü ekosisteminin her paydaşının yararlanabileceği konuları ve içeriklerini sağlayabilmişimdir. Dilerim, birlikte çalışabilirlik ilkesini aktarabilmeyi örnekleriyle paylaşabilmişimdir.

Yaptığı tüm ısrara rağmen, kabul etmekte neredeyse 3 yıl direndiğim, haftalık yazı yazmamın fikir babası Sevgili Noyan Doğan’a ve lojistik destekte sınır tanımayan Sevgili Aytaç Nallar’a içtenlikle teşekkür ediyorum.

106.yıldönümü’nde 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız tekrar kutlu olsun.

Sağlıkla Yaş Almak

Sağlıkla Yaş Almak

Yaşlanmak yerine son yıllarda daha çok kullanılan kavram, yaş almak oldu. Yaş alanların, daha uzun bir yaşam süresi geçirmek istemesi doğaldır. Zaten gelişmiş ülkelerde, 90’lı yaşlara kadar dayanan ortalama yaşam süresi de bu istekten kaynaklanıyor.

Daha uzun bir yaşam süresi isteği, işte bu yüzden çok olağan bir istektir. Bu olağan isteğin, yaşanan yılların en az hastalıkla ya da yönetilebilir hastalıklarla geçirilmesi gerekir.

Tıp dünyası, on yıllarda, orijinali “longevity” Türkçesi “uzun yaşam” olan yeni bir yaklaşımı tartışıyor. Hatta, sadece tartışmıyor, uygulamaya başladı.

Amaç, uzun yaşamı nasıl daha verimli hale getirmeye dayanıyor. Doğal bir süreç olan yaş almanın, daha sağlıklı geçirilebilmesi için de “longevity” kavramı bir tür eylem planına işaret ediyor.

Uzun Yaşam

Longevity, temelinde sadece yaşamı uzatma değil, yaşamın sağlıklı bölümünü arttırmayı hedefliyor. Bir başka deyişle, “healthspan” olarak da ifade edilen bu kavram, sağlıklı olarak geçirdiği yaşam süresinin çoğaltılması anlamındaki çalışmalara yoğunlaşma anlamına  geliyor.

Açıkçası, yaşlılık kavramını dönüştüren bir bakıştan söz ediliyor. Bu bakışın, uzun yaşam anlayışıyla birlikte düşünülmesi gereken, üç ana bileşeni içermesinden söz edilir;

  1. Yaşam süresini uzatmak,
    2.    Sağlıklı yaşam süresini artırmak,
    3.    Yaşlanma belirtilerini izleyip değerlendirerek doğru yöneterek etkisiz veya daha az etkili hale getirmek.

Tüm bunları yapmanın en can alıcı kararı, kişilerin yaşlılık öncesi dönemden başlayarak yaşam biçimini; hastalık nedeni olabilecek risklerden arındırması, en azından azaltması gerekiyor. Dolayısıyla, tedavi odaklı eski alışkanlıklardan kurtulmak gerekiyor. Kendi sağlığını yöneten kişilerden, bu tür sağlık hizmeti sunan sağlık kurumlarına ve sağlık sigorta şirketlerine kadar yaşamın her aşamasında daha uzun ve daha kaliteli sağlıklı bir yaşama odaklanmak gerekiyor.

Risk faktörleri arasında; genetik, çevre, yaşam biçimi ilk akla gelenler olarak sıralanabilir.

Araştırmalar, yaşam süresi değişikliklerinin dörtte biri kadarında genetik risk faktörlerine işaret ediyor. Bu yüzden ilk odaklanılan konular arasında, hücre değişikliklerine karşı genetik risk faktörlerine yoğunlaşılır.

Gıda ve hava kalitesi gibi yaşanılan yere özgü çevre koşulları da önemli bir risk faktörü olarak sıralanıyor.

Yaşam biçimi tercihleri de sağlıklı yaş almayı azaltabilecek bir başka önemli değişkendir. Özellikle; beslenme, uyku, egzersiz, zararlı alışkanlıklar ve bağımlılıklar bu değişkenler arasında sayılmaktadır.

Harvard Üniversitesi’nin Aralık 2022’de son versiyonunu paylaştığı çalışmada, uzun ve sağlıklı yaş almak için risk faktörlerini ortadan kaldıranların kaldıramayanlara göre 14 yılı bulabilen sürede uzun yaşadığı gösterilmiş (https://nutritionsource.hsph.harvard.edu/healthy-longevity/).

ABD Sağlık ve Emeklilik Çalışmasında Yalnızlık ve Sosyal İzolasyonun Sağlık Süresi ve Yaşam Süresi ile İlişkileri (Associations of Loneliness and Social Isolation With Health Span and Life Span in the U.S. Health and Retirement Study, https://doi.org/10.1093/gerona/glab128) adlı makale; sosyal çevre ile olan yakın ilişkilerin de, sağlıklı yaş alma konusundaki önemini ortaya çıkarmıştır. Sosyal ilişkisi olmayanların olanlara göre yüzde 57 daha fazla riskli olduğu görülmüştür.

Fiziksel ve zihinsel süreçlerin birlikte değerlendirilmesinin, yaş almadaki rolü toplumsal olarak yaşayarak öğrenilmiş bir çok özelliği aktarmaktadır. Beceri kazandırma, dil öğrenme, hobi kazanma gibi desteklerle yaş almada olası gerileme risklerini ortadan kaldırabildiğini çevredeki örneklerden bile kolaylıkla hatırlamak mümkündür.

Yaşlanma Hızının Üzerinde Gençleşme

Tüm bunları yapabilmenin en önemli ön koşulu, kendi sağlığını yöneten bireyler oluşturmaktan geçmektedir. Sağlığını koruyan ve geliştiren, hasta olduğunda hastalığını yöneten bireyler; zamanında ve uygun sıklıkta sağlık kontrollerini yaptırmakta, kendi sağlığının izleme değerlendirme ölçütlerini hekimiyle birlikte gözlemlemektedir. Bu ön koşul, sağlıklı yaş almanın olmazsa olmazıdır.

Futuristler, 2033 yılında,  biyolojik yaşlanma hızının kronolojik yaşlanmanın gerisine düşeceğini öngörüyorlar. Hatta bunu, yaşlanma hızının üzerinde gençleşme olabileceğine dayandırarak, “o güne kadar ölme” biçiminde slogana bile dönüştürenler var…

Genetik olarak, hücrelerin metabolik durumunun gençlikteki gibi olması şeklinde özetlenebilecek epigenetik çalışmalar bu sürecin bir başka önemli ayağını oluşturuyor.

Yapay zeka ile çalışmaların daha da hızlandığını, yıllar süren araştırmaların günler, haftalar, aylar içinde tamamlanabilen örneklerin artığı savunanların sayısının çoğaldığını da ayrıca belirtmekte yarar olacaktır.

Mardinoğlu “Yapay Zeka İle Köklü Değişimler

Bitirirken, 26-27 Nisan 2025 tarihlerinde gerçekleşen Palandöken Ekonomi Forumu’nda yapay zeka ve sağlık ilişkisi ile ilgili değerlendirmelerini paylaşan, Prof. Dr. Adil Mardinoğlu’nun saptamalarını aktarmak isterim.

Adil Mardinoğlu; Türkiye Sağlık Enstitüleri 2019-2021 dönemi Başkanı, King’s College London Akademisyeni ve 100. Yıl TÜBİTAK Özel Ödülünün sahibidir.

“Geleceği Hızlandırmak: Yapay Zeka Tarafından Dönüştürülecek Sanayi ve Hizmetler” (Accelerating The Future: Industry and Services Transformed by Artificial Intelligence) oturumunda, sağlık ve yapay zeka alanında geleceğin sağlık sektörüne ilişkin dikkat çeken başlıklara değinen Prof. Dr. Mardinoğlu, yapay zeka teknolojilerinin sağlık alanında teşhisten tedaviye, kişiselleştirilmiş sağlık hizmetlerinden ilaç geliştirmeye kadar geniş bir yelpazede köklü değişimlere yol açacağını vurgulamıştır.

Yapay zekanın sunduğu büyük veri analizi ve makine öğrenmesi gibi imkânların, hastalıkların erken teşhisinde ve bireye özel tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinde kritik bir rol oynadığını belirten Mardinoğlu, “Sağlıkta daha adil, erişilebilir ve etkili bir sistemin inşası için yapay zekanın sunduğu fırsatları iyi değerlendirmemiz gerekiyor” ifadelerini kullanmıştır.

Risk değerlendirmesinde; sağlığını yöneten kişilerle başlayıp, bu hizmeti sunan sağlık kurumlarına ve mutlaka da bunu güvence altına alması gereken kamu ve özel sağlık sigortasına kadar her kritik aşamada, daha sağlıklı yaş alma ilgili uygulamalara odaklanmak artık gereklilik değil şart oldu.

Uzun Dönemli Bakım Sigortası

Uzun Dönemli Bakım Sigortası

Sağlıklı yaşlanma için  kişilerin yaşam biçimlerini değiştirme çabalarını hiç unutmamalıyız. Bunlar, sigortacılarının doğrudan görevi değil ama iş listelerinde ön sıralarda gelen risk yönetimi araçları olabilmelidir. Bunları yaparken, birden fazla paydaşın rol aldığı bu ekosistemde hem rekabet etmeyi hem de gerekli alanlarda rakipleriyle işbirliği yapmayı bilmeli, yani rekaberliği gerçekleştirebilmeliyiz.

,

İki hafta önce, sağlık ekonomisi bakışıyla uzun dönemli bakım sigortasına ilişkin geçtiğimiz aylarda ülkemizde yayınlanan bir rapordan söz edeceğimi yazmıştım. Geçen haftanın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na isabet etmesi nedeniyle, TBMM’ni açıldığı ilk on günde çıkan 3 Sayılı Kanun’u aktardığımdan, rapora bu hafta değiniyorum.

Sağlık Bakanlığı, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Araştırma, Geliştirme ve Sağlık Teknolojileri Değerlendirme Dairesinin yayınlandığı raporun adı, “Bütünleşik Evde Sağlık ve Bakım Hizmetleri Ulusal Model Önerileri STD Raporu”. Rapor’da, Uzun Dönemli Bakım Sigortası Çalışmaları, sağlık teknolojisi değerlendirme (HTA: Health Technology Assessment) bakışıyla analiz ediliyor.

Sağlık Teknolojisi Değerlendirme Nedir?

Uluslararası Sağlık Teknolojisi Değerlendirme Birliği (HTAi), sağlık teknolojisi değerlendirmeyi, bir sağlık teknolojisinin yaşam döngüsünün farklı noktalarındaki değerini belirlemek için açık yöntemler kullanan çok disiplinli bir süreç olarak tanımlar.

Amacını ise; adil, verimli ve yüksek kaliteli bir sağlık sistemini teşvik etmek için karar alma sürecini bilgilendirme olarak ifade eder.

Sağlık teknolojisi kavramını; tıbbi durumları önlemek, teşhis veya tedavi etmek, sağlığı desteklemek, rehabilitasyon sağlamak veya sağlık hizmeti sunumunu organize etmek için geliştirilen bir müdahale olarak anlatır.

Müdahalenin ise; bir test, cihaz, ilaç, aşı, prosedür, program veya sistem olabileceğini örnekler (https://htai.org/what-is-hta/).

HTAi Türk Kadın Direktörü

Uluslararası Sağlık Teknolojisi Değerlendirme Birliği (HTAi), 2003 yılında kurulmuştur. Sağlık teknolojisi değerlendirmesinin önemini ve kullanımını teşvik etmek için yapılanmış küresel, kar amacı gütmeyen bir kuruluştur.

Bu kuruluşun son iki yıldır direktörlüğünü, hastane temelli sağlık teknolojisi değerlendirmeyi 2010’lu yıllarda Ankara Numune Hastanesi’nde kuran ve uygulayan Doç. Dr. Rabia SUCU yapmaktadır (https://htai.org/about/board-of-directors/).

Türkiye’de kanıta dayalı tıp ve kanıta dayalı sağlık politikası ile ilgili çalışmaların yürütüldüğü, paylaşıldığı toplantı, konferans, eğitim ve kongre organizasyonlar düzenleyen, çalışma grupları ile ilgili iş birliği projeleri yürüten Kanıta Dayalı Tıp Derneği’nin de kurucuları arasında yer alan Rabia Hoca (https://www.kanitadayalitip.org.tr) uzun yıllardır yurtdışı görevler yürütmektedir.

Uzun Dönemli Bakım Sigortası Model Önerisi

“Bütünleşik Evde Sağlık ve Bakım Hizmetleri Ulusal Model Önerileri STD Raporu”, Uzun Dönemli Bakım Sigortası için Türkiye’de 40 yaş üstü çalışanların yüzde 1,25 prim alınarak (işverenlerden de aynı oranda katkı ile) uzun dönemli bakım sigortası başlatılmasına ilişkin bir modeli planlıyor. Model, Uzun Dönemli Bakım Sigortası Fonu örneğiyle hareket edilerek, Almanya modelinden (çalışanlardan yüzde 1,7, emeklilerden yüzde 1 kesinti oranlı) esinleniyor.

Uzun Dönemli Bakım Sigortasında, bağımsız bir fon olarak kurularak sürdürülebilir olması hedefleniyor. İşsizlik sigortası fonu gibi değerlendirilip, fon yönetimi ve getirileri dünya standartlarında olmasından söz ediliyor. Faaliyetlerinin, kamunun düzenleyici ve denetleyici rolü ile etkili şekilde yerine getirileceği vurgulanıyor. Çalışanlardan ne zaman, hangi yöntemle prim alınacağı, kaç yaşında ve kim tarafından ödeneceği gibi konuları yönlendirecek şekilde bir yıl içinde yapılandırılacağı anlatılıyor. Uzun Dönemli Bakım Sigortası alanında özel sektör kuruluşlarının aktif rol almasının teşvik edileceği ve kamu kurumlarınca destekleneceği belirtiliyor (https://dosyamerkez.saglik.gov.tr/Eklenti/49684/0/butunlesikevdesaglikbakimhizstd22112024pdf.pdf).

Evde sağlık ve bakım/uzun dönem bakım hizmetleri ile ilgili ülke örnekleri ve literatür taraması yapılarak uluslararası referanslı örneklerin tartışıldığı bu çalışmada herhangi bir projeden ek finansal kaynak sağlanmamış.

Oluşturulacak sigorta yapısının finansman görevi dışında hizmet sunucu görevi üstlenmemesi ilkesinden söz edilmektedir. Hizmet sunumunun oluşturulacak yeni bütüncül model kapsamında ilgili kamu kurumu, yerel yönetimlerözel sigorta kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları tarafından verilmesine yönelik mevzuat dahil her türlü altyapı hazırlanarak uygulama başlatılabileceğine değinilmektedir. İşsizlik sigortası fonu örneğinin model olarak değerlendirilebileceği, fon yönetimi ve finansal getiriler bakımından dünya standartlarında yatırımlara yönlendirip fonun getirilerinde artış ve uzun dönemde finansal sürdürülebilirlik sağlayarak güçlü bir model oluşturulabileceği vurgulanmaktadır.

Özellikle evde bakım sağlayan bireylerin, evde bakım hizmetlerini devam ettirebilmeleri için fiziksel, ruhsal, psiko-sosyal vb. her açıdan desteklenmesinin; maliyetleri orta ve uzun vadede azaltıcı etki yapabileceği göz önüne alınarak eylem planları geliştirilmesi ifade edilmektedir.

Mobil hizmet sunumu için gerekli altyapının oluşturulmasından, aile hekimlerinin sistemde aktif olarak yer almasına kadar süreçte tele-tıp ya da dijital sağlık platformlarının etkin ve yaygın olarak kullanılmasının sağlanarak ilave hekim istihdamı ihtiyacının en aza indirilmesinin öneminden söz edilmektedir.

Birlikte Rekabet ve İşbirliği

Yaşlı ve engelli bireylerin yaşam kalitesinin arttırılması; sağlık, sosyal hizmet, bakım ve barınma, ulaşım gibi farklı bileşenleri içermesi önerilmekte, ancak bileşenlerin hiçbirinin tek başına hastalar ile yaşlı ve engelli bireylerin yaşam kalitesini artırmak için yeterli olmadığı gündeme getirilmektedir.

Tüm bileşenlerin bir araya gelebilmesi için farklı hizmet sunucuları arasında etkin ve sürdürülebilir bir koordinasyon sağlanması ve bütünleşik bir yapı oluşturulması ihtiyacı özellikle belirtilmektedir.

Son olarak raporda yer alan bazı önerileri sıralamak isterim;

  1. Türkiye’de evde sağlık hizmetleri ve evde bakım hizmetleri birbirinden ayrı iki hizmet olarak algılanmakta ve sunulmaktadır. Söz konusu hizmetler mevcut haliyle değil birbirini tamamlayan ve destekleyen hizmet alanları olarak ele alınmalı ve buna uygun ulusal düzeyde yapılanma oluşturulmalıdır.
  2. Oluşturulacak yapı; esnek olmalı, yatay hiyerarşi esas alınmalı, yerel ve bölgesel özellikleri dikkate alacak şekilde etkin koordinasyona uygun olmalı ve merkezi yönetim ile yerel yönetimin ortak sorumluluğu esas alınmalıdır.
  3. Kamu kurumları tarafından geliştirilen yazılımlar ve mobil uygulamalar arasında entegrasyon sağlanmalı, tele-tıp sürece dahil edilmelidir.
  4. Gerekli finansmanı sağlamak ve sürdürülebilir kılmak için sigorta mevzuat alt yapısı özel sektör kuruluşlarını da kapsayacak şekilde 12.Kalkınma Planı döneminde (2024-2028) hazırlanmalı ve uygulama başlatılmalıdır.
  5. Sivil toplum kuruluşları ile özel kuruluşların faaliyet alanı açık ve net olarak tanımlanmalı, yapılacak düzenlemeler, STK ile özel kuruluşların alanında daha fazla rol üstlenmesini özendirmelidir.

Kuruluşların hem rekabet etmeleri hem de işbirliği yapmalarını ifade eden “rekaberlik” kavramını Uzun Dönemli Bakım Sigortası’nda da tekrar vurgulayarak bitirmek istiyorum. Tüm bunlar yaşlılık sigortasıyla yakın ilişkilidir. Sağlıklı yaşlanma için  kişilerin yaşam biçimlerini değiştirme çabalarını da hiç unutmamalıyız. Bunlar, sigortacılarının doğrudan görevi değil ama iş listelerinde ön sıralarda gelen risk yönetimi araçları olabilmelidir. Bunları yaparken, birden fazla paydaşın rol aldığı bu ekosistemde hem rekabet etmeyi hem de gerekli alanlarda rakipleriyle işbirliği yapmayı bilmeli, yani rekaberliği gerçekleştirebilmeliyiz. Yaşlılık sigortası sürecinde; tasarımından hazırlanıp uygulanmasına kadar her bir iş başlığında, ilgili tüm paydaşların birlikte çalışması sağlanmalıdır.

Yaşlılık Sigortası ve ‘Rekaberlik’

Yaşlılık Sigortası ve ‘Rekaberlik’

Türkiye’de 55 yıl içinde üç kişiden birinin 65 yaş üstü yaş grubunda olacağı hatırlandığında, yaşlılık sigortası bağlamında, şu önemli duyarlılık noktaları unutulmamalıdır. Bunlardan ilki, sağlıksız yaşlanma; ikincisi “rekaberlik” ilkesi ve üçüncüsü de süper zekadan yararlanma olabilir.

İki hafta önce, sigorta şirketlerinin uluslararası birliği olan Cenevre Birliği’nin “Sigorta ve Uzun Ömür Ekonomisi: 100 Yıllık Yaşamlar Çağında Korumayı Yönlendirme” araştırmasını değerlendirmiştik.

Ortalama yaşam süresindeki artışın sağlık ve bakım politikalarına etkileriyle yaşlılık sigortasından söz etmiştik.

Yaşlılık sigortası ile ilgili olarak belli konulara odaklanmak ve duyarlı olmak gerekiyor.

Duyarlılık Noktaları

Türkiye’de 55 yıl içinde üç kişiden birinin 65 yaş üstü yaş grubunda olacağı hatırlandığında, yaşlılık sigortası bağlamında, şu önemli duyarlılık noktaları unutulmamalıdır.

Bunlardan ilki, sağlıksız yaşlanma; ikincisi “rekaberlik” ilkesi ve üçüncüsü de süper zekadan yararlanma olabilir.

Risk Değerlendirmesi

Dünyada son yıllarda, sağlıklı ve uzun yaşam için kişiye özgü bir sağlık yönetimi (precision wellness) modeli tartışılmaktadır. Bu modelin bileşenleri; kişiye özel, önleyici, öngörülü ve katılımcı olma ana başlıklarıyla özetlenebilir.

Dolayısıyla genetik yapısı, yaşam biçimi ve sağlık özgeçmişiyle kişi analiz edilir. Doğaldır ki, genetik analiz ve bazı laboratuvar testleriyle kişinin ihtiyaçları ortaya çıkarılabilir.

Ortaya çıkan yol haritası, aslında sağlık sigortacılığındaki risk değerlendirmesine ve onun alt başlıklarına ne kadar benziyor, değil mi?

Böylelikle; olası sağlık riskleri tahmin edilerek kişiye yönelik önceden müdahaleler planlanır, varsa hastalıklarının ilerlemesinin önüne geçilir, hatta yaşam biçimi değişimine yönelik müdahalelere başlanılır. Yaşam kalitesi artışı veya varsa hastalığından ötürü oluşmuş engelliliğin azaltılması sonucu da kişi için sağlık kazanımıdır.

Özet olarak, kişinin kendi sağlığını yönetme bilinci gelişir, sağlık çalışanlarıyla arasında kazanım odaklı bir iletişim yoluyla sürece kişi katılımı sağlanmış olur. Zaten son yıllarda hızla gündeme oturan değer temelli sağlık yaklaşımının özü de budur.

“Kazan Kazan” Stratejisi

Son dönemde rekaberlik sık tekrarlanan bir kavram oldu. Orjinali “co-opetition” kavramının Türkçeleştirilmesi olan rekaberlik, gerçekte paradoksal olan rekabet ve işbirliği işlevlerinin aynı anda kullanımından oluşur. Diğer bir deyişle, değer oluşturmak amacıyla, kuruluşların hem rekabet etmeleri hem de işbirliği yapmalarını ifade eder. Sonuçta, birbirleriyle rekabet içinde olan ve rakip olarak yarışan kuruluşların gerekli alanlarda iş birliği içinde olmaları gerçekleşir.

Sektörün büyümesi, daha iyi ürünler sunulabilmesi amacıyla rekaberlik anlayışını benimseyen kuruluşlar; marka değerini, pazar paylarını, AR-GE alanında daha iyi sonuçları hedefler. Dolayısıyla, ana ilke, rakiplerin bir araya gelerek “kazan kazan” stratejisi ile yol almalarıdır.

İnsan Zekasını Aşabilecek Yapay Zeka

Son olarak süper zeka adı verilen bir öngörünün yer aldığı raporu paylaşmak istiyorum. 3 Nisan 2025 tarihli rapor, Yapay Zeka 2027 (AI 2027) adını taşıyor.

Daniel Kokotajlo, Scott Alexander, Thomas Larsen, Eli Lifland ve Romeo Dean tarafından yazılan rapor  (https://ai-2027.com), 2035 yılına kadar, insanüstü yapay zeka ile gerçekleşeceklerin Sanayi Devrimi’ni geçecek sonuçları olabileceğinden söz ediyor. 2025-2027 yılları arasını dönemler halinde, olası öngörülerle anlatıyor.

Süper zeka adı verilen insan zekasını aşabilecek yapay zeka versiyonlarından, insansı robot olarak adlandırılan hümanoid sürecine kadar yazılmış çok ilgi çekici gelişmeler olabileceğine yer verilmiş.

Aslında, rapor okunduğunda geleceği şekillendirecek sürece hazırlanmak gerektiğini düşünmeye başlıyorsunuz.

Terzi Yapımı

Tüm bunları yaşlılık sigortasıyla birleştirmeyi, zorlama bir yorum olarak görmemeliyiz. Öncelikle sağlıklı yaşlanmanın yollarını bulmak için müdahale alanları geliştirerek kişilerin yaşam biçimlerini değiştirmeliyiz.

Bu müdahaleler; ne kadar kişiye özel ve terzi yapımı (taylor made) olursa o kadar amacına ulaşabilir.

Ne kadar hastalık öncesi döneme yönelik olursa o kadar önleyici ve koruyucu olur. Ne kadar kişiyi sürecin içine alabilirse o kadar değer oluşturur, yani sağlık kazanımı sağlar. Bunlar sağlık sigortacılarının doğrudan görevi değil ama iş listelerinde ön sıralarda gelen risk yönetimi araçları olabilmelidir.

Ekosistemde Rekabet ve İşbirliği

Bunları yaparken, birden fazla paydaşın rol aldığı bu ekosistemde hem rekabet etmeyi hem de gerekli alanlarda rakipleriyle işbirliği yapmayı bilmeli, yani rekaberliği gerçekleştirebilmeli.

Doğaldır ki, bunları teknolojiyi olabilen en fazla ölçüde kullanan simülasyonlarla birlikte doğru öngörebilmelidir. Yapay zekadan süper zekaya, sadece önümüzdeki üç yılda bile neler olabileceğine ilişkin olasılıkları iyi değerlendirmelidir.

İşte yaşlılık sigortası süreci de tam budur. Tasarımından hazırlanıp uygulanmasına her aşamasında, ilgili tüm paydaşların birlikte çalışmasını gerektirir. Hatta, aynı legolar gibi parça bütün ilişkisi içinde düşünülerek, sonraki adımların da stratejik planlamasının yapıldığı dinamik bir süreçtir.

Bu yüzden, önümüzdeki hafta, uzun dönemli bakım sigortasına ilişkin ülkemizde geçtiğimiz aylarda yayınlanan sağlık ekonomisi bakışıyla hazırlanan bir rapordan söz edeceğim. Buraya kadar paylaştıklarımla, konunun yakın ilişkisi daha da belirginleşecektir. Çünkü bilgiye dayanan ve kişi odaklı stratejilerin yapay zeka ile harmonizasyonu, her türlü düzeydeki işbirliklerini güçlendirecektir. Böylelikle sağlıklı yaşlanma, rekaberlik ve süper zeka ile doğru projeksiyonların önemi daha da netleşecektir.

Başardık

Başardık

Yazımın başlığını, Sevgili Oğuz Can Işık’ın “Nadir Yaşamlar için” amacıyla yazdığı sosyal medya paylaşımından aldım. Geçen hafta, Nadir Hastalıklar Federasyonu tarafından düzenlenen 27 Şubat 2025 etkinliğinin hasta dernekleri tarafından yapılmasını çok önemsediğimi vurgulamıştım. Bu hafta da, tanıdığımdan bugüne Nadir Hastalıklar için çalışan iki değerli isimden söz etmek istiyorum. Sevgili Oğuz Can Işık ile başlayacağım.

Adanmışlık

Aslında bu özetleyeceğim Sevgili Oğuz Can Işık sosyal medya paylaşımı, bir adanmışlık öyküsü. 2016 yılında Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrenciliği günlerinden başlayan ve bugün girişimciliğe kadar uzanan bir süreç bu.

2023 mezunu genç bir Tıp Doktorunun öyküsündeki ilk bölümüne tanık olduğum için, bu paylaşım ve gelinen nokta beni çok duygulandırdı. Öğrenci Kulübü Başkanı olarak başlattığı Nadir Hastalıklar sürecinde aldığı yolu ve kendi kurduğu start-up şirketini öğrenmek çok etkileyiciydi.

2015 ile 2018 yılları arasında Acıbadem Üniversitesi Sürekli Eğitim ve Gelişim Merkezi (ASEGEM) Müdürü olarak Proje Yürütücülüğünü yaptığım Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) 1601 Yenilik ve Girişimcilik Alanlarında Kapasite Artırılmasına Yönelik Destek Programı’nın 2016 yılındaki ilk öğrencilerinden biriydi.

Hatta Tıp Fakültesi 3.sınıfta da öğrencim olmuştu (Sınıf III MED308 Klinik Tıp ve Mesleki Beceriler IV: Toplum ve Sağlık; Sağlık Ekonomisi dersi). Daha sonra TÜBİTAK 1512 Bireysel Genç Girişim (BİGG) Programı Acıbadem Üniversitesi BİGGHEALTH Programı 2022 1. Dönemi 2. aşamada % 70 başarı elde ettiğini öğrenmiştim. Mezuniyet öncesinde TÜBİTAK hibesiyle şirketleşmiş.

Sevgili Oğuz Can Işık sosyal medya paylaşımında çok önemli konulara değinmiş, hep olduğu gibi vizyoner yaklaşımlarını aktarmış, Ama ben sadece son bölümünü buraya taşımak istiyorum;

“Herkesin kocaman ve dinamik bir ekosistemin içinde bulunduğunu hatırlayarak paydaş grubunda veya alt grubunda (örneğin akademi içindeki öğrenci kulüpleri) birbirleriyle iletişim halinde, tek vücut yürümesi gerek.

Panel ismindeki gibi sağlıklı nesillerin/çocukların yetişmesini sağlamak hedefimiz. Çocuklarımız için çalıştığımızı hatırlamak bana hep güç veriyor. Onlar için hayaller kurup gerçekleştirmiş birinin sözüyle bitireyim:

“Büyük işler, büyük hayaller kurabilen ve birlikte çalışabilen insanlar tarafından başarılır.” — Walt Disney”

Orphanet

Yazımın ikinci bölümünde de, kendisini tanıdığımdan bu yana Nadir Hastalıklar Duayeni olan bir Öğretim Üyesinden söz etmek istiyorum; 2006 yılından bu yana Orphanet’in Türkiye ulusal koordinatörlüğünü de yürüten Prof. Dr. Uğur Özbek.

Orphanet (https://www.orpha.net), nadir hastalıklarla ilgili bilgi toplayan, paydaşlar için bilgiye eşit erişimi garanti altına almayı amaçlayan ve hastaların tanı, bakım ve tedavisini iyileştiren bir kaynaktır. Sağlık ve araştırma bilgi sistemlerinde nadir hastalıkların görünürlüğünü iyileştirmede önemli olan Orphanet nadir hastalıkların isimlendirmesini de (ORPHAcode) yapmaktadır. Dünya genelinde 40 ülkeden oluşan bir Konsorsiyum halini almıştır.

Uğur Özbek Hoca, 2017 yılında Türkiye’de ilk olan Acıbadem Üniversitesi-ACURARE’de Nadir Hastalıklar ve Yetim İlaçlar Uygulama ve Araştırma Merkezi kurucusudur. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi IBG (İzmir Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü) tarafından yürütülen ve Horizon 2020 ERA Chairs programı tarafından finanse edilen RareBoost Projesi ERA Chair Lideri olarak görev yapmaktadır.

Bu hafta, Sağlık Bakanlığı Nadı̇r Hastalıklar Sağlık Stratejı̇ Belgesı̇ ve Eylem Planı’na değinerek bitirmek istiyorum. 2023-2027 yılları arasında yapılacakları içeren bu dokümanda, faaliyet ve hedef açısından; amaç hedef ve faaliyetler olarak 5 ayrı başlık sıralanmıştır.

Bunlar;

  • farkındalığın ve bı̇lgı̇ düzeyı̇nı̇n artırılması,
  • hasta ve yakınlarının desteklenmesı̇ ve yaşam kalı̇telerı̇nı̇n artırılması,
  • nadı̇r hastalıkların tanısı ve önlenmesı̇, tedavı̇ ve bakım hı̇zmetlerı̇,
  • araştırma ve gelı̇ştı̇rme çalışmaları olarak sıralanmaktadır.

Eylem Planı

“2023-2027 Nadir Hastalıklar Sağlık Strateji Belgesi ve Eylem Planı” bu alanda atılacak adımlara öncülük edeceği belirtilmektedir. Kapsamlı bir çalışmanın ürünü olan bu yol haritasının; tüm kamu kurumlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara hitap eden kapsayıcı ve çok boyutlu hedef ve faaliyetleri içerdiği vurgulanmaktadır.

Sağlık Bakanlığı, önümüzdeki 5 yıllık süreçte nadir hastalıkların önlenmesi, tanı, tedavi ve araştırma alanları kapsamında öncelikli olarak yürütülecek çalışmalar, bu çalışmalarda sağlanacak koordinasyon ve eylem planlarının uygulanmasının takibi, bu dokümanda belirtilen çerçevede tüm birimlerce titizlikle yürütüleceğini vaad etmektedir.

Nadir Hastalıklar Sağlık Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nda yer alan tüm maddelerin hayata geçirilmesi ve ilgili kurumlar tarafından sorumluluklarının gereğince yerine getirilmesinin takipçisi olacağı ifade edilmektedir.

Son iki haftadır, Nadir Hastalıklar konusunda bilgi paylaşmaya çalışıyorum. Kamu karar vericileri, endüstri, akademik çevreler bu konuya çok çaba sarf ediyor, değişik boyutlarda çeşitlendirilmiş projelerle desteklerini somutlaştırıyor.

Her geçen gün, nadir hastalıklarla yaşayan bireylerin hayatlarını iyileştirmek, tedavi çözümleri oluşturmak ve yeni tedaviler üzerine yoğunlaşmak ekosistemin tüm paydaşlarının ana hedefi oluyor.

Bu hastalıklara zor tanı konuluyor, tedavi seçenekleri ve tedaviye erişim sınırlılıkları var, bu yüzden de yüksek oranda ölüm ile sakatlıklar gözleniyor. Ekosisteminin dijital çözümlerle desteklenmesi ise bir başka önemli boyut olarak görülüyor.